Aslında yazımın esin kaynağı, gazetemizin genel yayın yönetmeni Eyüp Can'ın dünkü yazısı. Eyüp, "Evet yarınımızı göremez hale geldiğimiz doğru fakat bunun sebebi tam da yarından sonrasına ilişkin soru ve sorunlarımızı konuşmamış olmamızdan kaynaklanmıyor mu?" diyor ve herkesi kendi yarınını yaratmaya davet ediyor bir nevi.
Doğrusu da bu. Ama gelin görün ki, bu herkes için çok kolay değil. Hele de kendisini Ankara'daki ve siyasetteki gelişmelere göre şekillendirenler ve şekillendirecek olanlar için. Dolayısıyla da son zamanlarda herkes tedirgin ve ister istemez belirsizlik içerisinde.
Bu nedenle de Türkiye için, " yarından sonra ne olacağı "çok önemli. Tabii her şeyden daha önemlisi, yaşayacağınız bir yarının olması çok önemli. Eğer bir yarınınız yoksa ne anlamı olur?
Bir Hollywood filmi
Bunları yazarken ister istemez geçtiğimiz yıllarda vizyonda olan ve çok beğendiğim bir film aklıma geldi. Ülkemizde, "Yarından Sonra" adıyla vizyona giren 2004 yılı Hollywood yapımı (The Day After Tomorrow), aslında küresel ısınma ve doğurabileceği sonuçları anlatıyordu. Filmde, iklim bilimci Jack Hall (Dennis Quaid), kutuplarda araştırma yaparken, buz katmanın kırıldığına şahit olur. Bunun nedeninin ise, küresel ısınma olduğunu düşünmektedir. Dünya, bir buzul çağına girmek ve bunun sonucunda köklü bir değişikliğe uğramak üzeredir. Jack, uluslararası küresel ısınma konferansında bu konuyu dile getirmiş ama istediği etkiyi yaratamamıştır. Jack'e göre, Dünya'nın iklim dengesi Kuzey Atlantik'teki akışa göre düzenlenmektedir.
Kutuplarda küresel ısınma yüzünden eriyen buz dağlarından gelen soğuk sular Kuzey Atlantik'teki bu dengeyi bozuyor ve sonuçta yazın karın yağması, kışın çiçek açması gibi tuhaflıklarla karşılaşılıyor. New York sular altında kalmış ve birkaç saat içerisinde ani ısı düşüklüğü meydana gelecektir. Bunun farkında olan Jack Hall, oğlunu kurtarmak için yollara düşer. Filmde görsel-efektlerle hazırlanmış olan New York'un su altında kalması, Jack'in Özgürlük Heykeli'nin yanından yürümesi, kraliyet ailesini kurtarmaya giden helikopterlerin yakıtlarının aniden donması gibi sahneler izleyenleri derinden etkilemiştir.
Filmdeki birkaç sahne de, ülke liderlerine göndermede bulunmaktadır. ABD başkanının yolda donarak ölmesi, kraliyet ailesini kurtarmak için gönderilen helikopterlerin dahi böyle bir durumda yetersiz kalabileceği gibi... Bu konuda daha fazla zaman kaybetmeden bir şeylerin yapılması gerektiğine dikkat çekiliyordu film. Ve tüm bunlar izleyen herkese, "Keşke zamanında önlem alınabilseydi" dedirtiyordu. Tıpkı bugün Ankara'da ve Türkiye'de yaşadıklarımız gibi....
Ek süre istenmeyecek
Bugünden bakarsak, "Ak Parti keşke şunları şunları yapmasıydı" diyorsak, yarın, "Keşke bunlar yapılsaydı" dememenin yollarını arama zamanıdır diyorum. Dün aldığım bilgilere göre, Ak Parti kendisini savunmak için ek süre talep etmeyecek. Erken seçim de gündeminde yok. Sebebine gelince basit: Ülkeyi yormamak.
Görevi ve konumu ne olursa olsun, şimdi gelecek Türkiye'sinin umut ve ızdırabını hissetmek herkesin görevidir. Başbakan da olsanız, kapatma davası ile karşı karşıya da olsanız, elbette partiniz ve başbakanlık koltuğunuzdan daha kıymetli olan bir Türkiye söz konusu olan. Aynı durum ordu, yargı, basın ve bürokrasi için de geçerlidir. Günübirlik politik kapışmaların etkisinden kurtulduğunuz zaman, neden Türkiye geleceği ile ilgili bir "Devlet aklı" oluşmasın? Bu konuda da, kurumsal akıl konusunda, en yetenekli kurum TSK'dır. Siyasal değişim, ülkemizin siyasi hayatına baktığımızda, ortalama 10 yılda bir ya da iki seçim döneminde bir oluşabilmektedir. Fakat kişilerin değişmesine rağmen, TSK'nın gelenekleri ve devlet aklı kesintiye uğramamaktadır. İşte şimdi sokaktaki popülist değerlendirmelerin dışında, TSK'nın ve başbakanlığın, önceliği Türkiye olan yeni formülasyonlar geliştirme zamanıdır. Burada ideolojik yaklaşımlar ve sen-ben kavgası söz konusu olmayacaktır.
Herkes şaşırabilir ama yakında Başbakan ve TSK aynı dili kullanırsa biz şaşırmayacağız. Çünkü Türkiye'nin ve yarınlarımızın ihtiyacı budur. Normalleşme de bunu gerektirir. Bir büyük uzlaşma ve tabiri caizse bir yeniden Misak-ı Milliye büyük ihtiyaç vardır. Bu konuda konulacak bir gard durum söz konusu değildir ve olmamalıdır. Çünkü böyle bir durum olursa, nakavt olacak ülkedir.
O halde yönetici siyasası, askeri bürokrasisi ve basınıyla bir büyük uzlaşının ilk adımının atılması bir ihtiyaçtır. Ve bu ilk adımı atmak başbakan olarak Recep Tayyip Erdoğan'ın görevidir. Bu bir taviz değildir. Olsa olsa ülke hatırına bir fedakarlıktır. Bu büyük uzlaşmanın ilk başlangıcı, neden 19 Mayıs olmasın? Başbakan Erdoğan'ın Çanakkale'yi kutlama coşkusunun aynısını 19 Mayıs'ta duymak, belki Türkiye'nin yarın ne olacak sorusunun cevabının bir müjdesidir?...
Yorumcuların dikkatine… • İmlası çok bozuk, • Büyük harfle yazılan, • Habere değil yorumculara yönelik, • Diğer kişilere hakaret niteliği taşıyan, • Argo, küfür ve ırkçı ifadeler içeren, • Bir iki kelimelik, konuyu zenginleştirmeyen, yorumlar KESİNLİKLE YAYIMLANMAYACAKTIR. |
Bunlar da ilginizi çekebilir...