Genel Yayın Yönetmenimiz Ersin Tokgöz’ün röportajı…
Bugün herkes, Hürriyet yazarları hariç, Çölaşan’ın Hürriyet’ten gönderilişini konuşuyor. Oysa bu operasyon uzun süredir düşünülüyordu. Ve bu hazırlığı ilk kez Şubat ayında tüm Türkiye Emin Özgönül’ün Turktime’daki yazısından öğrendi. Aynı bugün Çölaşan olayının perde arkasını yine Özgönül’den öğrendiğimiz gibi. Onun için son dönemlerin bu flash gelişmesini Özgönül’e sorduk ve Hürriyet’te yaşananları ve bundan sonra yaşanacakları konuştuk. Tabii bu kadarla kalmadı. Kod Adı Susurluk kitabının yazarıyla konuşup devletin derininde Susurluk’tan bu güne neler değiştiğini, o gün yaşananların bu güne yansımalarını es geçmek olmazdı. Öyle yaptık, es geçmedik. Ve yine hepsi bu kadar değil. Hepsi ve daha fazlası röportajın ikinci bölümünde…
TURKTİME: Şubat ayında Turktime'daki yazınızda Hürriyet'teki Çölaşan sıkıntısını ilk siz yazmıştınız ve bugün de perde arkasını yine herkes sizden öğrendi. Çölaşan olayının perde arkasında neler var?
EMİN ÖZGÖNÜL: Hürriyet'te Çölaşan'la ilgili uzun sereden beri rahatsızlık vardı. Bu rahatsızlığın ana nedeni aslında bütün basın için geçerli, Erol Simavi'den sonra Türkiye'de gazeteci basın patronu kalmadı. En son Simavi döneminde basın patronu sadece gazetecilik yapıyordu. Ancak daha sonra gelen patronlar gazetecilik dışındaki alanlara el attılar. Bu alanlar hükümetle bağlantılı alanlar. Kimisi madencilik, kimisi petrol ya da değişik sektörlerde iş yapıyor. Hepsinin de hükümetle bağlantısı var. Dolayısıyla bir takım yerlerle iyi geçinmek zorundasınız. Çölaşan, 7 Şubat 1977'den 7 Şubat 2007'ye kadar 30 yıllık gazetecilik hayatında eğilip bükülmemiş ve doğru bildiği çizgide yazılarını yazmış, Türk basınının simge bir ismi. Seveni kadar sevmeyeni de var. Başbakanların vicdanına havale edilmiş örtülü ödenek skandalı gibi birçok önemli yolsuzluğu o ortaya çıkardı. Köşe yazarlarına baktığınız zaman yazılarında haber unsuru olan çok az gazeteci var. Okuduğunuzda orada bir haber bulursunuz. Ama Çölaşan'ın yazıları birilerinin ayağına basıyordu. Bastığı insanlar holdinginin gazetecilik dışında farklı alanlardaki kulvarlarda iş gören insanlar. Onlar patrona sürekli baskı yapmaya başlayınca Çölaşan'a yüklenmeler başladı. Ama söz geçiremediler. 5 Şubat 2007 günü meslekte 30 yılını doldurmaya 2 gün kala, ne tür baskılar altında olduğunu kimler aleyhinde yazmamasının istendiğini bana anlattı. Ama boyun eğmedi ve Hürriyet'ten gönderdiler.
TURKTİME: Geri döneceği yönünde haberler var… Dönebilir mi?
EMİN ÖZGÖNÜL: Doğan Hızlan başta olmak üzere Çölaşan'ın zor taşınan bir yazar olduğu ama bu ismi ancak Hürriyet'in taşıyabileceği yönünde telkinlerle kuruma yeniden dönmesi yönünde girişimler yapıldığını biliyorum. Gerçekten de Çölaşan'ı kaybetmek bir handikaptır. Ki Hürriyet'in tirajı Çölaşan olayı nedeniyle 75 bin düştü. Bugün Radikal'in ya da Cumhuriyet'in tirajını düşünürseniz, Çölaşan iki Radikal iki Cumhuriyet eden bir adam. Ama bu saatten sonra döneceğini sanmıyorum. Gel deseler bile bu kırgınlık ve İzmir'deki yemekte konuşulanlardan sonra sanmıyorum. İlerde tepe yönetimde bir değişiklik olursa bir ihtimal dönebilir.
