Sencer Ayata'nın yazı dizisi...
Türkiye Kemal Kılıçdaroğlu’nun CHP Genel Başkanlığı’na seçildiği parti kurultayındaki konuşmanın ardından ‘işsizlik’ ve ‘yoksulluk’ sorunlarını tartışmaya başladı. İktidar çevrelerine göre Türkiye, küresel finans krizinin başlattığı fırtınadan en az etkilenen ülkelerden biri. Buna karşı çıkanlarsa büyük hız kaybeden büyüme ve artan işsizliğe dikkat çekerek Türkiye’de işlerin hiç de iyi gitmediğini savunuyor.
Kılıçdaroğlu’nun CHP Genel Başkanlığı koltuğunu devraldığı kurultayda Parti Meclisi’ne seçilen Prof. Dr. Sencer Ayata ‘Finansal krizden toplumsal krize’ başlıklı bu uzun makelesinde ekonomik verilerden ziyade sosyolojik gözlem ve bulgulardan hareketle ekonomik krizin Türkiye’de yaşayanların günlük hayatlarına nasıl yansıdığını sergiliyor. Krizden en çok etkilenenler kimler? Ailelerin günlük yaşamlarında ne tür değişmeler oldu? Toplumsal bağlar ne âlemde? Giyimden, boğazdan, sağlıktan kısmanın sonuçları neler? Ayata bilimsel verilerin ışığında bu ve benzeri birçok soruya yanıt arıyor.
Finans krizi ile başlayan ekonomik sarsıntı dünyanın önemli bir bölümünde sanayinin ve reel ekonominin ciddi bir durgunluk hatta gerileme sürecine girmesine yol açtı. Ekonomik çalkantılar dünyanın büyük bölümlerinde ülkeleri, devletleri, şirketleri, aileleri ve bireyleri derinden etkilemeye devam ediyor.
Türkiye’de iç ve dış talep düşüşü ve sanayi üretimindeki gerileme sonucunda işsizlik ve yoksulluk büyük boyutlara ulaştı. Finans sektörünün sağlamlığı, son birkaç aydır üretimde görülen artış, ihracattaki kıpırdanma, 2010 yılında ekonominin yeniden büyümeye başladığını gösteriyor. Bununla birlikte başta TÜİK (Türkiye İstatistik Kurumu) verileri ve çeşitli araştırma kuruluşlarının değerlendirmeleri ekonominin büyüdüğünü ama işsizliğin yüzde 14.4, tarım dışı işsizliğin yüzde 16.7 ve gençler arasındaki işsizliğin yüzde 25.5 düzeyinde sürdüğünü göstermektedir.
Bu yazının konusu işsizlik ve yoksulluğun günlük yaşam ve toplum üzerindeki etkileridir. Ekonominin geleceğine ilişkin iyimser tahminlerde bulunan iktisatçılar dahi işsizlik ve yoksulluğun yapısal sorun haline gelerek orta hatta uzun dönemde önemini koruyacağı konusunda hemfikirdir.
Kaldı ki işsizlik istihdam sorunun yalnızca bir parçasıdır. Türkiye’de işgücüne katılım özellikle kadınların işgücüne katılımı zaten çok düşük düzeylerde gerçekleşmektedir. Kayıt dışı ve güvencesiz çalışma oranları çok yüksektir. Kriz ekonominin birçok kesiminde ücretleri aşağı doğru çekmiştir. İstihdamın önemli bir bölümü yarı-zamanlı, geçici, mevsimlik, yevmiyeli işlerden oluşmaktadır. Diğer bir deyişle yaygın bir toplum kesimi işsizlik ve işsiz kalma tehdidi kadar, yoksullaşma ve güvencesiz koşullarda çalışma tehlikeleri ile karşı karşıyadır.
Kuşkusuz Türkiye’de bu sorunlarla sürekli olarak ilgilenen resmi kurumlar, özel kuruluşlar ve uzmanlar var. Fakat işsizlik ve yoksullaşma sorunları ne kadar donanımlı ve birikimli olursa olsunlar yalnızca bürokrat ve akademisyenlerin, yani uzmanların çalışmaları ile sınırlı tutulamaz. Gelişmiş Avrupa ülkelerinde, Japonya’da ve Amerika’da toplumu ve gündelik yaşamı doğrudan ilgilendiren sosyal politika sorunları en az ekonomi politikaları, en az salt siyasi sorunlar kadar hatta onların da ötesinde, siyasi gündem ve tartışmaların merkezinde yer almaktadır.
