“Ya, hiç anlamsız bir bakışın yok mudur senin? Hep böyle o kısa mekansal kısıtı delip fersahlarca öteleri görmek arzusuyla kıvranan ve kıvranırken kısılıp büzüşen, hep ötesini gören yada görmese bile uzakları duyumsayan ve duyumsarken ne görüyorsa derinden hüzünlenen bakışlar nasıl olur? Hani insanlık durumudur; bön bön baktığın anlar neden yoktur?” diyip o derinlik karşısında bir anda Kant’ı falan unutup “saygı duyulacak tek şahıs” diyerek yerlere kadar eğilmek geliyor insanın içinden… O Prestij bakışlarıyla karşılaşınca.
Bu anlam yüklü bakışlarla, yada bakışlarına bu anlamı yüklemeye çalışmasına ne zaman rastlasam, bir yandan burnuma tuhaf kebap ve lahmacun kokuları üşüşürken bir yandan da ister istemez ter yada kıl yada esmer koku sarıyordu her yanımı. Tabii bu kokular arasında cebelleşirken, alemin anlamını ve kralını da tanıyordum.
İşte tam da bu anlam açılması ile Şerif Mardin ve Nilüfer Göle okumayı bıraktım. Sosyolojik anlamda aradığım tüm açılımı alemin kralı Mahsun Kırmızgül ve Prestij ekibi yapıyordu o beynimi tırmalayan var oluşuyla çünkü. Daha fazlası var mıydı?
Tatlıses’in cehalette inatla direnen ağır gerçekliği sıkmıştı ve ikame edilmesi gerekiyordu belli süre. Artık ortalık daha light kebap kokularıyla dolacak, eğitimi ve giyinişiyle kentlileşmeye daha yatkın bir ikinci nesil doğacaktı; “Neo Özal dönemi...”
Ve tam da bu noktada Tanrı Mahsun’u yarattı. Evet, alem buydu ve kral o olmuştu. Onun gibiler... Artık tek gerçekliğimiz vardı: Prestij Ailesi. Alişanlar, Ceylanlar, Özcan Denizler… Tornadan çıkmışçasına o hisli bakışlar, kente oynayan ezilmiş ama yetişmiş garibanlar…
Kazandılar…
Devletten alınan milyar dolarlık desteklerle kurulan şirketlerle, “sayın yetkililer” ve “camialarla” girilen ilişkilerle ciddi bir toplumsal meşruiyet sağlayıp ceplerini doldurdular. Bu arada yarattıkları o “kentlileşmeye evrimleşen köylü” tipi şehirlere daha rahat yerleşmeye ve yaşamlarımıza utana sıkıla yaptıkları tacizleri aleni tecavüze çevirmeye başlamışlardı.
Tatlıses neslinin o ağır kebap kokusunun giremediği alanlar, Kırmızıgül neslinin light kokusu karşısında mevzisiz kalmıştı.
Oysa ki yıkıcılığı aynıydı.
Ve geldi, misyonunu tamamladı, bu kültürü genele yayıp saz arkadaşlarıyla birlikte kaybolup gitti.
Ne Maldivler’deki klipleri, ne jöleli saçları, ne üstündeki Gucci kıyafetler ne de ağlama sızlama edebiyatı iş yapmayacaktı artık. Çünkü Kırmızıgül tarihselliği bitmiş, o prestij bakışı her bağrı yanık köylü delikanlılarının gözlerine yerleşmiş, bu delikanlılar içimize kadar girmiş ve daha önce aramıza almakta imtina gösterdiğimiz Tatlıses nesli Kırmızıgül’ün açtığı o alanda meşruiyetini bulmuştu.
Artık hiçbir kozmetik ürünü kurtaramayacak bizi. Ne kullanırsak kullanalım, hepimiz kebap kokmaktayız.
Afiyet olsun…
Yorumcuların dikkatine… • İmlası çok bozuk, • Büyük harfle yazılan, • Habere değil yorumculara yönelik, • Diğer kişilere hakaret niteliği taşıyan, • Argo, küfür ve ırkçı ifadeler içeren, • Bir iki kelimelik, konuyu zenginleştirmeyen, yorumlar KESİNLİKLE YAYIMLANMAYACAKTIR. |
Bunlar da ilginizi çekebilir...