TURKTİME: Başka bir gazeteye gidebilir mi?
EMİN ÖZGÖNÜL: Şu an için bir yere gitmeyi düşünmüyor ama benim anladığım, bu süreçte yaşadıklarını bir kitap haline getirecek ve bütün yaşadıklarını detaylı bir şekilde yazacak. Yazdıkları da çok ses getirecek sanırım. Birçok yerden teklif var ama Hürriyet'te yazan bir yazarın başka bir gazetede yazması aynı etkiyi yaratmaz.
TURKTİME: Çölaşan hep aynı şekilde yazıyordu. Özellikle bu dönemde işine son verilmesinin özel bir anlamı olabilir mi?
EMİN ÖZGÖNÜL: Belki hükümetten gelen siyasi baskılar arttı. "Bizim gazetemizin yazarları her fikri yansıtan insanlar, biz karışamayız yazarlarımıza" diye eskiden bunu absorbe edebiliyorlardı. Ama seçimlerden sonra Ak Parti'nin 5 yıl daha iktidarda kalacağı ortaya çıkınca, yönetim de bu tür baskılara daha fazla göğüs geremedi sanırım.
“BEKİR COŞKUN-BAŞBAKAN POLEMİĞİ HÜRRİYET İÇİN ÇIKIŞ NOKTASI OLDU…”
TURKTİME: Hürriyet yazarlarının Çölaşan'ın gönderilmesine karşı tutundukları tavrı nasıl değerlendiriyorsunuz? Neredeyse görmedim, duymadım, bilmiyorum tavrı takındılar…
EMİN ÖZGÖNÜL: Onlar da kendilerini düşündüler. Çölaşan'a destek verirsek bizim başımıza da bir şey gelir mi diye düşünüyorlar mutlaka. Ben o günlerde Hürriyet'in önemli yazarlarından birisiyle görüştüm. Yağdı, esti, gürledi. Ondan sonra onun ağzından iki cümle yazdım, vay benim ismimi neden karıştırdın diye 10 dakika sonra arayıp sitem etti.
TURKTİME: Çölaşan'ı görmezden gelen aynı yazarlar diğer mesai arkadaşları Bekir Coşkun'a benzersiz bir şekilde arka çıktılar. Fehmi Koru bunu post-Çölaşan sendromu olarak yordu. Sizin bu iki farklı tavra yaklaşımınız nedir?
EMİN ÖZGÖNÜL: Doğrudur... Çölaşan olayından sonra Hürriyet arada kaldı. Gelen eleştiriler "siz iktidarın baskısına dayanamadınız ve Türkiye'nin en çok okunan yazarlarından birisini kapı dışarı ettiniz" şeklindeydi. Hürriyet, bu eleştirinin ardından savunmaya geçmek zorundaydı. "Hayır, bizim duruşumuz aynıdır, muhalefetimizi yaparız, Çölaşan'ın gazeteden atılma nedeni farklıdır, bakın Bekir Coşkun da bu gazetede yazıyor, Yılmaz Özdil de geldi, o da muhalefet yapacak" gibi karşı savunmaya geçtiler. Bekir Coşkun'u da savunmasalardı kamuoyu diyecekti ki muhalif yazarları temizliyorsunuz. Hürriyet için Bekir Coşkun ve Başbakan polemiği çıkış noktası oldu ve Çölaşan tahribatını bu manevra ile gidermeye çalıştılar.
TURKTİME: Bu tepki biraz abartılı olmadı mı?
EMİN ÖZGÖNÜL: Oldu tabii. Emin Çölaşan için kılını kıpırdatmayanlar, Bekir Coşkun için köşelerinde her gün yazılar yazdılar. Çölaşan'ı telefonla arayıp çok üzüldük diyorlar ama kendi köşelerinde kalem oynatmıyorlar. Tabii bu durumlarda biraz da doğal karşılamak lazım. Siyasette de aynıdır. Birisi başbakana çok yakındır, herkesten itibar görür ama kara listeye alınıp yanından ayrıldığında etrafında kimseyi göremez. Örnek Turhan Çömez. Çölaşan da patrondan aforoz yemiş. Aman biz de onunla görüşürsek, onunla ilgili bir şey yazarsak acaba bize de takarlar mı dediler. Türkiye'de Hürriyet'te ayrılan bir yazarın ya da muhabirin gideceği yer çok az. Ama 10 farklı ve güçlü patron ve yayın organı olsa bu durum problem olmaz.
