Öğretmen olmalı mıyız?..
Yoksa, hoş sohbetle gönül alan mı olmalıyız? Gönülden gönüle yollar mı kurmalıyız? Belki çok şey biliyoruzdur. Karşımızdakini bir türlü beğenemiyoruzdur. Ya da, bildiklerimizi göstererek kendimiz beğenilme arzusu içerisindeyizdir.
Bu kibir değil mi?..
Zatında güçlü bir benliği sunma ihtiyacı nereden geliyor? Çok mu eleştirildik? Çok mu baskı gördük? Üzerimizde konumlanan bir ebeveyn algısına savaş mı açtık?
Sormadan olmaz..
Soruları kendimize çevirmeden olmuyor. Kendimize dönüp dönüp davranışlarımızı sorgulamadan olmuyor.
Kendi deryamızda kaybolup yüzmeyi öğrenmeliyiz..
Önce boğulur gibi hissederiz. Çırpınmaya başlarız. Çırpındıkça, kendi alanımızda nefes alabilmenin yollarını deneriz. Nefes almayı başardıkça, kulaçları atmanın cesaretine erişiriz. Böylece ilerleyebiliriz.
Diğeri ise, kendi denizine varamamaktır..
Kıyılarda, bağırıp çağırmaktır. Boşu boşuna yorulmaktır. Şikayetlerle göçüp gitmektir. Kendine egemen değilken, bir noktadan insanlığa öğütler vermeye kalkışmaktır.
Hangimiz yapmadık?
Cehaletimizi ortaya defalarca çıkardık. Her başka bireyin hükümranlığına girdiğimizde veya diğer kişilere hükmetmek istediğimizde, cahilliğimizi ispatladık.
Bir kendimize bakacaktık..
Bir potansiyelimizi keşfedecektik. Becerilerimizi açığa çıkaracaktık. Bize ait eylemlerle, hayatımızı yönetecektik.
Ben, sen, biz, siz ve onlar..
Özneleri karıştırdık. Haddimizi aştık. Keşke, ilk basamak ‘ben’de kalsaydık. ‘Ben’ ile baksaydık. ‘Ben’ ile cümleler kursaydık. ‘Ben’in acizliğinde sohbete girişseydik.
O zaman, gönüllere inebilirdik diye umuyorum.
Güneş..
Güneşte erimek..
Yumuşamak..
Suya dönmek..
Gönüllerin okyanusunda birbirine karışmak..
Birbirini anlamak..
Beraberken gülebilmek..
Öğretmeye kalkıştıklarımızla mı?..