Siz gözlerinizi dünyaya açtığınızda, elinizde bir avuç hayal.. Küçük, narin, ama bir o kadar değerli. O hayaller ki; bir çocuğun masum gülüşünde parlar, bir bahar dalında açan çiçeğin kokusuna karışır. Oysa hayat size sinsice bir oyun oynar ve bir ömür o hayalleri kovalarken geçip gider...Koşarsınız, didinirsiniz, emek sarfedersiniz, fedakarlıklar yaparsınız, bir yerlere varma telaşıyla nefesiniz kesilir...
Zirve dedikleri uzaktan göz kırpan bir ışık gibi; yaklaştıkça kaybolur, dokundukça buharlaşır... Serap mı bu yoksa bir aldanış mı? !
Sorular zihninizde birikir, cevaplar aklınıza karışıp uçar...
Peki ya bu koşuşturmaca fark etmeden sizi sizden alıyorsa?
Evet! Hayat bir tiyatro sahnesi ve siz hep yanlış replikleri ezberlediniz, bir rolün peşinde
kayboldunuz...
Düşünün! Bir sabah uyanıyorsunuz, gözlerinizi açtığınızda gün çoktan başlamış...
Kahvaltı masasında acele bir yudum çay, bir lokma ekmek sonra sokağın kalabalığına karışıyorsunuz. Herkes bir yerlere yetişme peşinde, bir şeylere sahip olma hırsıyla yanıp tutuşuyor.
Toplum, bir ayna gibi önünüze dikiliyor: Daha hızlı koş, daha güçlü ol, daha çok biriktir!
Zenginlik, statü, başarı! Hepsi bir madalya gibi boynunuza asılmayı bekliyor fakat durup soruyor musunuz: Neden?
Bu yarış kime karşı, ne uğruna? Günler, haftalar, aylar, yıllar akıp giderken bir an nefes almayı bile unutuyorsunuz.. İşte o an içinizde bir boşluk beliriyor. Ne altınla doluyor o boşluk, ne alkışla kapanıyor...Bir eksiklik hep yanınızda!
Sanki bir parça doğduğunuz gün kaybolmuş ve siz ise bir ömür onu arıyorsunuz!
Bakınız!
Düzen böyle işliyor...Size roller biçiyor, maskeler giydiriyor.
Anne olun!
Baba olun!
İş insanı, memur, sanatçı….!
Her biriniz bir kimliğin gölgesinde gerçek benliğinizi arıyorsunuz. Peki ya bir gün bu kimlikler elinizden kayıp giderse? Geriye ne kalır?
"Bir avuç anı, birkaç buruk tebessüm..Belki de aklınızın ucunda kalıp söyleyemediğiniz sözler!"
Modern çağ, size koca bir yalan satıyor:
Mutluluk; bir sonraki durakta, bir sonraki maaşta, bir sonraki evde! Oysa mutluluk bir vitrin süsü değil...Bir bakışın gözlerinde parlayan o saf ışıkta bir aşkın içten samimiyetinde bir akşamüstü gökyüzünün maviliğinde gizli!
Siz ise sadeliği unuttunuz..Karmaşanın ve kaosun esiri, telaşın kölesi oldunuz..
Gelin! Bir an durun ve aynaya bakın!Orada kimi görüyorsunuz?
Hayalleriyle barışmış dingin bir ruh mu, yoksa telaşla kaybolmuş yorgun bir gölge mi?
Özgürlük zincirleri kırmak değil, o zincirleri taşıma zorunluluğunu reddetmek...Zihniniz bir uçurumun kenarında salınıyor... Bir yanda geçmişin ağır yükleri omzunuza çökmüş diğer yanda geleceğin belirsizliği kalbinizi kapamış...Tam da böyle düşünürken ve bu arayışın içinde iken kendinizi buluyorsunuz...
Bir an sessizce durun, kalbinizi dinleyin!
Ne fısıldıyor size?
Bir sevda mı anlatıyor?
Binbir umut mu yeşertiyor?
Yoksa bir pişmanlık mı sızlatıyor yüreğinizi?
Hepsi sizden birer parça; sizi siz yapan, ruhunuzu varlığını ispatlayan!
Hayat bir aklın farkındalığı gibi akıp gidiyor, dur durak bilmeden! Siz bu akıntıda bir düşünceye veyahut bir amaca tutunmuş yolcularsınız...
Zaman avuçlarınızdan kayıyor, tutamıyorsunuz...Bir anlık duruş, bir içten bakış, sonsuzluğu hissettiriyor değil mi?
O halde hayallerinizi bir kenara atmayın. Bir avuç da olsa onları kalbinizin merkezine taşıyın... Çünkü arayışınızla varsınız, umudunuzla direniyorsunuz, sevginizle büyüyorsunuz...
Belki bir gün, bu uzun yolculuğun sonunda, durup geriye bakacaksınız..Eksiklerinizle, hatalarınızla ve bir o kadar da cesaretinizle! Kendinize içten bir tebessüm edeceksiniz..
İşte o an her şeye değecek!
O an bir ömre bedel olacak!
HayalleriM ve o kıymetli kıvılcım hiç sönmesin! Bir harfimin kelimelerine dönüşen heyecanımda, bir cümlemin duygularını ahenkle hissedişimde, o sevdiğimin gözlerinde yaşasın!
Arayışınız yorsa da sizi , ömrümüzü birleştirin! Çünkü; ben bir avuç hayalle başladım bu serüvene; bir ömür anlayış ile kendimi buluyorum..
Ve asıl mesele; belki de varmak!
Yolda olmak değil!
Günün Esra Süntar sözü:
Ey gece!
Düşüncelerim zamann içinde kaybolduğunda, hayallerim sessizce bir arzuya dönmüş, bulunuyor!
Gerçekliğime uzanmadan önce bir kez daha aynanın yansıtıcı yüzüne baktım;
..."Dün gece uyuduğumda bıraktığım o tanıdık yansıma bu sabah beni bekliyor muydun ?"..
Yoksa sen ey zaman!
..."Aradan süzülen birkaç söz ile aklıma ve ruhuma bir izini mi kazıdın?"..
Her sabah sana baktığımda kendime sorduğum soru değişiyor:
“Bugün seni nasıl tanıyacağım?”