Nietzsche bugün sınıfa girdiğinde; elinde bu defa ne kitap vardı ne de kahve... Sadece derin bir iç çekiş...
Ama öyle bir iç çekişti ki kesin Aristoteles mezarında doğrulmuştur: “Kim boğuldu lan!”
Dedim içimden:
“Eyvah… Bugün varoluşu değil, yok oluşu işleyeceğiz herhalde ve kesin sonunda ben kalacağım: Notlarım da zaten Platon’un idealar dünyasında kaybolmuş durumda. Biri felsefe, öteki alışveriş listesi gibi.”
Nietzsche tahtaya baktı, sonra bana döndü.
“Evlat,” dedi,
“Hazırlanın demiştim… Bugünün konusu mutluluktu, hatırlıyorsan.”
Ben: “Oho hocam! Hatırlamaz olur muyum! Hatta dün akşam mutlulukla ilgili video izledim, altına da ‘Hocamla izledim’ yazacaktım ama
yorumlarda biri ‘Mutluluk kapitalist bir illüzyondur’ yazmış, sinirlendim, kapattım.”
Nietzsche kaşlarını çatıp “Ee?” dedi.
“Haydi bakalım, bu kadar çok bildiğini düşündüğün bu kavramı nasıl tanımlarsın?
Ben daldım gidiyorum:
“Hocam mutluluk… Şey gibi…
Çayı karıştırırken kaşığın çıkardığı sesle huzur bulmak… Ama kaşık da seni sorguluyor: Sen kimsin beni çayda döndüren?”
Nietzsche sustu. Sadece burnundan nefes verdi ve tahtaya kocaman bir soru işareti çizdi.
Altına da “Bu çocuk fazla kaynamış.” yazdı.
Nietzsche, sınıfta bir tur attıktan sonra gözlüğünü düzeltti, kaşı kalktı indi.
Eliyle havayı süpürür gibi bir hareket yaptı: “Derinleş…” dedi.
Sonra elini daha hızlı salladı, sesini yükseltti:
“Biraz daha derinleş…”
Ben yüzümü buruşturdum ve Nietzsche’ nin gözlerine yan yan baktım:
“Keşke bu dersi Freud verseydi. En azından çocukluğumu suçlayıp kurtulurdum.”
Ama tabii bunu yüksek sesle söylemedim. Nietzsche'nin kaşlarının birleşme hızına bakılırsa, fazla dürüstlük bu derste pek önerilmiyordu.
“Tamam hocam, sakin! Derinleşiyorum.”
Bir an düşündüm, sonra ciddi bir yüz ifadesi takındım:
“Hocam… Mutluluk mevsimlerin bereketli geçmesidir.”
Nietzsche kaşlarını kaldırdı:
“Nasıl yani? Felsefi bir metafor mu bu?”
“Yok hocam,” dedim gayet doğal bir sesle,
“Yazları makarna, kışları bulgur… Mevsim geçişlerinde patatesle varoluşumuzu dengeliyoruz. Hocam bizde mutluluk karbonhidrat bazlı yaşanır.”
Nietzsche bağırdı: “Tanrı öldü!
Demiştim ama
sanırım seninle birlikte diyet de öldü yavrum.”
“Hocam, diyet ölmedi, sadece anlamını kaybetti; pizza o kadar derin ki artık felsefeye dahil oldu. Varoluşun karizmatik çemberi.”
Nietzsche sınıfta dolanıyor, elleri arkasında, sanki düşüncelerinin hacmini ölçüyor... Belli ki bugün bana mutluluğu öğretmeye kararlıydı.
Bir ara durdu, bana döndü:
“Yavrum,” dedi,
“Mutluluk, insanın kendini aşmasıdır.”
Dedim: “Hocam, ben kendimi aşmaya çalıştım ama banka limiti izin vermedi.”
Nietzsche derin bir nefes aldı, gözlüğünü sildi, sessizce masaya yumruğunu koydu. Bu bir felsefi pes etme anı gibiydi.
“Paradan değil, benlikten bahsediyorum!” dedi.
Ben: “Hocam, benlik de pahalı artık, ego bile taksitli satılıyor.”
Nietzsche’nin alnındaki damar titredi.
Bir anlığına Tanrı’yı değil, sabrını kaybetti. Tahtaya döndü, kocaman harflerle yazdı:
“MUTLULUK = ANLAM”
Sonra bana baktı, “Anladın mı?” dedi.
Dedim: “Hocam… Ben anlamı anladım da mutluluk kısmı hâlâ zamlı mı?”
Nietzsche sandalyeye çöktü, elini şakağına koydu..
Bir filozofun çaresizliği...
Yani düşün ki adam felsefeyi yerle bir etmiş ama benimle baş edemiyor!
Sonra aniden doğruldu, elindeki tebeşiri çevirdi. Parmağını havaya kaldırıp:
“İnsan kendi anlamını yaratabildiği ölçüde mutludur.” dedi
Ben, “Hocam ben anlam yaratmayı denedim ama elimde sadece diploma vardı, rulo yaptım.”