“ÇÖLAŞAN’I HÜRRİYET’TE SADECE MUHABİRLER YALNIZ BIRAKMADI”
TURKTİME: Siz Çölaşan'la yakından görüşüyorsunuz. Yıllardır birlikte çalıştığı arkadaşlarının bu tavrını nasıl karşılıyor? Üzülüyor mu?
EMİN ÖZGÖNÜL: Nasıl karşılıyorsunuz diye hiç sormadım ama Ankara'daki yemeğe Hürriyet'in muhabir kadrosundan 6-7 muhabir gelmişti, yanındaydı. Belki üst perdeden kendisine yeterince destek verildiğini hissetmiyordur ama Ankara'da birlikte çalıştığı arkadaşları onu yalnız bırakmadılar. Ama dikkat edin yalnız bırakmayanlar muhabirler.
TURKTİME: Bu süreçte başka isimler de gidebilir mi?
EMİN ÖZGÖNÜL: O günlerde Bekir Coşkun'la konuştum. “Sırada Tufan Türenç, Yalçın Bayer var. Yeni gelen arkadaş diye nitelendirdiği Yılmaz Özdil de rahat durmuyor, o da gidebilir” dedi. Ama şu aşamada başka bir ismi gönderme cesaretini göstereceklerini sanmıyorum. Olursa Hürriyet iyice itibar kaybedeceğini bilir.
TURKTİME: Ak Parti'ye karşı yazdı diye bir yazar kapı önüne konuyor ama özellikle Bekir Coşkun olayı ile bir de bakıyoruz ki bütün gazete Ak Parti'ye karşı yazıyor. Bu paradoksu nasıl okumalıyız? Yoksa tüm yazarlar bir Emin Çölaşan etmiyor mu? Ya da Hükümet Hürriyet'in bu çıkışına da bir rahatsızlık bildirir mi?
EMİN ÖZGÖNÜL: Zannetmiyorum. Hükümet de artık bu işi kapattı. Hürriyet Çölaşan'ı kapının önüne koydu sonra da bir gard almaya çalıştı. Hürriyet'in ve yazarlarının Bekir Coşkun olayı ile yaptığı savunma mekanizması ve iade-i itibar girişimi.
TURKTİME: Bu tartışmalar başka bir tartışmayı da beraberinde getirdi. Dün türbanlılar gitsin deniyordu bugün Bekir Coşkunlar gitsin deniyor. Bu dil bizi nereye götürür?
EMİN ÖZGÖNÜL: Toplum kamplara bölünür. Beğenmediklerimizi yurt dışına sürgüne mi göndereceğiz. Gerçi yurt içi sürgünü deneyenler oldu beceremediler ama. Anayasa'nın 23. maddesinin son fıkrası (Vatandaş sınır dışı edilemez) diyor. Başbakanın sözü Anayasa'ya da aykırı. Ama bence maksadını aşan bir sözdür.
“CHP SADECE TEPKİ OYLARININ PARTİSİ OLDU…”
TURKTİME: Yüzde 46 ile ilgili gazeteciler çeşitli yorumlar yapıyor. Yüzde 46 sizin için ne ifade ediyor?
EMİN ÖZGÖNÜL: Ben bu kadar yüksek oy alacaklarını, tahmin etmiyordum. Ama Demokrat Parti ile Genç Partinin baraj altında kalacağından emindim. Halk artık koalisyon istemiyor. Seçim öncesi de insanlar CHP-MHP koalisyonuna yönlendirildi. Ak Parti'ye oy vermeyin, CHP ve MHP güçlü çıksın, ikisi koalisyon yaparlar, Ak Parti de ana muhalefet olur dendi. Ama toplum bunu reddetti. Çünkü Ecevit-Yılmaz-Bahçeli koalisyonu fiyasko oldu. Hepsinin baraj altında kalmasıyla sonuçlandı. Bir bakan bir laf ediyordu dolar çıkıyordu, diğeri laf ediyor dolar iniyordu. İnsanlar artık önlerini göremiyordu. Bir de tabii belediyelerin büyük rolü oldu. Yaz günü kömür bile dağıttılar. İnsanlar artık oyunu verirken de farklı bakıyor. Mutfağını, çocuğunu nasıl geçindireceğini düşünüyor. Ama AKP'nin yüzde 47 oyunun içinde emanet oylar az değildir.
