Toplumun gidişatı öyle bir noktaya geldi ki, artık hangi meslek grubuna bakarsan bak, her
yaşta, her kategoride bir ahlaki çözülme görüyorsun. Bu sadece alt seviyelerde değil;
tam tersine, en üst seviyelerde bile kendini gösteriyor. Toplumda “üst kast” olarak
görülen insanlar — iş insanları, doktorlar, yöneticiler, akademisyenler, kamu otoritesine
sahip kişiler — görünürde saygın, örnek gösterilen insanlar. Ama perde arkasına
bakıldığında, onların da etik dışı işlere, çıkar odaklı davranışlara, manipülasyonlara
bulaştığını görüyorsun.
Mesela ticaret alanında olanları düşünelim. Kâğıt üzerinde dürüst, düzgün, “işini doğru
yapan” insanlar olarak bilinen birçok iş insanı, aslında etik sınırları aşan uygulamaların
içinde. Gri alanları kasıtlı olarak genişletiyorlar, doğru olanı değil çıkarlarına uygun olanı
seçiyorlar. Toplumda “saygın” görülen doktorların bile bazen etik dışı yönelimlerle,
gereksiz işlemlerle, maddi çıkarları önceleyen yaklaşımlarla hareket ettiğini gördüğünde,
bu çözülme hissi daha da derinleşiyor. Bir insanın ahlaklı olması zaten olması gereken en
temel şeyken; bugün neredeyse bir “erdemmiş gibi” pazarlanıyor.
Asıl sorun şu: Normalin sınırlarını tamamen kaybettik. Normal olanın ne olduğunu bile
bilmiyoruz artık. Evrensel olanın, her yerde aynı şekilde karşılık bulması gereken
doğruların temeli sarsılmış durumda. Oysa evrensel doğrular bardak örneği gibi olmalı:
Bir bardağı dünyanın neresine götürürsen götür, insanlar onun bardak olduğunu bilir.
Nasıl kullanacağını tartışmıyoruz; ne olduğundan bahsediyoruz. Bunun gibi temel
doğruların da herkes tarafından aynı şekilde kabul edilmesi gerekir. Ama bugün insanlar
“bu benim doğrum” diyerek her şeyi subjektifleştiriyor.
Doğru denen şey kişisel bir yorumla belirlenemez. İki kere iki dörttür; bunu kimse kendi
“bencesiyle” değiştiremez. Ama bugün insanlar, kültürlerinin, dinlerinin, geçmişlerinin,
korkularının, çıkarlarının, hatta anlık duygularının etkisiyle kendi doğrularını üretip bunu
evrensel bir gerçekmiş gibi savunuyor. Bu da toplumsal olarak büyük bir yanılgının,
çürümüşlüğün gerilemenin içine sürüklüyor bizi.
Sonuç olarak şöyle acı bir gerçekle yüzleşiyoruz: Aslında biz, birey olarak da toplum
olarak da, ülke olarak da, kültür ve inanç sistemleri olarak da, hatta küresel ölçekte tüm
insanlık olarak da, oldukça aşağı bir seviyeye doğru geriliyoruz. Ahlaken zayıf bireylerden
oluşan, ahlakı şeklen savunan ama özde uygulamayan bir topluluğa dönüşmüş
durumdayız. Ve en kötüsü de, herkes kendi yanlı doğrularına körü körüne inanıyor.
Evrensel doğru dediğin şey tartışılmaz ve kişiye göre değişmez. Ama bugün insanlar
objektif olanı bırakıp subjektif olanı kutsuyor. İşte bu nedenle neyin doğru, neyin normal,
neyin ahlaklı olduğuna dair neredeyse ortak hiçbir paydamız kalmamış durumda.