Sabah-ATV ihalesine 10 gün kala, hayli gergin bir ortam oluştuğunu gözlemliyorum.
Gerilim alıcılar veya alıcılarla TMSF arasında değil.
Gerilim hükümet ile TMSF arasında.
Ya da adlı adınca söylemek gerekirse Başbakan Erdoğan ile TMSF Başkanı Ertürk arasında.
Sabah-ATV’nin satış süreci başladığında, yaz ayları başında çeşitli televizyonlara çıkan TMSF Başkanı Ertürk, 1,1 milyar dolarlık fiyattan söz ediyordu.
Satışın bu fiyatın üzerinde olabileceğini ama yüzde 25 altında da kalabileceğini söylüyordu.
Yani 800 milyon dolar ile 1,5 milyar dolar arasındaki bir bandı öngörmekteydi.
İlle de 1,1 milyar dolar olacak diye bir ısrarı yoktu Ertürk’ün.
Ertürk’ün yaptığı bu fiyat aralığı tanımlaması, o günlerde şaşkınlıkla karşılanmıştı.
Belirli bir bedel üzerinden satışa çıkardığı malın daha ucuza gitmesine yeşil ışık yakan bu sözlere kimse pek anlam verememişti.
Aradan zaman geçti.
İhale günü yaklaştı. Başvurular tamamlandı ve kapandı.
Ahmet Ertürk yeniden televizyonlara çıktı ve bu kez bambaşka şeyler söyledi.
Satışa 14 gün kala konuşan Ertürk, “Satış olmayabilir. 1,1 milyar dolarlık fiyatı veren çıkmazsa ihaleyi iptal edebiliriz. Satmak zorunda değiliz”deyince herkes şaşırdı.
Çünkü daha önce yüzde 25 altında da olabilir diyen Ertürk, piyasaların daha tedirgin olduğu, RTÜK’ün yeni düzenlemeleri nedeniyle televizyonların gelirlerinin düşeceğinin tahmin edildiği bir ortamda indirim sözünden vazgeçmişti.
Oysa Sabah-ATV’nin muhtemel alıcıları arasında Başbakan’a yakınlığıyla tanınan iki grup öne çıkmıştı.
Çalık ve TRL-Sancak-İpek grubu neredeyse doğrudan Başbakan’ı temsil ediyorlardı.
“başbakan’ın adamları” Sabah-ATV’ye dokunacak kadar yaklaşmışken, Ertürk çıkıyor ve “İndirim yapmayız. İhaleyi iptal ederiz” diyordu.
Bu açıkça Başbakan Erdoğan’a meydan okumaktı.
TMSF, hükümete, Başkanı Başbakan’a meydan okuyordu.
Aslına bakarsanız özerk bir kurumun Başkanı olarak Ahmet Ertürk’ün yaptığı doğru.
Ancak Türkiye’de özerk kurumların bugüne kadar ki, icraatlarına baktığımız zaman bu meydan okumanın arkasında başka hesapların yattığını görmek zor değil.
Dedikodular
Hadi biraz da dedikodu yapalım.
Geçen hafta İstanbul’un ünlü lokantalarından birinde Murat Bardakçı’yla yemek yiyorduk.
Birden bire karşımda iki yakın dostu gördüm.
Sabah’ın yayın yönetmeni Babahan ile Dinç Bilgin’in oğlu Önay Bilgin.
Bizi görünce hafif bir panikle uzaklaştılar.
Bir kaç saat sonra telefonum çaldı.
Arayan kişi, Dinç Bilgin’i iyi tanıyan bir gazeteciydi.
“Önay’la Ergun’u basmışsın” dedi.
“Ne basması canım. Ergun’un Dinç Bilgin’le beraber olduğunu bilmeyen mi var. Bilgin’in açıklamalarını Anadolu Ajansına yolladığını herkes biliyor.” dedim.
“Ama bilmediklerin de var” dedi.
“Anlat da öğrenelim” dedim.
Anlattı:
“Ergun, TMSF Sabah’a el koyduğundan beri Dinç Bilgin’in sözünden çıkmıyor. Gazeteyi bile Bilgin’in direktiflerine göre hazırlıyor. Dinç bilgin’in talimatıyla ekonomi sayfalarının sayısını azaltmayı bile planlamıştı ama reklamcılar karşı çıkınca TMSF durdurdu. Dinç Bilgin adına ve bazen Dinç Bilgin’le beraber muhtemel alıcıları örgütlüyorlardı. Bir sürü işadamıyla, grupla görüştüler. Ahmet Zorlu’yu bile Sabah’ı alması için zorladılar. Ama olmadı. Şimdi Dinç Bilgin Sabah’ın Carlyle’a satılmasını sağlamaya çalışıyor. Ergun’a da söz verdi. Grubu Carlyle alırsa Ergun’a bır çıkma yapacak. Ergun sağda solda ‘Dinciler alırsa bizi burada tutmazlar. Carlyle alırsa yerimizde kalırız’ diyor. Gerçi bir yandan da Ethem Sancak’la falan da görüşüyor. Mustafa Karaalioğlu’nu kafalamaya çalışıyor ama asıl mesele mangır. Carlyle alırsa ceplerine para koyacaklar”
Bu anlatılanların ne kadarı doğru bilemem.
Büyük bölümünün doğru olduğunu tahmin ediyorum.
Ve gülüyorum.
Ne önemli koltuklarmış bunlar.
Üstelik de dolduramadığın halde.
Fatih Altaylı/Turktime