Ergenekon'un Kürt tetikçileri Türkiye, geciken bir tartışmayı, hesaplaşmayı yaşıyor. Avrupa, ABD kökenli gladyoyu bağrından söküp atalı yıllar oldu. Türkiye'de ise durum bir muamma,
Ümraniye'de bir gecekonduda bulunan bombaların ardından başlayan derin süreçte henüz son söz söylenmedi. Karşılıklı çekilen kılıçların, düelloya dönüşmesini beklemek nafile...
At izinin, it izine karıştığı bu günlerde, her yol Ergenekon adı verilen ve bir birine benzemeyen kişilerin oluşturdukları iddia edilen bir yapıya çıkartılıyor.Bu bilinçli bir tercih mi,yoksa gölgesini kovalayan bir başka yapının psikolojik harp stratejisinin uzantısı mı görülecek davada ortaya çıkacak!
Her tartışmada olduğu gibi, badireli yolda önemli kilometre taşlarından biri PKK ve Abdullah Öcalan! Abdullah Öcalan derinliklerin neresinde? Öcalan'ı yanında çayçı olarak çalmıştıran ve Milli İstihbarat Teşkilatı'nın yan kuruluşu olduğu öne sürülen Türkiye Fikir Ajansı'nın sahibi Refik Korkud (Yiğitbaş) kim, şimdi ne yapıyor?
Peki Öcalan'ın PKK'nın kuruluşunu finanse ettiğini öne sürdüğü ve yüzbaşı rütbesi ile Türk Silahlı Kuvvetleri'nde görev yaptığını açıkladığı Ağrılı Pilot Necati Kaya, kimin adına derin ilişkilere girdi.Pilot Necati Kaya'nın oğlu İlker Kaya babası ile ilgili hangi bilgileri teyit etti, hangilerini yalanladı.
12 Mart'n ünlü savcısı ve Devlet eski Bakanı Baki Tuğ, Abdullah Öcalan'ın serbest kalmasında bir ihmali var mı? Kaçncı cumhurbaşkanının oğlu da Abdullah Öcalan'ın elebaşısı olduğu eyleme katıldı, ancak gözaltına bile alınmadı. 9'uncu Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, Abdullah Öcalan için ne dedi...
Merhum gazeteci yazar Uğur Mumcu'nun iddia ettiği gibi Abdullah Öcalan'ın yargılandığı Şafak Bildirisi davasında Milli İstihbarat Teşkilatı'ndan savcı Baki Tuğ'a "Öcalan,elemanımızdır" mealinde bir not gelmiş miydi.
Ve Pilot Necati Kaya, Öcalan'ın iddia etitği gibi TSK'da görev yapmış mıydı? 1994 yılında Meclis'ten yaka paça atılan DEP'li vekillerden 4'ünü kim serbest bıraktırdı?
Bu soruların yanıtlarını Gazeteci –Yazar Necdet Pekmezci'nin kaleme aldığı ve Sliüet yayınları tarafından yakında piyasaya sürülecek olan "Apo ve Pilot- PKK'nın MİT'olojik tarihi" adlı kitapta bulacaksınız..
Kitaptan bazı bölümler şöyle:
Refik Korkud MİT elemanı
Refik Korkud'un MİT ile irtibatlı olduğu düşüncesini sadece Avni Özgürel taşımıyor. MHP ya da milliyetçi çevrelerde Refik Korkud, tanınan bilinen bir isim. Ne hikmetse herkes susmayı tercih ediyor. Ortada bir sütoğlanlık hali var.
Baki Tuğ, bir adım daha ileri giderek Refik Korkud'un sendikacılık konusunda uzman olduğunu ve bu konularda Tercüman gazetesinde zaman zaman yazılar yazdığını anlatıyor:
"Sanıyorum ki, Refik Korkud MİT'tendi. MİT İle irtibatlıydı."
Refik Korkud faslını burada kapatıyoruz.