TURKTİME: Bu, aslında güdü hiyerarşisi, önce karnın doyması gerekiyor. Peki hiyerarşi bu kadar açıkken, CHP'nin hala aynı şeyleri söylemesi nasıl bir toplumsal hikayeyi okuyamamadır?
EMİN ÖZGÖNÜL: CHP öteden beri belli bir çizgide açılım yapamayan bir parti. Baykal kendi sekreterini seçilebilecek bir yerden, çok değer verdiği Cumhurbaşkanının damadını ise riskli bir yerden listeye koyuyor. CHP artık sadece tepki oylarını alabiliyor. Artık insanlar Baykal'a rağmen bu partiye oy veriyorum deme noktasına geliyorlarsa, bu partinin de yeni, dinamik, genç bir lider ortaya çıkarması lazım. Yeni yüzler ve umut verici isimler arıyor insanlar. Bugün 18 yaşına gelmiş bir genç oy atarken bakıyor 70 yaşında birisi ülkeyi idare etmeye talip. Tecrübe çok önemli ama, hiç olmazsa genç ve dinamik yüzlerle vitrin yenilenmesi lazım.
“TÜRKİYE’DE DERİN DEVLET YOK, DERİN DİNAMİKLER VAR…”
TURKTİME: Aslında bu konuştuklarımız devletin ve siyasetin görünen yüzü. Bir de tüm bu gelişmeleri etkileyen ve adına "derin" dediğimiz işleyiş var ve siz de hem bunun kitabını yazdınız hem de dizisine danışmanlık yaptınız. Susurluk döneminden bu güne baktığınızda devletin derininde neler değişti? Değişimin bu güne etkisi nedir?
EMİN ÖZGÖNÜL: 3 Kasım 1996'da yaşanan kazadan sonra çok şey ortaya çıktı ve Türkiye artık eskisi gibi değil. Değişen bir şey yok, bu tür olaylar devam ediyor dense de artık kurumlar kendilerine çeki düzen verdiler. O günkü konsept farklıydı. O gün devletin bazı birimleri terör örgütüyle farklı bir mücadele yöntemini denedi. Mesela biz şu yoldan geçen adamın PKK'ya yardım ettiğini biliyoruz, bağlantılarını saptadık onu gözaltına aldık, ifadesini de aldık. Telefon kayıtları deşifreleri ile birlikte mahkemeye gönderdik ama mahkeme tutuksuz yargılamak üzere serbest bırakıyor. O dönemde bazı güvenlik güçleri biz bu adamlarla hukuk içi yollarla baş edemiyoruz. Ama bu benzin istasyonunun sahibi PKK'ya yardım yataklık ediyor, o zaman akşam birini gönderelim benzin alırken 9 milimlik bir mermi ile halledelim, ne mahkemeyle ne de başka bir şeyle uğraşalım gibi bir konsept vardı. Hukuk dışı yollara sapıldı. O konsept değişikliği Susurluk kazasıyla birlikte ortaya çıktı. Ama artık 2007 Türkiye'sinde böyle karanlık işler en azından devlet birimleri eliyle gerilemiş durumda. Kendisine derin süsü verenler var elbette.
TURKTİME: Ama eskisinden daha çok çeteler türedi. Bunlar derin devletin hala devam ettiğinin işareti değil mi?
EMİN ÖZGÖNÜL: Türkiye'de derin devlet yok ama kendisine derin adını veren gruplar var. O çetelere bakın kendi çıkarları için mücadele edenler.. Bilmem hangi barın otoparkını ben mi alacağım sen mi alacaksın diye kavga ediyorlar, ondan sonra da biz vatanseveriz diyorlar.
TURKTİME: Yani derin devlet yok mu?
