RAİKAL - ANALİZ
Hukukun öncelikli muhatabı vicdan olsa gerek. Şike davasına bakan mahkemenin başkanı Mehmet Ekinci’nin, kararın verildiği geçen pazartesi sabahı yaptığı konuşmada, hakem jargonundan ödünç alıp kullandığı “Gördüğümüzü çaldık, hakkınızı helal edin” ifadesinin psikolojik karşılığı kamuoyunu vicdanına yönelik bir çağrıydı aynı zamanda. Keza önce arkadaşımız İsmail Saymaz ’a 14 Haziran tarihli Radikal ’de, sonra da dün Hürriyet ’te Ertuğrul Özkök ’e açıklamalarda bulunan davanın mahkeme öncesi savcısı Mehmet Berk’i de bir tür itiraflar manzumesine iten şeyin kamuoyu vicdanı olduğu kanaatindeyim.
Biz sizi belleksiz sanmıştık!
Ama Berk’in açıklamaları da işte tam bu noktada sarpa sarıyor. Savcının, Özkök’e telefonda yaptığı davanın hali pür melaline dönük ifadeleri arasında hem bir ‘itiraf’ içeren hem de ‘Kamu vicdanını rahatlatayım’ derken asıl olarak bence yaralayacak olanı şuydu: “Bu dava hayatımızı allak bullak etti. Ben Balyoz davasında da çalıştım. Şike davasını açtığımız zaman, bunun da Balyoz gibi üç-dört ay konuşulup biteceğini sandık. Ama yanılmışız. Bunun böyle bir noktaya geleceğini hiç tahmin etmedik.”
Demek ki, “Bu toplum belleksiz, her şeyi unutup gider” tezine siyasetçiler kadar hukuk adamları da sığınıyor, daha doğrusu halkımızın bu temel refleksinden (ya da zaafından diyelim) onlar da yararlanmaya çalışıyor. Siyaset kurumu ne yapıyor? Ortada Uludere meselesi mi var, atıyor ortaya kürtajdı, sezaryendi, “Tartışın bakalım, arada asıl sorunu unutursunuz” diyor ve bu gündem eskitme hamlesinde çoğu kez başarılı oluyor. Savcı Berk tabii ki gündem eskitmiyor ama “Tıpkı Balyoz’da olduğu gibi toplum üç-dört ay konuşur, meseleyi tüketir, biz de önümüzdeki davalara bakarız” demeye getiriyor. Lakin bu kez karşılarına, bu toplumun en hastalıklı sevdası futbol çıkmış; doğru ya da yanlış Fenerbahçe camiasının hem başkanlarına hem de davaya olan yaklaşımları, bir anlamda savcının ezberini bozmuş.
Yüzde 90’ı yalanmış!
Sürecin geldiği nokta itibariyle biz Radikal Spor Servisi ahalisi olarak, taraftarın bu davada siyasallaşmasını önemsedik ve sürekli olarak bu konunun altını çizmeye çalıştık. 100 yılı aşkın futbol serüvenimizde çok da şanlı sayfalarımız yok. Devamı gelmeyen gündelik başarıların dışında, bu oyuna özel anlamlar yüklememizi sağlayan motivasyon kaynaklarımız hayli eksik. Ama futbolda her şey başarı değil, önemli olan tutkumuz ve çoğu kez ‘Nefret söylemleri’yle eklenen bu tutku galiba bu kez bir işe yarayacak gibi görünüyor (Hoş ben bu ifadeleri sarf ederken, Fenerbahçe ve davada adı geçen tüm kulüpler için ‘Suçludur, suçsuzdur’ yargılarının ötesinde bir noktadan meseleye yaklaşmak ve sürecin en somut kazanımlarından bahsetmek niyetindeyim).
Yeri gelmişken bir hatırlatmada daha bulunmak istiyorum. İsmail’in (Saymaz) söyleşisinde savcı Berk şöyle bir ifade kullanmıştı: “Şike sürecinde çıkan haberlerin yüzde 90’ı yalandı.” Bu görüş üzerine ben de 18 Haziran’da, ‘Günah çıkarma faslındayız galiba’ başlıklı yazımda, “Berk gerçekten bu görüşteyse süreç sırasında niye bu haberlerin önünü en azından hukuk yoluyla kesmedi? Bunu basını sansürlemek anlamında söylemiyorum; davada adı geçen kulüp ve şahısların isimlerinin kirlenmemesi yönünde hukuki bir hamleye soyunabilirdi. Olmadı gerektiğinde yalan olarak addettiği her haberi kamuoyu önünde deşifre edebilirdi. Yani edebilirdi, yapabilirdi. Şimdi ‘Yüzde 90’lı yalandı’ demek bana çok manalı gelmiyor. Eğer ortada bir günah varsa bunu sadece basının üzerine yıkmak meseleyi hem çözmüyor hem de doğru okunmasını sağlamıyor” demiştim.
Sonuç itibariyle Berk, konuştukça çözülen bir insan prototipi çiziyor. Çözüldüğü noktalarda da ne yazık ki bu ülkede hukuka duyulan güvenin neden sağlam olmadığını da açıkça görebiliyoruz. Adaleti sağlaması gereken kişi, bu yolda zamanında gerekli hamleleri yapmamış. Hem İsmail’le söyleşisinde hem de Özkök’e yaptığı açıklamalarda parçaları birleştirdiğimiz tablo böyle tamamlanıyor.
‘Ateist ve Aleviler’ meselesi…
Bir de Berk’in Özkök’le yaptığı görüşmede, “Bu davada cemaat yok” görüşünü desteklemek yolunda “Bu davada çalışan çok sayıda insan var. Aramızda Alevi arkadaşlarımız, ateist arkadaşlarımız var. Bize hiç böyle bir müdahale olmadı” şeklinde ifadeleri var ki, bence bu da tuhaf bir bilinçaltının dışavurumu. Bunun biraz da yakın geçmişte, “Benim türbanlı arkadaşlarım da var ama yine de üniversitede türbana karşıyım” diyen zihniyetten farkı yok. Bir hukuk adamından beklenen, ‘Ateistti, Aleviydi’ demek yerine “Hepimiz hukukun üstünlüğüne, tarafsızlığa, kamu vicdanına, adaletin tecelli etmesine inanan insanlardık” demesini beklerdik.
Sonuç? Demek ki bir davanın toplum nezdinde gündemde kalabilmesi için ‘taraftarlar’a ihtiyaç varmış. Bu taraftarların futbol ya da hayatın diğer alanlarından olması gerekmiyor, önemli olan inanmaları...
Bir başka önemli nokta, toplum hafızasının unutkanlıkla olan savaşı… Buradan yola çıkarak Dersim’i, Maraş’ı, Sivas’ı, Uludere ’yi, sel felaketlerini (Ayamama ya da Samsun, fark etmez) ve bilumum savaş çığırtkanlarını unutma, unutturma diyorum….