MİT Günaydın Apartmanı'nı Sakladı
Öcalan, polisin Günaydın apartmanını keşfettiğini ve yakalanmasına ramak kala burayı terk ettiğini anlatıyor. Anlattıkları safsata. Çünkü 1977–1981 yılları arasında Diyarbakır'da siyasi şubede PKK masasında görev yapan Komiser Mehmet bey, Öcalan'ın kaldığı daireden yıllar sonra haberdar olduğunu anlatıyor:
"Bu sırada siyasi şubede PKK masasında üç kişi vardı. Bu üç kişinin en önemli özelliği Kürt kökenli olmalarıydı. İyi derecede Kürtçe biliyorduk. Bölgenin gelenek ve görenekleriyle yetişmiştik. Vatandaş ile sağlıklı diyalog kuruyorduk. Fakat ekipte sadece üç kişi vardı. Değil Günaydın apartmanına baskın yapmak, öyle bir yerin varlığından bile haberdar değildik. Yıllar sonra Mahir Sayın'ın "Erkeği Öldürmek" adlı kitabında PKK hakkında ne kadar az şey bildiğimizi üzülerek öğrendim. Bilmediklerimden birisi de Günaydın apartmanıydı. MİT ile de koordineli çalışıyorduk, ama belli ki böyle bir bilgiyi bizden saklamışlar!"
Eylemci Korutürk
12 Mart'ın Abdullah Öcalan'ın derinleşmesinde katkısı büyük. Ali Haydar Kaytan'a göre, Abdullah Öcalan, Kürdistan Sömürgedir tezini Mamak Cezaevi'nde geliştiriyor ve ardından da Türk solunu dışlayan ayrı bir örgütlenmeye yöneliyordu.
Abdullah Öcalan'ın Şafak Bildirisi'ni dağıtma suçundan beraat etmesi, hem kendinin hem de Türkiye'nin kaderini değiştiriyordu.
Yasadışı gösteriye katıldıkları gerekçesiyle uzun yıllar cezaevinde kalan, yaşamları başka çizgiye savrulan çok sayıda öğrenci vardı. Abdullah Öcalan gibi derin şanslılarda.
Gösteriye katıldığı halde şanslı öğrencilerden olan ve yargı önüne çıkmayan bir isim daha vardı. H. Selah Korutürk de SBF'de düzenlenen gösteriye katılanlar arasındaydı.
Ali Haydar Kaytan, "Anılarla Abdullah Öcalan- Güneşin Sofrasında-1" adlı kitabın 37'nci sayfasında Kızıldere protestosunu ve Hüseyin Selah Korutürk'ün eyleme katılanlar arasında olduğunu anlatıyordu:
" …Bütün öğrenciler dışarı çıktılar. O dönem Fahri Korutürk'ün oğlu bizim okuldaydı. Şu anda da sanırım dışişleri bakanlığı'ndadır. O da boykota katıldı. "
Demirel, "Keşke Tuzluçayır'da öldürülseydi"
Süleyman Demirel, 40 yıla yakın Türk siyasetinde var, hala da etkisini sürdürüyor. Muhtıra, darbe gördü. 7 kere gitti sekiz kere geldi. Son olarak Çankaya Köşkü'nden Güniz Sokağa döndü.
12 Mart muhtırasından canı yananlardan biri de Süleyman Demirel. Her aklına geldikçe, canını sıkan bir olgu muhtıra. İktidardan uzaklaştırılmasının acısını bir türlü unutamadı, unutturmadı. Asılanlar, işkenceden geçenler, sakat kalanlar, öldürülenler unutuldu ama Demirel, 12 Mart'ı bir türlü unutmadı.
