Son dönemde CHP Genel Başkan Yardımcısı ve Baykal’ın maddi ve manevi sırdaşı kadim dostu Eşref Erdem’in de çizgisine dikkatlice bakmak gerekir. Ankara’nın Haymana ilçesindeki Kürt kökenli bir aileye mensup olan Erdem, Baykal’ın bütün baskısına ve markajına rağmen Kuzey Irak tezkeresine hayır diyen tek CHP milletvekilidir. Erdem, bu çıkışı iki nedenle yapmıştır. Birincisi sübjektif olarak son dönemde parti içindeki can düşmanı olarak nitelediği Genel Sekreter Önder Sav -Deniz Baykal yakınlaşmasına tepki koymak ve Sav’ın; Mustafa Özyürek, Onur Öymen gibi isimlerle birlikte yürüttüğü “Şahin” politikalarına karşı çıkmak amacını taşımaktadır. İkincisi ise, CHP içinde her zaman hamiliğine soyunduğu ve destek olmak için çalıştığını savunduğu Kürt kökenli parti delegelerinin sempatisini alıp kurultayda bu grubu Baykal’ın yanında yer alabilecek bir güç olarak taşımayı hedeflemektedir. Ancak, tezkereye verilmiş Hayır oyunun, Baykal tarafından; “kesin ve tartışılmaz otoriteye karşı açılan büyük bir gedik" olarak nitelendirilmemesi ve Baykal’ın son dönemde Kuzey Irak’a yeni açılımları öngören politika değişikliği bu işin biraz da danışıklı dövüş şeklinde götürüldüğünü ortaya koyuyor.
KUZEY IRAK MANEVRASI
Baykal’ın son 20 yıldır; sırdaşı, arkadaşı, maddi ve manevi destekçisi konumunda bulunan ancak parti içinde aday belirlemeleri konusunda hakkında ilginç iddialar yüzünden zaman zaman eleştirilere uğrayan Erdem’in Kuzey Irak’taki operasyonla ilgili tezkereye hayır oyu vermesi bir anlamda Baykal’ın kurultaya yönelik en büyük manevralardan biri olmaya aday duruma gelmiştir. Eşref Erdem’in, Sav’la, 15 Kasım günü CHP Merkez Yürütme Kurulunda; “saygısız, terbiyesiz” suçlamalarına varacak boyuttaki kavgasının ardından Baykal’a dönüp Sav’ın kendisine yönelik düşmanca tavırlarına engel olmasını beklemesine rağmen CHP liderinin sessiz kalarak Sav’ı desteklemesi ipleri kopardı. Ve CHP Genel Başkanı Deniz Baykal’ı 1999 seçimleri sonrasında ara verdiği siyasete yeniden döndüren kişi olarak bilinen, Eşref Erdem, "22 Temmuz seçim sonuçlarını başarı olarak kabul etmek ne yazık ki mümkün değildir" ve "Başta Ankara olmak üzere partiyi, bu tür küçük hesaplar yapan yöneticilerin vesayetinden kurtarmak kaçınılmaz bir ödev haline gelmiştir" diyerek istifa etti. Erdem’in bu sözleri 2004 yılı sonundan bu yana Baykal’a açık ve mert bir biçimde muhalefet eden Mustafa Sarıgül’ün seçim sonrası sözlerinin adeta bir kopyası. Ancak Eşref Erdem, Sarıgül’den farklı olarak, partinin bir bütünsel olarak toplu olarak kurtulmasından çok, CHP’nin Önder Sav’dan kurtulma projesini parti kurtarma projesi olarak sunmaya özen göstermiştir. Baykal’dan şimdi beklenen -Sarıgül’ü bu sözlerden dolayı partisinden ihraç etmişti- Eşref Erdem’i de ihraç etmesi. Tabi ki bu Baykal adına sadece platonik bir öngörü.