“Rulo mu, ee?”
“Hocam dürbün gibi bakınca umut görünüyordu... Meğer duvardaki çatlakmış.”
Nietzsche gülümsedi, ilk kez! Yani dudak kenarı milim kıpırdadı ki bu bir felsefeci için deprem sayılır.
“Peki,” dedi, “Sana göre, acı nedir o zaman?”
Dedim: “Hocam acı…
Çayın son yudumunda tortu çıkmasıdır. Bir de elektrik faturasını yanlışlıkla PDF yerine kalbe indirmektir.”
Nietzsche dondu kaldı.
Sonra tahtaya bir şeyler karaladı…
“Bu çocuk varoluşsal değil, fatura-oluşsal bir kriz yaşıyor.”
Ben de dedim ki:
“Hocam, siz ‘üstinsan’ dediniz, biz ‘üst limit’le yetiniyoruz. Aramızdaki fark sadece metafizik değil, ekonomik.”
Nietzsche, gözlerini kıstı, titrek bir sesle:
“Sen felsefe yapmıyorsun evlat, hayatta kalma mücadelesi veriyorsun.”
Ben hemen savunmaya geçtim:
“Hocam başka seçeneğimiz mi kaldı? Düşünmek lüks oldu. Biz artık pratik felsefe yapıyoruz: 3 al 2 öde... Faturalar, zamlar, stres... Her biri ayrı bir varoluş problemi.”
Nietzsche düşündü, sonra alaycı bir tebessümle sordu:
“Yani senin çağında insanlar artık mutluluğu değil, dayanıklılığı mı öğreniyor?”
“Evet hocam,” dedim. “Mutluluk artık bir kavram değil, bir kampanya. İndirimdeyse seviniyoruz, zam geldiyse susuyoruz.
Buna modern stoacılık diyebilirsiniz.”
Sınıftan çıktım, tam rahatlayacaktım ki Nietzsche arkamdan seslendi:
“Kantine gidelim mi? Düşüncelerimi sindiremedim.”
Dedim, “Hocam ben de tostla varoluşu tartışmak isterim. Elbette, yürüyelim.”
Kantine girdik. Ben seslendim, “İki çay, biri düşünceli olsun.”
Kantin görevlisi bir durdu, sonra Nietzsche’ye baktı,
“Hocam, şekerli mi sade mi?” diye sordu.
Ben hemen araya girdim:
“Yok yok, bana şekerli, hocam sade alır. O zaten acıya alışkın.”
Nietzsche bir an sustu, sonra bana döndü:
“Yavrum, peki sen ne zaman mutlu olursun?”
Dedim: ”Tamam hocam açık konuşayım:
Çoraplarım çift çıkınca, dolmuş tam önümde durunca, su ısıtıcı tıslamadan kaynayınca ve tabii... Elime baktım: Çay, tost. Hocam, çay bitmeden ikinciyi söyleyebildiğim anda, hazzın doruk noktası!”
Nietzsche gözlerini tavana dikti ve mırıldandı: ”Bunu Hegel bile açıklayamazdı.”
Sonra gözlüğünü çıkardı,
“Yavrum,” dedi, “Git…
Bugünlük mutluluğu sen kazandın.”
Dedim: “Hocam gerçekten mi?”
“Hakikaten” dedi.
O an ikimiz de sebepsizce kahkaha atmaya başladık. Nietzsche kahkaha atarken sandalyesi kırıldı, yere düştü. Ben hâlâ tostumu yiyordum.
“Hocam sandalyen kırıldı.”
Nietzsche yerde yatarken filozofça:
“Mutluluk bazen düşmeyi kabullenmektir.”
Ben de içimden diyorum: “Aha, sonunda filozofu da çözdük! Nihayet nihilizmin yüzü güldü.”
Tam o sırada cebim titredi. Ekranda bir mesaj:
“Hamlet yazıyor…”
Altında sadece şu cümle:
“Aşk konusuna girmeyin hocamla. Ben gelmeden başlamayın.”
Gülümsedim.
“Hocam,” dedim, “Sanırım bir sonraki derste konuk konuşmacımız belli oldu. Nietzsche
bir an durdu,
“Yine mi o çocuk?” dedi.
“Herhalde yine aşkta sorunları var hocam, geçen gün de hikâyeye kara fon koymuş.”
Nietzsche başını iki yana salladı, gözlüğünü düzeltti:
“Ama aşka daha var, önce özgürlüğü bulalım.”
Işık karardı. Nietzsche yerde, ben tostum elimde, Hamlet mesaj kutumda. Kantinin içinde tuhaf bir huzur...
Ben mırıldandım:
“Nietzsche Tanrı’yı, ben de bugünü kaybettim. Hocam ama olsun, ikimiz de denedik.”
“Bir dahaki derste size lâyık bir öğrenci olacağım hocam!”