Söze aslında bir İran Atasözü ile başlamak istiyorum:
"Ayakları olmayan adamı görene kadar, ayakkabım olmadığı için lanet ederdim..."
Aslında beni bu İran atasözüne götüren hafta sonunda yakından izlemeye çalıştığım Ak Parti Gençlik Kolları Kongresi oldu. Bilmem farkında mısınız ama diğer partilerin de eskiden gençlik kolları ve kadın kolları hatta onların çok yoğun faaliyetleri vardı. Artık ya yoklar, ya da kayda değer bir durumları yok ki haberdar değiliz. Ne yazık ki(!) bu iki alan da, sadece Ak Parti'de yoğun olarak var. "Ne yazık ki" dememin sebebi, Ak Parti'de bunların olmasını anormal karşıladığım için değil. Sakın yanlış anlaşılmasın. Vurgulamak istediğim, bu iki alanın da hakkında kapatma davası olan partide yoğun yaşıyor olmasıdır.
Neyse konuyu çok dağıtmak istemiyorum. Söylemek istediğime dönecek olursam, hafta sonunda izlediğim Ak Parti Gençlik Kolları Kongresi'nde, medyaya da yansıyan haliyle ilginç görünteler izledik. Ak Parti'ye ait bir etkinlikte dikkat çeken, belki de ilk kez 10. Yıl Marşı'nın bu kadar etkin bir şekilde öne çıkmasıydı. Bugüne kadar kendisine İstiklal Marşı ve Necip Fazıl'ın Sakarya Marşı'nı daha yakın gören bu kesim, bu kez 10. Yıl Marşı'nı ön plana almıştı.
Farklı anlamlar
Şimdi bütün marşların bizim marşlarımız olduğunu söylediğinizi duyar gibiyim. Elbette öyle. Bu konuda ben de size katılıyorum. Altı üstü bir marş ve tüm bu marşları, bu ülkenin evlatları yazmış, yine bu ülkenin evlatları okurken heyecan duymuş. Hepsi bu milletin marşlarıdır. Ama gelin görün ki, zaman içersinde ideolojik saflaşmalarımız sırasında, bu marşlara farklı anlamlar ve görevler de yüklemişiz.
Bu çerçevede Ak Parti'nin hafta sonunda gerçekleşen gençlik kolları kongresindeki diğer detaylara da bakınca, ister istemez Ak Parti'nin neden şimdi ve neden bu kadar çok ulusalcılık vurgusu yaptığını düşündüm. Elbette millicilik ve ulusalcılık aslında normal şartlarda elele yürürler ama bizde son zamanda durum farklı bir boyuta geldiği için, ben de konuyu bu çerçevede değerlendiriyorum ister istemez.
Buradan yola çıkınca da, Erdoğan'ın her zaman omuzlarından inen ve sadece beyaz olarak görmeye alıştığımız kaşkol sayısının ayrıca ikiye çıkmış olmasını da atlamak da doğru olmaz diye düşünüyorum. Yani beyaz kaşkolun yanına bir de kırmızı eklenerek, Erdoğan'ın omuzlarında Türk bayrağı renkleri simgelenmişti. Söylemler ise ona keza... Yani Ak Parti hem renkte, hem müzikte, hem de söylemde, en üst seviyede ulusalcıydı hafta sonunda. Buna bir de Erdoğan tarafından dağıtılan kırmızı karanfilleri de ekleyince, "çiçekte bile" demek gerekir.
Çok güvendiğim bir arkadaşımla bu tespitleri paylaşınca bana şunları söyledi: Acaba Tayyip Erdoğan ve Ak Parti, "Ben de sistemin bir partisiyim" mi demek istiyor? Yoksa, "Beni de kendiniz gibi yaptınız" mı diyor? Ya da, "Ben de sizin gibi mi oldum". Doğrusu bu soruların cevaplarını bilmiyorum. Bilmem de mümkün değil. Aslında merak da etmiyorum. Bildiğim bir şey var ki, hafta sonunda Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın büyük bir adım attığıdır. Bu belki de bazıları için uzlaşma anlamında sözü edilen geri adım niteliği taşıyabilir, bazıları için de ileri bir yeni adım. Bana göre bunun siyasi anlamı, Tayyip Erdoğan'ın siyasal uzlaşma çağrısıdır. Hem de çok güçlü bir şekilde.