Erdem, yukarıdaki sözlerle parti içinde Baykalcılar arasında aşlayan büyük çatlama ve bölünmenin ilk mesajlarını vericesine Genel Sekreter Sav’ı ağır biçimde suçladı, ancak, Baykal’a –seni en çok seven benim vurgusuyla- bağlılığını göstermeyi de ihmal etmedi. İşte Erdem’in bu istifası, parti içinde etnisite (köken) birliği açısından büyük bir grubun zaferini pekiştirmesi olarak yorumlandı. Yani Baykal 25 yıllık yol arkadaşını bile partideki köken birliğine feda etti.
Peki, neydi CHP’deki bu güç savaşının ardında yatanlar…?
Erdem’in savaştığı ve parti içinde sık sık vurguladığı “etnisite cephesi” kimlerden oluşuyordu…?
İşte size başka hiçbir yazılı ve görsel medyada rastlayamayacağınız gerçek bir CHP analizi…!
ÇERKEZLER GRUBU
E.Erdem Ö.Sav
Bütün bu çekişmelerin ortasında kimi zaman birine, kimi zaman başka birine oynayıp her zaman ayakta kalmayı hedef tutun ve bugüne kadar bunu beceren Baykal’ın; parti içinde pek çok kimsenin bilmediği ve en azından yarım yamalak duyup önemsemediği ikinci bir halkası daha vardır; “Çerkezler Grubu”. Baykal’ın kendisi de Baba tarafının Çerkez olduğunu zaman zaman sohbetlerde dile getirir. Baykal’ın kendisine yakın ekibin oluşturulmasında öncelik olarak Çerkez kökenlilere yer vermesi pek de sürpriz olarak görülmemeli. Nitekim dikkatle incelendiğinde, Baykal-Sav ikilisinin partinin yönetim organlarını şekillendirirken bu ayrıntıya özen gösterdiği ortaya çıkmaktadır.
İHANET KOTASI
Baykal’ın siyaset yaşamında geride bıraktığı en büyük izin “ihanet kotası” sözcüğü olduğunu biraz önce dile getirmiştik. Gerçekten de siyaseti, “sosyolojik ve psikolojik” kurgulamalardan öteye, “Matematiksel bir güç dayatması ve gövde gösterisi” olarak yorumlayan Baykal için “şövalyeler dayanışması” yaşamsal bir önem arz eder. Ancak ihanet kotasının kriterleri bir yana Baykal’ı yıkacak en büyük “ihanet” “çifte ihanet” denenlerdendir. Hem kendi ekibinden, hem de Çerkez kökenli bir partilinin kendisine ihaneti Baykal’ı en çok yıkan gelişmelerden biridir. Örnek mi, “Haluk Koç”. Haluk Koç’u, üniversitede bir bilim adamı ve hematoloji ile ilgili bir sivil toplum kuruluşu örgütünden alıp getiren Deniz Baykal’dır. Çerkez kökenli olan Koç’u, pek de bilmediği ama asıl memleketi olan Samsun’dan aday gösteren de Baykal’dır. Koç, CHP’nin eski genel merkezinin üçüncü katında şimdiki Hatay Milletvekili MYK üyesi Fuat Çay’ın karşısındaki küçük odaya yerleştiği zaman –yıl 2001- CHP içinde hiç kimsenin bildiği veya tanıdığı bir isim değildi. Aslında Koç’un CHP’nin örgütüyle tanışması da genel merkeze geldikten sonra başlamıştır. Yapı olarak da aydın ve demokrat bir kişiliğe sahip olan Haluk Koç’un, dünya görüşünde, bırakın CHP’yi sosyal demokrasi bile aktif siyaset anlamında pek de tanıdık bir yelpaze değildi. Onun aklından geçen ve durmadan üzerinde çalıştığı tek konu Türkiye’nin Sağlık Politikalarıydı. Hedefi ise olası bir CHP iktidarında Sağlık Bakanlığı koltuğuna oturup hayallerini buradan gerçekleştirmekti. Peki, CHP örgütünün ve yönetim kadrolarının pek tanımadığı Koç’a grup içinde sürekli destek olup arkasında duran ikinci isim kimdir; Önder Sav. Şaşırtıcı olarak parti yönetiminde Baykal, Sav ve Koç’un ortak özelliği Çerkez kökenli olmalarıdır. Bunlardan Önder Sav, Çerkez kökenlilik konusunda parti içinde en duyarlı isimdir. Sav, seçimlerde adayların belirlenmesinde “dürüstlük” ve “sadakat” dışında “Çerkez olma” özelliğini de bir değerlendirme payesi olarak sık sık kullanmıştır.
