Temel İskit / Taraf'taki köşesinden ilgili bölüm
AB’den gelen baskıların tarzı hoş değildi. Hele hele Türkiye’yi aileye kabul etmemek için ‘imtiyazlı ortaklık’ formülünü üreten Merkel’in ve Sarkozy’nin NATO ve AB’yi karıştırarak, Türkiye’yi ikna için AB üyeliğini zımnen bir nevi şantaj konusu yapmaları, AB’yle dayanışma beklemeleri diplomatik nezaketten uzak olduğu gibi fazlasıyla ironikti. Bu arada, şimdiye kadar en sağlam savunucularımızdan olan Olli Rehn’in, Rasmussen’e karşı çıkmamızın ifade özgürlüğüne saygımız konusunda kuşku uyandıracağı ve AB ile ilişkilerimizi etkileyebileceği şeklindeki çıkışı şaşırtıcı, hatta üzüntü vericiydi. Böylece Rasmussen krizi Türkiye-AB ilişkilerinde de bir rahatsızlık yaratmış oldu.
Krizin yönetilmesi sırasında belki de yegâne puan alan Obama oldu. Ağırlığını gerekli zamanda ve şekilde koydu. Uzlaşmacı görüntüsünü güçlendirirken, ‘patronluğunun’ gereğini de yaptı. Bu arada, rızamız karşılığında önerilen vaatler paketini ancak Obama’nın güvencesi üzerine kabul etmemiz, diğer NATO ve özellikle AB üyesi partnerlerimizle aramızdaki güven düzeyi hakkında ilginç bir ipucu vermedi değil.
Sonuçta direnmesi karşılığında Türkiye’nin bazı kazançlar sağladığı anlaşılıyor. Genel Sekreter yardımcılıklarından birini, silahsızlanmadan sorumlu Genel Sekreter Yardımcı Vekilliği’ni, bazı askerî görevleri almamız NATO’daki nüfuzumuzu arttıracak şüphesiz. Afganistan Özel Temsilciği de önemli. Buna karşı Roj TV’nin kapatılması sözü yine terörle ilişkisine dair kesin delillerin bulunmasına ve yargı kararına bağlanmış gözüküyor.
Ama en önemlisi, Rasmussen’in NATO’nun İslam dünyasındaki imajını bozacağı ve Afganistan’da Taliban ve El Kaide’ye karşı propaganda fırsatı vereceği itirazımızın haklı gerekçelerinin ortadan kalkmamış olması.
Aslında, bize verilen sözler arasında Rasmussen’in İslam âlemiyle ilişkilerin düzeltilmesi için olağanüstü bir çaba göstereceği de var. Yeni Genel Sekreter dün İstanbul’da Medeniyetler İttifakı toplantısında bu çerçevede kısa bir konuşma yapıp ‘dinî hassasiyetlere saygılı olduğunu’ belirtti ama –beklentinin aksine- özür dilemedi. Her halükârda İslam çevrelerinin Rasmussen alerjisinin nasıl tedavi edileceği ve bunun NATO’nun Afganistan’daki –hatta Kosova gibi Müslüman ağırlıklı ülkelerdeki- operasyonlarını etkilemesinin nasıl önleneceği hâlâ şüpheli.
Evet, NATO’daki etkinliğimizin artması ve Afganistan Özel Temsilciliği’ni üstlenmemiz önemli. Ancak, Rasmussen’in Genel Sekreterliği’nin NATO için İslam ülkelerinde ve Afganistan’da neden olacağı olumsuzlukları dengeleme sorumluluğu da bu ek etkinlik ve görevler yoluyla Türkiye’ye yüklenecek sanki. Ayrıca Afganistan’a ilave güç ve personel göndermemiz ihtimali de var. Anlaşılan Rasmussen krizinden kazancımız NATO’nun ‘yeni stratejisi’ çerçevesinde radikal İslam’a karşı mücadelesinde bir üst role terfi etmemizle sınırlı kalacak.
Yorumcuların dikkatine… • İmlası çok bozuk, • Büyük harfle yazılan, • Habere değil yorumculara yönelik, • Diğer kişilere hakaret niteliği taşıyan, • Argo, küfür ve ırkçı ifadeler içeren, • Bir iki kelimelik, konuyu zenginleştirmeyen, yorumlar KESİNLİKLE YAYIMLANMAYACAKTIR. |
Bunlar da ilginizi çekebilir...