Abdullah Öcalan'ın 12 Mart muhtırasından sonra yükselen grafiğini de yakından bilen bir isim Demirel. 1980 yılların sonunda Süleyman Demirel'den çok Abdullah Öcalan ve PKK konuşuluyordu. Güniz Sokak her zamanki gibi hareketliydi. Demirel, alelade konuklarını büyük salonda ağırlıyordu. Sır paylaşmak istediklerini ise hemen karşısında bulunan küçük odada konuk ediyordu.
1989 yılında küçük odanın sadece bir tek konuğu vardı. Demirel, bu şahsı karşısına aldı ve uzun uzun PKK'nın eylemlerinden ve ülkeye verdiği zararlardan söz etti. Konuşmasının sonunda ise ağzındaki baklayı açığa çıkardı:
"Abdullah Öcalan'ın İstanbul'dan Ankara'ya gelmesine keşke izin verilmeseydi. O zamanlar Dev-Genç'i bölmek için böyle bir yol izlendi… Kürt gençlerini Marksistlerin elinden kurtarmak ve Dev-Genç bölünmek istendi. Bunda başarılı olundu olunmasına ama Abdullah Öcalan yağdan kıl çeker gibi kaydı gitti. Keşke Tuzluçayır'da öldürülseydi!"
DEP'e "Derin" Müdahale
Doğu ve güneydoğundan sıra sıra bayrağa şehit tabutları geliyordu. Hanelerden feryat yükseliyor, gidişattan sorumlu olanlar ellerinin altındaki Demokrasi Partisi'ne(DEP) uzanıyordu.
Dönemin Başbakanı Tansu Çiller, ortağı SHP Genel Başkanı Murat Karayalçın'ın mutedil davranmasını fırsat belleyerek Meclis'teki DEP'lileri eşkıyanın işbirlikçisi ilan ediyordu.
Çiller'in çıkışı, Meclis'te 2 Mart 1994 tarihinde olağanüstü hal yaşanmasının yolunu açıyordu. Bu tarihte DEP milletvekilleri Orhan Doğan ve Hatip Dicle 2 Mart 1994′te Türkiye Büyük Millet Meclisi'nden çıkışta sivil polisler tarafından gözaltına alınıyordu. Hele Orhan Doğan'ın gözaltına alınması psikolojik harp manevrası kokuyordu. Polisler, bir vekili ensesinden tutarak aracın içine sokuyorlardı
Aynı gün TBMM'de yapılan oylamada DEP milletvekilleri Orhan Doğan, Hatip Dicle, Leyla Zana, Ahmet Türk, Sırrı Sakık ve bağımsız milletvekili Mahmut Alınak'ın dokunulmazlıklarını kaldırılmış ve Ankara 1 Nolu Devlet Güvenlik Mahkemesi, Kürt milletvekilleri hakkında "derhal sorguya alma" emri veriyordu.
Orhan Doğan ve Hatip Dicle'nin ardından 4 Mart 1994′te Leyla Zana ve diğer milletvekilleri gözaltına alınıyor ve 17 Mart'ta Ankara Merkez Kapalı Ceza ve Tutukevi'ne konuluyorlardı
16 Haziran 1994′te Anayasa Mahkemesi, 7 Mayıs 1993′te kurulan Demokrasi Partisi'nin kapatılmasına ve 5′i cezaevinde bulunan 13 milletvekilinin tümünün dokunulmazlığının kaldırılmasına karar veriyordu. 1 Temmuz 1994′te Selim Sadak da gözaltına alınıyor ve 12 Temmuz'da da tutuklanıyordu. 3 Ağustos 1994'te tutuklu bulunan 6 eski milletvekiliyle başlayan DEP, 8 Aralık 1994′te sonuçlanmıştı
Mahkeme sonunda Diyarbakır milletvekilleri Hatip Dicle ve Leyla Zana ile Şırnak milletvekilleri Orhan Doğan ve Selim Sadak, Türk Ceza Kanunu'nun 'yasadışı örgüt üyeliği' fiilini düzenleyen 168-2 ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu'nun ceza artırımını öngören 5. maddesi uyarınca, Devlet Güvenlik Mahkemesi tarafından 15′er yıl ağır hapis cezasına çarptırıldılar.