Bu sadece Sav’la veya parti yöneticileriyle de sınırlı değildir. Partinin personelinin de köken olarak birliktelik göstermesi çok da şaşırtıcı değildir. Hatta Baykal’ın özel kaleminde çalışan sekreterlerin tümü Çerkez kökenlidir. Baykal’ın dış ilişkiler danışmanlığını yapan Petek Gürbüz de Çerkez kökenlidir. Peki, partide yönetime etkisi ve müdahalesi bulunan başka hangi Çerkez kökenli isimler var derseniz o da şöyle; “Genel Başkan Yardımcısı Mustafa Özyürek, Genel Başkan Yardımcısı Cevdet Selvi, Eski Özel Kalem Müdürü ve şimdiki Ankara Milletvekili Nesrin Baytok, muhaliflerin genel başkan adayı Haluk Koç, yakın dönemlere kadar Baykal’ın en yakınındaki isim olan Erol Çevikçe, CHP Genel Sekreter Yardımcısı Algan Hacaloğlu, eski Baykalcı isimlerden Atilla Sav, bir dönem en güvendiği isim olan Bülent Tanla, bir dönem partinin tüm gazete ve dergilerini çıkaran Yozgat eski milletvekili Emin Koç, Kocaeli eski milletvekili-sendikacı Baykal’a en yakın eski isimlerden İzzet Çetin, CHP Ankara Milletvekili Tekin Bingöl, CHP İstanbul eski Milletvekili Zülfü Livaneli”.
Aslında listeye parti yönetiminin diğer organlarını da eklerseniz bu liste biraz daha uzar. 2002 yılında CHP’den meclise giren milletvekilleri arasında 70 milletvekilinin ya kendisinin ya da eşinin Çerkez olduğunu söylemeye gerek var mı acaba. Aslında hiç kimsenin kökeni ya da ait olduğu etnisitenin sosyolojik anlamda pek bir önemi olmasa da siyasi literatürde bunlar önemli satır başlarını oluşturuyor. Peki, Baykal’ın siyasette hep bir parantez açıp boş tuttuğu ihanet kotasında kimler var. İşte Baykal’ın yanında yeralıp daha sonra Baykal’a göre ihanet kotasına giren önemli isimler:
“Adnan Keskin, Erol Çevikçe, Mustafa Sarıgül, Ali Topuz, Haluk Koç, Kemal Derviş, Zülfü Livaneli, Emin Koç, İzzet Çetin, Ali Kemal Kumkumoğlu, Oğuz Oyan, Mehmet Tomanbay, Halil Akyüz, Ali Kemal Deveciler, Hasan Aydın, İsmail Değerli, Fatih Atay, Şahin Mengü, Güldal Okuducu, Şinasi Öktem”
Aslında Baykal için ihanet kotasında iki ana başlık bulunuyor. Birincisi; hem Çerkez hem Baykalcı olup ihanet edenler, ikincisi ise Baykalcılıktan dönüp karşıya geçenler. Haluk Koç ise Baykalcı grubun belirttiğine göre her ikisine de aynı anda giren bir isim. Yani Baykal’a göre bunun adı “çifte ihanet”…
EMİN KOÇ
Aslında Baykal’a Haluk Koç kadar ağır bir darbe olarak gelen ve ihanet kotasında önem bakımından ikinci sıraya yerleşen bir başka Koç daha vardır; Yozgat eski Milletvekili PM üyesi Emin Koç. Emin Koç yıllarca gazetecilik yapmış Medya’nın bir dönem tanınmış CHP muhabirlerinden biridir. Gazetecilik yaptığı dönemde, inanarak ve tüm güçlükleri göze alarak Baykal’ın yanında yeralmış ve mücadele etmiştir. Bir dönem gazetecilik yaparken partinin yayın organı Halk gazetesini tek başına çıkaran yine Emin Koç’tur. Emin Koç’un bir başka özelliği de partinin gençlik kollarından gelen bir isim olmasıdır. 