Davayı etkiler mi
Tam bu noktada da hemen akla o iç gıcıklayıcı soru geliveriyor. Acaba bu durum mahkemeyi ve kapatma davasını etkiler mi, ya da Erdoğan bu sebeple, bu söylemlere yönelmiş olabilir mi? Elbette bunu da bilemeyiz. Ve bu sorulara farklı cevaplar verebiliriz. Ancak bilinen tek bir gerçek var ki, yargı bağımsızdır ve normal kararını verir. Bu siyasal uzlaşmaya mani olmadığı gibi, siyasal uzlaşma da mahkeme kararını etkilemez. Ve hemen belirtmek de fayda var ki, Türkiye'nin bu siyasal uzlaşmaya her zamankinden daha büyük ihtiyacı olduğu bir dönemden geçmekteyiz. Hem her şeyden kıymetli ekonomimiz için, hem de güvenliğimiz ve güneydoğudaki gelişmeler için. Bu çerçevede Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral İlker Başbuğ'un Kıbrıs'taki açıklamalarını çok ciddiye almakta fayda var diye düşünüyorum.
Yine tüm bu gelişmeler çerçevesinde merak ettiğim bir konuyu da yazmadan edemeyeceğim. Ak Parti ve DTP kapatılırsa, yerel seçimlerde bu bölge insanı (Doğu ve Güneydoğu) kime oy verecektir? Kuşkusuz bu adres ne MHP, ne de CHP olmayacağına göre; yine sistem kapatılan partileri siyasal hülleye mi teşvik etmektedir? Bu sorunun cevabı acil olarak sorulmalı, hatta bulunmalıdır.
Büyük paradoks
Büyük paradoks
Türk demokrasisinin ne yazık ki en büyük paradoksu, bugüne kadar halkın desteklediğini sistemin mahkum etmesi, sistemin beraat ettirdiğini de halkın mahkum etmesidir. Adnan Menderes'ten, Turan Feyzioğlu'na, Mesut Yılmaz'dan Tayyip Erdoğan'a, bu durumda bir değişiklik olmamıştır. Sistemin sıkıştırmasından sonraki normale dönüşlerde, hep yeni Köröğlular çıkmıştır. Dolayısıyla başta en deneyimli siyasetçi Süleyman Demirel de ve hatta Mesut Yılmaz da olduğu gibi; sistemle anlaşan herkes, halk tarafından sandığa gömülmüştür. Sistemin mahkum ettiği Tayyip Erdoğan ve diğerleri ise, halk tarafından en yüksek seviyede oy ile ödüllendirilmiştir. Dolayısıyla şimdi hem siyasal uzlaşma, hem de sistemin kurumlarının halkın beklenti, istek ve trentlerini hesaba katma zamanıdır. Eğer Türkiye'nin güvenliği en büyük mesele ise, şimdi herkesin bütün ezberlediği "marş"ları yeniden gözden geçirme zamanıdır...İnanın "marş"larımız arasında farklılıklar yoktur.
Referans
Yorumcuların dikkatine… • İmlası çok bozuk, • Büyük harfle yazılan, • Habere değil yorumculara yönelik, • Diğer kişilere hakaret niteliği taşıyan, • Argo, küfür ve ırkçı ifadeler içeren, • Bir iki kelimelik, konuyu zenginleştirmeyen, yorumlar KESİNLİKLE YAYIMLANMAYACAKTIR. |
Bunlar da ilginizi çekebilir...