Yargıtay 9'uncu Ceza Dairesi, Leyla Zana, Hatip Dicle, Orhan Doğan ve Selim Sadak'ın 15'er yıl, Mahmut Alınak ve Sırrı Sakık'ın 3'er yıl 6'şar ay hapis cezasını onayladı. Alınak ve Sakık cezaevinde yattıkları sürerek göz önünde bulundurularak tahliye ediliyorlardı.
Yine aynı kararda cezaları bozulan Ahmet Türk ve Sedat Yurttaş da tahliye ediliyorlardı.
Buraya kadar yazılanlar DEP'in de Türkiye'nin de resmi tarihiydi. İşin bir de gayrı resmi yanı vardı.
Öveçler semtindeki mütevazı büroda sohbet yine derinliklerdi; DEP davasının üzerinden 14 yıl geçmişti, AB süreci vs derken hükümlü DEP'liler de çoktan tahliye edilmişlerdi.
Tesadüfen büroda bulunan R. derin ilişkileri anlatırken DEP davası ve tahliye sürecine dikkat çekiyordu. Anlattıkları derin tarihe ters düşmeyen cinstendi. Sürecin içinde yer aldığını üzerine basa basa tekrarlıyordu. DEP davasına "derin" müdahalenin olduğunu usul usul anlatıyordu. Özellikle tahliye olan kişilerle ile "derin" müdahalenin yapıldığını söylüyordu.
Mahkeme ve Yargıtay aşamasında tahliye edilen şahısların bu derin müdahaleden bilgisi var mıydı yok muydu, R. bu konuda fikir yürütmüyordu. Müdahalenin içsel de dışşal da olabileceğini özellikle vurguluyordu:
"DEP davasına dışarıdan müdahale edildi. Özellikle belli kişilerin tahliye edilmesi için birileri devreye girdi. Tahliye edilen kişilerin bu müdahaleden bilgileri var mıydı yok muydu bilemem! Bildiğim şey, yargılama sürecine müdahil olunduğu."
R'nin iddiaları mühim, kendisi de yabana atılacak biri değildi. Yargı çevrelerini iyi tanıyordu. İsim vermese de yaşadıklarını, tanıklıklarını anlatıyordu:
"DEP davasının sonlarına yaklaşılırken akşam saatlerinde evimin telefonu çaldı. Karşımda davanın bir sürecinde görev alan arkadaşım vardı. Sesi telaşlıydı. Kendisine telefon edildiğini ve DEP davasında yargılanan bazı isimlerin tahliye edilmeleri konusunda ricacı olunduğunu söylüyordu.
Arkadaşıma telefonda belli isimler konusunda kolaylık sağlanması ricasında bulunulmuştu.
Yılların hukuk adamı böyle bir teklif karşısında telaşlı ve şaşkındı. Ne yapacağına karar veremiyordu.
Ben de kendisine 'bu işler telefonla olmaz. Yarın gelsinler sizi ve arkadaşlarınızı ziyaret etsinler. Tanışın, kimdirler, ne istiyorlar sorun' tavsiyesinde bulundum.
Arkadaşım bu tavsiyem üzerine söz konusu telefonu aramış ve şahısları davet etmiş. Ertesi gün, müdahil şahıslar ziyarete gelmişler. Ellerinde çiçekler ve çikolata ile. İsteklerini yinelemişler. Onun ardından da diğer gelişmeler yaşanmış"
R'nin iddiaları yabana atılır türden değil! Derinlikler söz konusu olduğunda sır ve sırrın sahibi kim belli olmuyor.
İlker Kaya babasını anlattı
Yazdıklarımı unutun; yazılanlarını unutun. Sıfat ve zamirleri; "derin" ve "sığ" devleti, unvan ve sanları bir yana bırakın.