12 Eylül öncesi CHP’de bir dönem Rahşan Ecevit’in prenslerinden biri olan Emin Koç, 12 Eylül sonrası yapılanmada Baykal’ın yanında saf tutmuştur. Baykal’da Emin Koç’un bu hizmetlerini karşılıksız bırakmamış ve 3 Kasım 2002 seçimlerinde Emin Koç’u Yozgat birinci sıradan aday göstermiştir. Milletvekili seçilen Koç, Baykal’a desteğini Meclis grubunda da sürdürmüştür. Ta ki 22 Temmuz 2007 seçimlerinde Yozgat’tan birinci sıraya Lütfullah Kayalar’ın getirilmesine kadar. Emin Koç’a ise üçüncü sıra layık görülmüştür. Baykal, anlayış beklemiş ve “parti için fedakârlık zamanı” sözleriyle durumu özetlemiştir. Ne yazık ki Kayalar CHP’nin önceki seçimde gösterdiği başarıyı tekrarlayamamış ve CHP Yozgat’tan bir milletvekili bile çıkaramamıştır. Ve kendi açısından haklı olarak seçim ertesi Baykal’a karşı ilk bayrak açanlardan biri de Deniz Beyin kadim dostlarından Emin Koç olmuştur. Bu Baykal’a CHP’de ikinci Çerkez ihanetidir. Ve Baykal bu ihanetleri asla affetmeyecektir.
BAYKAL, KENDİ İÇİNDE HAKLI!
Aslında Baykal’ın ihanet suçlaması bir yerde kendi içinde haklılık taşıyor. Partideki kadroları, “körü körüne bağlılık”, “sorgusuz itaat” esasına dayandıran Baykal, hak etmelerine rağmen parti içinde birçok kaliteli, genç ve yetenekli ismi kendisinden uzak tutmuştur. Kendisine sadece, “karşılıklı çıkar ve yarar” ilkesiyle bağlı bu grubun ilk yalpalamada, ya da ilk kez halkanın dışına çıkarılmasında ihanet etmelerine şaşıracak bir şey yoktur. Bu işin doğası gereğidir. Buna şaşırmak yerine, geçmişte yapılanan bu kadrolaşmalarda neyin “kıstas” veya “ölçü” alarak alındığına tekrar bir göz atmada büyük yarar olacaktır. Sayın Baykal’ın ihanet kotası, birbirine sadece “çıkar” ve “karşılıklı yarar” ilkesiyle bağlı bu saadet zincirinin parçalanmasıyla ortaya çıkmasına şaşıracak ya da üzülecek bir şey yoktur. Eğer Deniz Baykal; kendisine gerçek dost olup partideki yanlışları yüzüne söyleyenleri linç etmek yerine; çevresinde kendisine sürekli övgüler yağdıran, hatalarını asla yüzüne vurmayan, yapılan yanlışlara bile “bana ne ben kendi işime bakarım” kolaycılığıyla bakan bu grubu zamanında teşhis edebilseydi, bugün Türkiye’nin kaderi en az 10 yıldır Deniz Baykal’ın elinde olurdu. AKP ile de Türkiye yüzyüze gelmezdi. Yani Baykal’ın ihanet kotası; bugünün manzarası değil, dünden bugüne taşınanların doğal bir sonucudur.
Fatih Ertürk/Turktime
Yorumcuların dikkatine… • İmlası çok bozuk, • Büyük harfle yazılan, • Habere değil yorumculara yönelik, • Diğer kişilere hakaret niteliği taşıyan, • Argo, küfür ve ırkçı ifadeler içeren, • Bir iki kelimelik, konuyu zenginleştirmeyen, yorumlar KESİNLİKLE YAYIMLANMAYACAKTIR. |
Bunlar da ilginizi çekebilir...