İşyerleri ve istihdam
Son aylarda bir toparlanma süreci içine giren büyük firmalar krizden ilk etkilenenler arasında yer aldı. Küçük ve orta çaplı şirketlerin karşılaştığı darboğazlar ve güçlükler ise devam ediyor. 2009’un ikinci çeyreğinden itibaren Türkiye’nin tümü değilse de büyük bölümü krizden önemli ölçüde etkilenmeye başladı. Krizin yayılması istihdam sağlamada öncelikli konuma sahip olan tekstil, mobilya, yedek parça, inşaat otomobil vs üreten sektörleri etkiliyor. Diğer yandan marangozdan berbere, bakkaldan eletrikçiye, kasaptan şöfore, manavdan ayakkabı tamircisine esnaf ve sanatkârların çoğunluğu talep düşüşünden yakınıyor. Çoğunun işi küçülüyor ve kazancı azalıyor ya da iflas ederek veya iflas etmemek için işyerini kapatmak zorunda kalıyor. Küçük işyerleri ayakta kalabilmek için fiyat kırıyor ve ağırlaşan iç rekabet koşuları kârı ve kazancı en alt düzeylere çekiyor.
İstihdam durumuna en genel hatları ile bakalım. Kriz sonrasında toplam işsiz sayısındaki artış 1 milyonun üzerinde olmuştur. Toplam işsiz sayısı küçük aylık değişimleri dikkate almazsak üç milyondan 3.5 milyona doğru ilerlemiştir. Yine biliyoruz ki yaklaşık 2 milyon kişi iş umudu kaybolduğu için iş aramamaktadır. Bu iki kesimi birlikte ele aldığımızda toplam 5.5 milyon kişinin diğer bir deyişle aktif nüfusun yaklaşık yüzde 20’sinin işsiz olduğu ya da iş bulamadığı sonucuna varabiliriz. Üçüncüsü, ülkemizde nüfusun büyük bir bölümü, yaklaşık 9 milyon kişi kayıt dışı olarak istihdam edilmektedir. Nihayet, Türkiye’de işgücüne katılım düzeyi çok düşüktür. Kadınların işgücüne katılımı bakımından Türkiye yalnızca gelişmekte olan ülkelerin değil birçok Müslüman ülkenin de gerisindedir. Bu tablo Türkiye’de işsizlik kadar işgücüne katılmama, iş istikrarsızlığı ve güvencesiz çalışmanın ne ölçüde yaygın olduğunu ortaya koymaktadır.
Krizden etkilenenler
Türkiye’de yakın dönem ekonomik eğilimlere ilişkin bazı tahminler ne kadar iyimser olursa olsun, kriz çalışma dünyasında ve aile hayatında çok büyük sorunlara hatta ciddi bunalımlara yol açmış durumdadır. Örneğin BBC tarafından 29 ülkede yapılan bir anket ‘krizden ciddi olarak etkilendim’ diyenlerin en yüksek oranlara ulaştığı ülkelerin başında Kenya, Mısır, Filipinler’in arasında Türkiye’nin de yer aldığını göstermektedir. Araştırmalara göre Türkiye’de yurttaşların çok büyük bir bölümü (yüzde 75) krizin sosyal içerik kazandığını ve toplumsal maliyetlerinin görünür hale geldiğini düşünmektedir. Yetişkin nüfusun dörtte üçü Türkiye’nin giderek fakirleşeceğini tahmin etmektedir. Esfendiyar Korkmaz tarafından yapılan bir araştırmaya göre örneklem kapsamındaki kişilerin tam dörtte üçü bir tanıdığının işten çıkartıldığını söylemektedir. Ülkenin, toplumun ve ekonominin geleceğine ilişkin bakış giderek daha karamsar hale gelmektedir. Suçun yaygınlaştığı, toplumsal çözülmenin hızlandığı ve toplumsal sarsıntıların yoğunlaştığı görüşü toplumun büyük bir kesimi tarafından paylaşılmaktadır.
Orta sınıfın erimesi
Bu yazıda işsizlik ve istihdam sorunlarının üç önemli sonucu üzerinde durulmaktadır: Aşırı yoksulların sayılarının artması, yoksullaşma ve orta sınıfın küçülmesi. Bu iki süreç makalenin sonuç bölümünde iddia edildiği gibi başta aile olmak üzere geleneksel toplumsal dayanışma mekanizmalarında aşınmaya yol açmakta ve sağlam, sıkı ve tutkun diye düşündüğümüz toplumsal bağları zayıflatmakta, gevşetmekte ve çözmektedir. Güçlü geleneksel bağların ve toplumsal denetim mekanizmalarının zayıflaması bir yanda olumlu bir gelişme olarak görülebilir. Çünkü böyle durumlarda bireyin ve ailenin her türlü çevre ve cemaat baskısı karşısındaki özerkliği artar.