Emek 8'inci Cadde; çokça aşklara tanıklık etmiş, çokça da ihanetlere; kim bilebilirdi ki tarihe de tanıklık edeceğini...
Tarih tanık ister, tarihin adam sayılmasının yolu bu; tanık yoksa tarih de yok
Pilot Necati Kaya'da bir tarih; tarihin bir tanığı var; Muhammet Kutlu ve İlker Kaya...
İstifham ve sorular katar katar ...
Ancak herşeyin bir nihayeti var.
Sır dökülüyor
Dün sır olan, bugün sır olmaktan çıkıyor.
Bir mekan ve bir masa; üç sandalye ve üç insan...
İstifham dolu üç suret, üç meraklı ve cüretli üç adam...
Havada insan kokusu, havada insan korkusu, havada insan mütereddetliği...
Farklı zaman ve farklı mekandan üç insan...
Farklı farklı korkuyor, farklı farklı soluyor...
Pilot Necati Kaya var mıydı, yaşamış mıydı, mezardaki Pilot Necati Kaya mıydı?
İlyas Aydın kimlikli şahıs Necati Kaya mıydı?
Farklı üç baş ve farklı üç yüreğin yanıtını aradığı soruları saymanın bir izahı var; soruları uzatmak da mümkün; korkaklıkları da...
Korku da insana dair; insana dair olmayan kalleşlik;kaçmak, ihanet...
İhanet de insana dair demek de mümkün; ki mümkün olmamalı...
Mümkünsea; insanlık yok hükmünde sayılmalı...
Oysa tarih yazılıyor, tarihin yazıldığı ve yapıldığı yerde olmamak kötüsü, en kötüsü de orda olacağı sözünü vermek, ancak olmamak.
Bir tarih yazılıyor, bir tarih yapılıyor; neyse ki tanıklar var; Muhammet Kutlu ve İlker Kaya...
Muhammet Kutlu tarihin tanığı; İlker Kaya, tarihten arta kalan...
İlker Kaya; malum ki, Pilot Necati Kaya'nın oğlu.
İlker Kaya, ki onun ki uzun bir suskunluk; haniyse bir yaşam; susmaya tembihli bir ömür...
"Babam adam gibi adammış" diyor İlker Kaya; bu tanımı; iki yaşında yetim kalmışlığının acısı ve hıncı olarak mı saymalı; yoksa yok sayılmanın, yok saymanın isyankarlığı ile mi ihzah etmeli..
Hangisi ile izah ederseniz edin;İlker Kaya, canıyla kanıyla konuşuyor...
Diyor ki "Babam; ki babam dediği adam İlker Kaya, malum olduğü üzere PKK'nın kurucusu, PKK'nın finansörü. Öyle yenilir yutulur cinsten bir adam değil.
Birbir anlatıyor, yeminli, zoraki suskunluğun soluğu.
Badirelerin ve yok sayılmışlıkların nefesi, sesi; aynıyla vaki bir silüet!
İlker Kaya'ya göre;babası Necati Kaya" Adam gibi adam" aksini iddia etmek kimin haddine.
Öyle kabul etmeli ve öyle de saymalı...
Ve üstüne basa basa "babam" diyor İlker Kaya, "sivil"di yani "astsubay, subay vs" değildi.
"Babamı askerde aramayın, arıyorsanız, sivil istihbarat teşkilatında arayın"
Belli ki babası Necati Kaya'ya haksızlık edildiğine inanıyor."
Yorumcuların dikkatine… • İmlası çok bozuk, • Büyük harfle yazılan, • Habere değil yorumculara yönelik, • Diğer kişilere hakaret niteliği taşıyan, • Argo, küfür ve ırkçı ifadeler içeren, • Bir iki kelimelik, konuyu zenginleştirmeyen, yorumlar KESİNLİKLE YAYIMLANMAYACAKTIR. |
Bunlar da ilginizi çekebilir...