EMİN ÖZGÖNÜL: Türkiye'de derin dinamikler var. Derin devlet aslında devletin kendisini koruma refleksi. Bu dinamikler de birtakım insanların kendilerini ülke yönetimine, rejime karşı sorumlu bulmalarından kaynaklanıyor. Adam güneydoğuda asker ya da polis, karşısındaki kişinin ne olduğunu görüyor. Sabah külahlı akşam silahlı. Bu ülke için zararlı bir insan ortadan kaldırayım diye kendi kendine düşünüyor. Kimse talimat falan vermiş değil. Yani ülkenin dinamikleri için her dönemde mücadele eden gruplar var. Bu gruplar bir biçimde ortaya çıkıyor.
“AĞAR KONUŞMADIKÇA SUSURLUK TAM OLARAK ORTAYA ÇIKMAZ. AMA AĞAR KONUŞMAZ…”
TURKTİME: Susurluktan geriye ne kaldı?
EMİN ÖZGÖNÜL: Bir tek Mehmet Ağar kaldı.
TURKTİME: Galiba bir de Sedat Bucak… Onca şeyden sonra Sedat Bucak'ın Ağar tarafından aday gösterilmesinin anlamı nedir?
EMİN ÖZGÖNÜL: Aslında politikada vefa olmaz ama bu Mehmet Ağar'ın vefasını gösteriyor. Sedat Bucak bir dönem PKK'ya karşı aşiretiyle birlikte mücadele eden bir kişi. Mehmet Ağar da hem Şanlıurfa'da Sedat Bucak'tan daha güçlü birisini bulamadığı için hem de vefa duygusu dolayısıyla onu aday gösterdi. Mehmet Ağar, dokunulmazlığı nedeniyle bu güne kadar yargılanamadı. Bugün Ağar'ın da dokunulmazlığı yok artık. O da yargılanacaktır. İnsanlar Türkiye'de Susurluk'a iki gözle bakıyorlar. Birincisi, bu adamlar kahraman, ülkedeki pislikleri temizlemek için kelle koltukta mücadele ettiler, öbür tarafta da bunlar hukuk dışı faili meçhul olaylar yarattılar, ülkeyi sıkıntıya soktular diyor.
TURKTİME: Siz hangi gözle bakıyorsunuz?
EMİN ÖZGÖNÜL: Ben iki gözle de bakmıyorum. Türkiye, ne bir Finlandiya ne de bir Hollanda. Yaşadığımız coğrafya dolayısıyla problemlerimiz var. Hiçbir zaman hukuk dışı yolları savunmam. Ama bu ülkenin polisi, savcısı, eroin kaçakçısı Hurşit'i delilleri ve belgeleri ile adli makamlara teslim edip 36 yıla mahkum edilmesini sağlıyorsa, aynı konumdaki Behçet'i de delilleriyle adalete teslim edip mahkumiyetini sağlamalıydı. Sapanca ya da Yığılca'ya ceset atarak değil. Üstelik eski itirafçılar, sabıkalılar ve katliam sanıkları bu işlerde kullanıldı. Ama Türkiye'de yargı, polis, asker ve terörle mücadele eden diğer unsurlar üzerinde de bir bıkkınlık yaratılmamalı. Böyle davranılırsa yarın mücadele edecek adam kalmaz.
TURKTİME: Susurluk ile bildiklerimiz bilmemiz gerekenlerin ne kadarına tekabül ediyor? Siz, bildiğiniz her şeyi yazdınız mı?
EMİN ÖZGÖNÜL: Biz büyük oranda yazdık ama bazı isimleri gizlemek durumunda kaldık. Abdullah Öcalan'a yönelik başarısız kalan Mercedes operasyonunun CD'sini bile seyrettim. Öcalan'ı Türkiye'ye getiren ve (Abdullah Öcalan memlekete hoş geldin) diyen Albay ile de tanıştım. Binbaşı Cem Ersever'i ortadan kaldıran kişiden de gerekçelerini dinledim. Mehmet Ağar konuşmadıkça, her şeyi anlatmadıkça o dönem tam anlamıyla ortaya çıkmaz. Yine o dönemin Jandarma Genel Komutanı eski MİT müsteşarı Teoman Koman konuşmadığı müddetçe o dönem tam olarak ortaya çıkmaz. Her şey ortaya döküldü ama o dökülenlerin içinde doğrular ne tarafta, yanlışlar ne tarafta tam olarak bilinmiyor. Ağar'a sorarsanız bizim yaptıklarımız doğrudur diyor ama diğer taraftan başkaları da esiyor gürlüyor.
