Mehmet Altan/Star
Bozgun mu, pusu mu?
Dün birçok gazetede o habere rastlamadım. Ne haberine mi?
Karakol basmaya kalkışan PKK haberine. Hakkari Şemdinli'de. Sınırın sıfır noktasında bulunan. Yeşilova Karakolu'na önceki gün...
Kalabalık bir grup PKK'li terörist saldırdı. Haberden izlersek: '21'inci Jandarma Tugay Komutanlığı'na bağlı olan karakoldaki askerler, saat 19.30 sıralarında termal kameralarla 80-100 kişilik PKK'lı grubunun Irak sınırından geçerek topraklarımıza girdiğini ve karakola saldırı hazırlığı yaptığını belirledi. Derecik Beldesi'ne 7 kilometre uzaklıktaki Yeşilova Jandarma Karakolu'nun bağlı olduğu komutanlığa derhal durum iletildi. Bölgeye anında takviye kuvvet çıkarıldı.
Karakoldaki askerler, teröristlerin saldırıya geçmesini beklemeden, yoğun tank ve top atışlarıyla bulundukları yeri ateş altına alındı. Mehmetçiğin yoğun ateşi sonucu ağır kayıp veren PKK'lı teröristler, çok sayıda ölü ve yaralı vererek bozgun halinde Irak topraklarına kaçtı. Teröristler kaçarken ölen ve yaralanan arkadaşlarını da yanlarına alıp götürdü.'
Kimi gazetelerde kendine yer bile bulamayan bu saldırı haberini sadece Milliyet ilk sayfadan görmüştü.
Hürriyet ise haberi 'karakol basmaya kalkışan PKK bozguna uğradı' başlığıyla yirminci sayfaya koymuştu.
***
Saldıranların 'bozguna' uğramaları...
Geride izi kalmasa da ağır kayıplar vermeleri...
Zaten olması gereken de bu değil midir?
Askeri karakola...
Askeri tabura saldıranların...
Ağır bir bozguna uğramaları gerekmez mi?
***
Hakkari Dağlıca'da...
Piyade taburunun güvenliğini sağlayan bölüğe saldıranlar...
12 gencecik askerimizi şehit etti.
Bir o kadarını yaraladı.
Üstelik...
Sekiz askerimizi de kaçırdı.
Baktım aynı gazete bu haberi 'alçak pusu' olarak değerlendiriyor.
***
Piyade taburunun güvenliğini sağlayan bölük 'pusuya' düşürüldüyse...
Eğer askeri terminoloji bu ise...
Önceki gün...
Yüksekova'da...
Saldırganları pişman eden ve olması gereken cevabı veren askeri harekatın adı neden 'bozguna uğratmak'?
Psikolojik savaşın gereği bu olabilir...
Kendi başımıza gelenle, 'karşımızdakinin' başına gelene değişik isimler takılabilir.
Ama asıl sorumuz şu:
Gazetecilik, psikolojik savaşın parçası mıdır?
***
Zaafımıza 'pusuya düşmek'...
Olması gerekeni gerçekleştirmemize de 'bozguna uğratmak' mı diyeceğiz?
Eksiğimizi...
Gediğimizi...
Kendimizden saklayacak mıyız?
Aslında bundan daha da vahimi...
Gencecik çocuklarımızı 'şehit ' vermemize neden olan bir zaafın üstünü örtecek ve muhtemel diğer ölümlerin gizlice önünü mü açacağız?
Yoksa gerçek bir haberciliğin izinden giderek durumu açıkça yansıtarak, önlem alınmasına yardımcı mı olacağız?
***
Gazetecilik mi, hamaset mi?
Ölümleri önlemek mi?
Yoksa şehitlerin ölümünün nedenini tartışma dışı bırak mı?
Gerçekleri kelimelerin altına saklamaya çalışmanın...
Ülkeye...
Askere...
Ölüp duran insanlarımıza...
Gazeteciliğe...
Bir faydası var mı?
***
Türkiye'de herkes iki yüzlülükten vazgeçince...
Türkiye'de herkes kendi mesleğini evrensel ölçülerde yapınca...
Ölüm de olmaz...
Böyle kolayca şehit de verilmez.
Bize saldıran gereken cevabı alır.
Sınır karakollarında çocuklarımız ölmez.
Yeter ki zaafları 'hamaset salçası' ile saklamaya uğraşmayalım.
Kelime oyunlarıyla gerçeklerin üstünü örtmeyelim.