Ev almaya karar verdin.
Gezdin eşinle projenin örnek dairesini. Bakıştınız o muazzam salonun içinde. ‘İşte bu!’ bakışıydı o. Hele o mutfağın ferahlığı, için gitti balkonun seyir keyfine. El sıkışıldı, anlaşıldı, imzalar atıldı, ön ödeme yapıldı.
Geçti aradan bir sene. Bi’ heyecan, bi’ umut, bi’ beyaz bulutlarla çıkıldı sekizinci kata..
O da ne! Vaat edilen evin bir odası eksik.
Ne yaparsın?
İtiraz edersin, mahkemeye gidersin, hakkını ararsın, hesap sorarsın müteahhide.. Ama ‘ne yapalım canım bu da böyle olsun’ demezsin.
Masa takımı siparişi verdin. Siyah istedin, kırmızı geldi ya da bir sandalyesi eksik.. Ne yaparsın?
Hesap sorarsın. Kabul etmezse mobilyacı: O eksik sandalyeyi ‘tıpış tıpış’ getireceksiniz dersin. Kim der ‘tıpış tıpış’ diye? Vaat edilen, vaat edene..
Peki sana iktidar olmayı vadeden lider, partini iktidar yapamayınca ne dersin?
‘Senin işin iktidar olmak, sen bunu vadettin ama olamadın. Kenara alayım seni.’
Müteahhidin vadettiği daireden bir oda, sipariş ettiğin masadan bir sandalye eksik çıkınca ortalığı ayağa kaldıran, hakkını arayan sen..
‘Kemal Bey çok kibar entelektüel adam, bu halk onun dilinden anlamıyor’ diyorsun.
‘Pardayanlar’ dedi bir mafya lideri:
Freud dedi, Abraham Maslow dedi; psikanalizden, İnsan Olma Psikolojisinden, Che Guevera’nın Bolivya yıllarından, Dostoyevski’nin Ezilmiş ve Aşağılanmışlar’ından, Mehmet Akif Ersoy’dan, Nazım Hikmet’ten, Neyzen Tevfik’ten, Edmond Rostand’ın İstemem Esik Kalsın tiradından bahsetti.
Mafya lideri anlattı; sağcısı, solcusu, cahili, aydını, genci, yaşlısı, amiri, işçisi milyonlar ağzı açık izledi. İddialarını yekten söylese bu kadar ilgi çekmezdi;
Tirad rekor sayıda tıklandı, Google arama motoruna Neyzen Tevfik, Che Guevera’nın Bolivya yılları, İnsan Olma Psikolojisi soruldu. Vedat Türkali’nin kitabı çok satanlarda zirveye tırmandı.
Bir mafya lideri bir kitabın satışını artırdı, o kitaba yeni okurlar kazandırdı.
Evvelce yazmıştım, yine yazayım.
‘‘Köşebaşındaki Faruk abinin sattığı her an lazım manyetolu çakmağa burun bükersin ama Burhan pazarlama herhangi bir vapurda:
‘Hanımefendiler beyefendiler, en güzel günlerin canı gönülden sizlerin olmasını dilerim, bakın şu elimde görmüş olduğunuz stella dolmakalem..’ diye başlayınca söze; dolmakalemin mürekkebi olmak istersin. Görmeye fırsatın olmadıysa hiç, çevirir çevirir belgeselini izlersin.
Bir ‘köşe yazarı’ memleketin en mühim havadisini verir köşesinden, uykun gelir.. Yılmaz Özdil karıncanın sindirim sistemini anlatır, entomolog olasın gelir.
Zanaat değildir yazarlık, sanattır.’’
Demek ki; sen anlatmayı becerememişsin, sen anlatamamışsın demek ki.. Ne anlattığın kadar nasıl anlattığın da önemliymiş demek ki.
Dün gece bir video yayınladı:
‘Ülkemiz, iktidardaki partinin mafya ve çetelerle giriştiği magazinsel ilişkilerin elinde can çekişiyor.’ dedi.
Ana muhalefet lideri dedi. ‘Magazinsel ilişkiler’ dedi.