TURKTİME: Zamanla konsensüs sağlanabilir mi?
EMİN ÖZGÖNÜL: Belki 50 yıl sonra bu günler birilerinin anılarından derlenir ve netleşir.
TURKTİME: Ağar konuşur mu peki?
EMİN ÖZGÖNÜL: Zannetmiyorum. Detay vermez, konuşmaz.
“KOD ADI NEDEN TUTMADI?”
TURKTİME: "Derin" ilişkileri anlatacak Kod Adı'na başlamıştınız ve Kurtlar Vadisi örneğine de bakınca dizinin çok ilgi çekmesi bekleniyordu. Ancak hem o hava yakalanamadı hem de belli bir süre sonra yayından kaldırıldı? Sizce Kod Adı neden tutmadı?
EMİN ÖZGÖNÜL: Tutmamasının birinci nedeni, seyirci izlediği dizide kendisine bir kahraman arıyor. Ve o kahraman da kamuoyunda tanınmış bir sanatçı olmalı. Bizim dizimizde tanınmış ve genç kızların hayran olabileceği bir kahraman yoktu. Bütün sanatçılar bizde tiyatrocuydu, yetenekli sanatçılardı ama insanlar ekran başına geçince böylesi bir karakter bulamadılar. Bir de biz gerçeklerden yola çıkıp bir senaryo üzerinde çalıştık. Senaryoyu gerçeklere bağlı kalarak yazmak gerektiği için fazla bir atraksiyon yapma imkanımız yoktu. Ayrıca insanlar işinden yorgun argın evine gelince kendilerini eğlendirecek bir şeyler arıyor. Bizi seyreden farklı bir kesimdi. Ama ölçümler sonucu her bölümü 3 milyon civarında kişinin izlediği belirlendi. Bu da az değil. Bir önemli unsur da Kanal D ilk dönemler Kod Adı ile Sağır Oda'yı aynı güne koydu. Sağır Oda bitip Kod Adı başlıyordu. İkisi de hemen hemen aynı kulvarda, derin devleti işleyen diziler. Birini izlediler mi yeter diyip magazin programına geçiyorlardı. Bizimki saat 22:00'deydi ama hiçbir zaman o saatte başlamadı. Ne zaman başlayacağı meçhuldü. İnsanlar bakıyor yok, tekrar bakıyor saatinde göremeyince başka kanala geçiyor. Kanal D hiçbir zaman saate uymadı. Ayrıca bu konularda suyun başı İstanbul. Ama biz diziyi Ankara'da çektik. Biraz mutfaktan uzak kaldık ve 13 bölümde bitirdik.
TURKTİME: Televizyonla ilgili yeni bir projeniz var mı?
EMİN ÖZGÖNÜL: Evet.
TURKTİME: Yine derin devlet mi?
EMİN ÖZGÖNÜL: Hayır, futbolla ilgili bir dizi. Bir futbol takımının ve çevresindeki insanların olayları.
TURKTİME: Siz ne yapacaksınız bu dizide? Yine senaryo danışmanlığı mı?
EMİN ÖZGÖNÜL: Ona benzer bir şey. Futbolla çok fazla ilişkim yok ama elimden geldiği kadar yardımcı olmaya çalışacağım.
TURKTİME: Kod Adı Susurluk'u Fikri Sağlar ile birlikte yazdınız. Dizide de birlikte senaryo danışmanlığı yaptınız. Bu birliktelik kimin fikriydi? Projeye kim kimi davet etti?
