7 Haziran seçimleri ile ilgili konuşan Ahmet Türk, “Meclise girememe durumunda, bizler de kendi kaderimizi kendimiz tayin ederiz. Bundan sonrasını devlet düşünsün.” dedi.
Türk’ün bu sözlerine Ahmet Kaya’nın meşhur bir parçası ile yanıt vermek isterdim ama nezaketimi koruyacağım!
Türk’ün bu sözleri, nereden baksanız anlamsız, nereden baksanız terbiyeden uzak…
Sanki, HDP’yi parti olarak seçime girmeye zorlayan bir devlet var.
Sanki, yerel seçimlere bağımsız olarak girmelerini engelleyen bir hükümet var.
PKK/HDP unsurları halka yaptıkları tehdit ve şantaja o kadar alışmışlar ki, bu alışkanlıklarını devleti tehdit edecek noktaya kadar taşıdılar.
Neye rağmen?
Devletin Kürt kardeşlerimize Cumhuriyet tarihi boyunca hayal dahi edemedikleri hakları vermesine, Kürt siyasetinin önünü sonuna kadar açmalarına rağmen.
Evin içinde bile Kürtçe konuşmaya korkan Kürt kardeşlerimiz, bugün Devletin kendilerine tahsis ettiği kanalla tüm Dünya’ya Kürtçe konuşuyorlar.
Özel kanallarda Kürt şarkıları, Kürt filmleri özgürce okunuyor ve seyrediliyor.
PKK/HDP’nin talebi hak değil, imtiyazdır.
İyi de; imtiyaz istemenin neresi demokrasi ile, insan hakları ile bağdaşabilir?
Türk’ün, “Kendi kaderimizi tayin hakkı” sözüne karşı, devletin de, “Üniter yapımızı koruma hakkına sahip çıkacağız.” sözünü söyleme hakkı doğmuyor mu?
Başta Kürt kardeşlerimiz olmak üzere, kardeş kavgasının durmasını isteyen ezici çoğunluğu, bir iç savaşın içine çekme niyetine Kürt kardeşlerimizin bir yanıtı olmayacak mı?
HDP unsurlarının kışkırtıcı çıkışlarına Başbakan Yardımcısı Yalçın Akdoğan’ın soğukkanlı ama tok yanıtları yüreğimize su serpiyor ama her partinin içinde var olan Kürt Milletvekillerinin de, demokratik yanıtlarını beklemek hakkımız.
Yaklaşık bir aydır, “HDP’nin seçimlere parti olarak girmesi bir proje. Seçimden sonra kendi parlamentomuzu oluşturacağız” planı olduğunu, bu sütunda ve program yaptığım Kanal A’da ısrarla yazdım ve konuştum.
Bu öngörüme, küfürle karşılık veren okuyucularımızın kulaklarını çınlatıyorum!

Talat Atilla/Güneş