Ne magazini Kemal Bey? İnsanlar açlıktan bağıra bağıra ölüyor, yoksulluktan can çekişiyor. Ne magazini?
Nurettin abi de diyor ki: ‘E muhalefet ne yapsın, imkânı yok?’
Sana ne Nurettin abi? Senin işin mi onun yerine düşünmek? Peynir farikasının sütten nasıl peynir yapacağı senin derdin mi?
Onun işi, sütten peynir yapmak.
Makinesi bozulmuş, tamir ettirecek. Personel eksiği varmış, sayıyı artıracak. Finans sorunu varmış, para bulacak.
O peyniri yapacak, market reyonuna koyacak.
Çakarlı audiye, lüks minibüse sen binmiyorsun, Söğütözü’ndeki makamda sen oturmuyorsun, kameralar senin peşinde koşmuyor, Ata’nın mozolesine çelenk koyma şerefini sen yaşamıyorsun, asker sana selam vermiyor, protokolde sen yoksun.
O halde, o sütün nasıl peynir olacağı senin derdin değil Nurettin abi.
Dün gece bir video yayınladı:
‘Beni en çok endişelendiren, genç evlatlarımız. Önce gençlerimizi işsiz bıraktılar, şimdi de gayri meşruluğun magazinine maruz bırakıyorlar.’ dedi.
‘Gayri meşruluğun’ dedi ‘magazinine maruz bırakıyorlar..’
İşte bu akıl;
CNN Türk’ü boykot etti, vekillerine kanala çıkmama emri verdi. Ilık muhalifler geldi onların yerine..
Dün gece bir video yayınladı. Erken seçim isteyecekmiş.
Olur.
Hazır saraya çıkmışken elma şekeri de iste, belki verirler..
2021 yılının Haziran ayında bu yazıyı kaleme aldığımda ne gizli iktidar yanlısı olmam kaldı ne trollüğüm. Birkaç aklı evvelin ezberlettiği sığ klişe ‘muhalefete muhalefet edilmez’ laflarıyla abandılar.
Siz konuyu hiç anlamamışsınız ekran karşısında sevdiğin dizinin yeni sezonunu izler gibi hikâyenin keyfini çıkarmak iyi de Sedat Peker’in asıl anlattığı sorgulama yetisini kaybetmiş millete soru sormanın önemini anlatmak demeye kalmadı üzerime çullandılar.
Sedat Peker’den balık bekliyorsunuz, halbuki o balık tutmanın formülünü, inceliklerini anlatıyor demeye çalışırken ‘Anket yaptırdık kola kutusu bile birinci çıkıyor. Kemal Bey’le döke saça kazanıyoruz’ diyenlere itibar ettiler, iktidarın karşısında tuvalet terliği olsa oyum ona dediler.
Sakın Sedat Peker güzellemesi mi yapıyorsun deme. Güce, makama, mevkiye meylim olsa ülkenin alanında en kudretlisinin hiçbir talebim olmamasına rağmen verdiği sözünün peşine düşer konforlu köşeme kurulurdum.
Ve sonuç:
Bir tarafta kemik seçmeniyle, devlet kaynaklarıyla, örgütleriyle, sivil toplum kuruluşlarıyla, basın desteğiyle yerinde sayan muhalefet, diğer tarafta bir kamera bir tripodla tek başına hem mevcut kitlesini muhafaza edip hem de daha birkaç hafta öncesine kadar kendine antipati besleyen topluluğun sempatisini kazanan ‘ama biz onu böyle bilmiyorduk ki’ dedirten Sedat Peker..
Bu sempatinin kaynağı salt anlattıklarının tezahürü değil, kelimelerin sihirli gücüyle zekânın buluşması, zamanın yerinde kullanılması, her adımı en ince detayına kadar planlanmış stratejiyle samimiyetin harmanlanmasıdır.
Bu ülkede bir Sedat Peker gerçeği var.
İster bu gerçekle barışır faydalanmaya çalışırsın, istersen sorgusuz sualsiz geçirirsin ayağına ıslak tuvalet terliğini her seferinde kafanın üstüne çakılırsın.
Karar senin.