Diğer bir deyişle sülaleden mahalleye, etnik cemaatlerden dini cemaatlere birey ve aile üzerindeki toplumsal baskı ağırlığını ve yoğunluğunu kaybeder. Ama yanı anda toplumsal düzeni ve istikarı tehdit eden savrulmayı, dağılmayı ve çözülmeyi hızlandıran değişmeleri de beraberinde getirir. Aile bağlarının kopması, bireyin yanlızlaşması, şuçun artması, şiddet ve çtışmanın yaygınlaşması gibi.
Aşırı yoksulluk tehlikesi
Gıda, yakıt, sağlık, eğitim ve yaşam koşullarının tümü açısından büyük bir mahrumiyete neden olduğu ve büyük insan dramlarına yol açabildiği için oranlara bakmaksızın aşırı yoksulluk üzerinde önemle durmamız gerekmektedir.
Aşırı yoksulluk öncelikle gıda yoksulluğudur. Aşırı yoksullar sebze, meyve, protein içeren yiyecekler ve hatta baklagiller gibi besin maddelerini çok düşük oranlarda tüketebilmektedir. Beslenmelerini büyük ölçüde tahıl diğer bir deyişle un türevleri (ekmek, un çorbası, bulgur, makarna) ve pirinç ile sınırlı tutmak zorunda kalmaktadırlar. Öğünleri genellikle kahvaltıda çay ve ekmek, akşam yemeğinde ise un çorbası, bulgur, makarna, pirinç pilavı ve haşlanmış patates gibi yemeklerden birinden oluşmaktadır. Aşırı yoksulların giyim ihtiyaçlarının büyük bölümü kendilerine yardım olarak ulaşmaktadır ve bunların önemli bir bölümü zaten kullanılmış giysilerdir. Aşırı yoksullar eşya yoksuludur yani evlerinde toplumun temel gereksinim gördüğü eşyalardan en az ikisi üçü yoktur. Eldeki araçlar eski ve elden düşmedir ve bazıları bozuk olduğundan kullanım dışıdır. Aşırı yoksullar telefon, elektrik ve su faturalarını muntazam olarak ödemede büyük zorluklarla karşılaşan kimselerdir. Kömür yardımı almakla birlikte yakıt ihtiyaçlarını karşılamakta ve biten gaz tüpünün yerine yenisini almakta zorlanmaktadırlar.
Aşırı yoksullar ev kirasını zamanında ödeyememekte hatta hiç ödememektedir. Evde kadın erkek, her yaştan aile üyeleri çoğu zaman aynı odada birlikte yaşamakta, oturmakta ve uyumaktadır. Evlerin damı akmakta apartman katlarında ise rutubet ve küf büyük rahatsızlık konusu olmaktadır. Aşırı yoksulların evlerinde genellikle bir kişi kronik hastadır veya sakatlıktan dolayı iş tutamayan kimseler bulunmaktadır. Nihayet aşırı yoksullar uzun süre işsiz kalan ve sosyal dayanışma ağları önemli ölçüde aşınmış hatta yok olmuş kimselerdir.
Aşırı yoksulluk 2000’li yıllarda yaşanan büyüme döneminde önemli ölçüde azalmış hatta bazı ölçümlere göre yüzde 1’in altına kadar inmişti. Oysa kriz sonrasında birçok hane aşırı yoksulluk durumuna düşme tehlikesi ile karşı karşıyadır. Aşırı yoksulluk bireylerin ve ailelerin en temel ihityaçlarının dahi karşılanamadığı bir yarı açlık ve sefalet durumudur. Aşırı yoksul oranı yüzde bir düzeyinde kalsa bile bu çok endişe verici bir durumdur. Çünkü yüzde bir gibi bir oran dahi Türkiye’de bir milyona yakın kimsenin açlık ve sefalet içinde yaşıyor olması anlamına gelir. O nedenle aşırı yoksulluk sorunu kendi başına ele alınması gereken temel bir insanlık sorunudur. (radikal)
Yorumcuların dikkatine… • İmlası çok bozuk, • Büyük harfle yazılan, • Habere değil yorumculara yönelik, • Diğer kişilere hakaret niteliği taşıyan, • Argo, küfür ve ırkçı ifadeler içeren, • Bir iki kelimelik, konuyu zenginleştirmeyen, yorumlar KESİNLİKLE YAYIMLANMAYACAKTIR. |
|
|||||
|