EMİN ÖZGÖNÜL: 1983 seçimlerinden Halkçı Parti 117 milletvekiliyle Meclis'e geldi. Bu Meclis'in iki tane genç ve dinamik milletvekili vardı, biri Fikri Sağlar, diğeri Cüneyt Canver. İkisi de benim çok samimi dostumdu. Canver vefat etti. Bizim Sağlar'la dostluğumuz devam etti. Meclis Susurluk Komisyonu kurulduğunda CHP adına üye oldu. Benim de en yakın diyalog kurduğum komisyon üyesi olarak o vardı. Komisyona gidip gelmeye başlayınca ortak çalışmaya başladık. Alaattin Çakıcı ile ilgili telefon bandı Sağlar'a gönderildiğinde 'böyle bir bant geldi, ne yapacağız' diye ilk beni aradı. Gazeteci politikacı ilişkisinden öte dost ilişkimiz vardı. Belgeleri Sabah'ta haber yapıyordum ama bölük pörçük olduğu için unutuluyordu. Ya da anlamadıkları için kullanmıyorlardı. Biz de bu bilgi ve belgelerden yararlanıp kitap yazalım dedik. 18 baskı yaptı. O kitabı yazdıktan sonra Kanal D'den Fikri Sağlar'a bu tip bir proje için ne düşünürsünüz şeklinde bir öneri geldi. Öteden beri bu konuda birlikte çalıştığı arkadaşı olarak da birlikte düzenleyelim diye beni önerdi. Onun eksiklerini ben tamamlıyordum, benim eksiklerimi de o.
TURKTİME: Bu konu aslında riskli bir konu. Hem kitap yazınca hem de dizi döneminde herhangi bir sıkıntıyla karşılaştınız mı?
EMİN ÖZGÖNÜL: Hayır. Benim kim olduğumu, ne olduğumu herkes biliyor. Mehmet Ağar da Sedat Bucak da biliyor. Onlarla yıllardır gazeteci politikacı ilişkisi içinde oldum. Bir de saptırmadık hiçbir şeyi. Belgeleri koyarak yazdık. Birilerinin lehinde ya da aleyhinde kasıtlı yazmadık. Sıkıntıdan kastınız tehditse, beni kimse tehdit etmedi.
“KARŞI KOMŞUSUNU RÖNTGENLEYEN İNSANLAR GAZETECİYİM DİYE GEZİYOR”
TURKTİME: Gazeteciliğe 1980'de başladınız, şimdi 2007. O dönemden bu döneme gazetecilikte neler değişti?
EMİN ÖZGÖNÜL: Değişen en önemli şey şu; eskiden gazeteler haber verirdi. Şimdi haberden öte farklı kaygılar var. Sizin haftada bir özel bir manşet yazmanız ya da diğer gazeteci arkadaşlarınız atlatmanız çok önemli değil. Mühim olan müessesenin çıkarları doğrultusunda bir kulvarda gidebiliyor musunuz? Sizin Ankara temsilciniz bilmem ne bakanıyla çok samimi mi? Veya bir muhabir hükümetin hangi üyesiyle geceleri oturup yemek yiyebiliyor ve holdingin aksayan sorununa katkı sağlıyor. Kim tarafından basın piyasasına sokulduğu gayet iyi bilinen ve karşı komşusunu röntgenleyen adamlar gazeteciyim diye ortada geziyor. Maalesef gazetecilik bu hallere düştü..
TURKTİME: Bu tür örnekler hep böyle değil miydi?
EMİN ÖZGÖNÜL: Eskiden bir gazeteci politikacıyla yemek yediği zaman ertesi gün de manşet haberini yazıyordu. Şimdi o bakanla oturduğunuzda bizim patronun bir evrakı varmış, genel müdür imzalamıyor rica etseniz de imzalasa diye oturuyor. Bazı gazetelerin yöneticilerini Ak Parti kurmayları atıyor ya da görevden alınmasın diye çaba gösteriyor. Şimdi bir makama gelmeniz için bilek gücü ve ya gazetecilik gücü önemli değil, danışmanlar ve başkanlar önemli.
BİRİNCİ BÖLÜM İÇİN TIKLAYIN...
Yorumcuların dikkatine… • İmlası çok bozuk, • Büyük harfle yazılan, • Habere değil yorumculara yönelik, • Diğer kişilere hakaret niteliği taşıyan, • Argo, küfür ve ırkçı ifadeler içeren, • Bir iki kelimelik, konuyu zenginleştirmeyen, yorumlar KESİNLİKLE YAYIMLANMAYACAKTIR. |
Bunlar da ilginizi çekebilir...