The İndependent, Türkiye’de bayramın ve yılbaşı tatillerinin denk düştüğüne, bu sadece 64 yılda bir olduğuna dikkat çekerken Türkiye’de sabah kurban kesen, camiye giden insanların gece içki içerek Yıl Başı kutladıklarını kaydetti. Gazete, "Kurban Bayramı’nın sembolizmi ile Yıl Başı’nın eğlence felsefesi arasındaki çelişki daha derin olamazdı" ifadesini kullandı. Yıl Başı gecesinde tamamen farklı bir Türkiye’nin ortaya çıktığını belirten gazete, bu Türkiye "Batı’ya heyecanla bakan, Yıl Başının şevkini ve sekülerizmi kucaklayan" bir Türkiye diye yazdı.
Türkiye’de bayram ve yıl başı birlikte kutlanması yurt dışında dikkat çekti. The İndependent gazetesi, Türkiye’de bayramın ve yılbaşı tatillerinin denk düştüğünü belirterek “Bu sadece 64 yılda bir oluyor” diye yazdı. Gazete, Pazar günü sabahı kurban kesen, camiye giden insanların gece içki içerek Yıl Başı kutladıklarına dikkat çekti.
İngiliz The İndependent gazetesi, “Türkiye, Yıl Başında Çifte Kutlama Yaptı” başlıklı haberinde “Sadece 64 yılda bir meydana gelen, İslami ve Gregoryen takvimlerinin şans eseri denk düşmesi sayesinde Türkiye, Pazar gecesi 2007 yılının gelişini kutlamak için iki özel ve güçlü nedenleri vardı” değerlendirmesini yaptı. Türklerin Pazar günü binlerce koyun ve inek kurban ederek güne başladığını belirten gazete şöyle devam etti:
MÜSLÜMAN ÜLKELERİNİ ŞOKE EDECEK STİL
Diğer birçok Müslüman ülkesinin aksine Türkiye’nin, uzun bir süreden beri Yıl Başı partilerle kutlamadan yana bir tutum sergilendiğini belirten gazete, Türkiye’nin, Yıl Başı Avrupa komşuları gibi daha yalın Müslüman ülkelerini “şoke” edecek bir stil ile kutlamadan yana olduğunu kaydetti.
Ve günler öncesinde TURKTİME’da yer alan analiz:
Yılbaşı ile kurban bayramı birbiri ile çakıştı ve hangi özel günün ne için özel olduğu ile ilgilenmeyen; içerikten koparak “sunulan” her özel günü tüketim, goy goy edebiyatı, her ne olursa olsun pazarlama ve tabii ki tatil anlamında sonuna kadar kullanan sevgili halkım, yine pek bir telaşa düştü.
Benzerlerinde olduğu gibi, yine hangisine ayak uyduracağız diye koşuşturma aldı başını gitti. Aslında bu koşuşturma, kekliğin yürüyüşüne öykünüp beceremeyen, kendi yürüyüşüne dönmeye çalışıp bunu da beceremeyen ve geriye paytak bir yürüyüş miras edinen karganın halinden daha umut verici değil.
Şöyle ki;
Halkımızın yüzde 99’u güya Müslüman ve büyük bir oran Türk’tür. Ama bu yığın; örneğin yılbaşı gibi ne kültürüyle ne de dini inanışıyla hiçbir ilişkisi olmayan “özel” günleri Batı’dan daha coşkun bir şekilde kabul eder, kutlar.
Özellikle İslam başta olmak üzere dünyevi olmayan inanışlara büyük bir yıldırma kampanyası yürüten zinde güçler, Müslümanların dini inanışı gereği kestikleri kurbanların derilerini ne yapacağına dair yaptırımlar uygular, buradan da beslenmek için utanmadan, sıkılmadan kampanyalar düzenlerler. Ve bu, en basitinden doğrusal mantık üzerinden bile tartışılmaz, tartışılamaz.
İnanç tercihlerinden dolayı oruç tutmayanlar, kurban kesmeyenler, asgari bir ahlaki bir boyuta sahip olmadıkları için örneğin bu dini bayramlardaki tatilleri gönüllerince kabul eder ve kullanır; aynı şekilde, dini duyarlılığa sahip olanlar da, dinsiz olarak niteleyip adına laik dedikleri kesimin bayramları dolayısıyla olan tatilleri aynı şekilde kabul eder ve kullanır. Dolayısıyla hiçbirinin de inandırıcılığı ve karşı söz söylemeye yüzü kalmaz. Söyleseler bile herkes birbirine kıçı ile güler.
Ne inananlar ne de inananlara karşı olanlar neye inandıkları yada neye karşı olduklarına dair en basitinden bilgiye sahip değildir. Ezberledikleri birkaç cümleyi tüm karşı çıkışlarında çevirir çevirir söylerler. Dolayısıyla hiçbir şey söylemezler, söyleyemezler.
“Devrimleri!” “sağcılar!”, statükonun korunmasını “solcular!” yapar. Ne sosyal sınıf, ne ekonomik, ne kültürel bir ayırt edicilik… Yoktur. Herkes her şey olabilmekte, dolayısıyla kimse hiçbir şey olamamaktadır.
Herkes köylüdür ama köyler bomboş, şehirler olabildiğine kalabalıktır. Şehirliler köylere köylüler şehirlere akın etmektedir.
Türk milleti “necip”tir, eşine rastlanmaz ama; tarihe mal olmuş, dünya kültürüne katkı sağlamış ne bir sistemi, ne bir düşünürü, ne bilim adamı ne de bir sanatçısı vardır. Olmayacağı da bellidir. Olanlar, ancak ve ancak kendini amortiler. Buradan bakınca bu söz havada asılı kalır ama biz, bu bağlamından kopuk övünmeyi “hiçbir şey yapmaya çabalamamak” gibi ileri bir pasifliğe dönüştürmekte beis görmeyiz. Geriye ne kalır? Her alanda nal toplayan başı dik millet!
Yani hiçbir kavram, hak ettiği anlamı bulmaz; hiçbir anlam, dönüşmesi gereken davranış koduna dönüşmez.
Konfüçyüs, “Altın Orta” için “her şeyin adının konulmasını” salık verir. Tabii anlam kayması olmadan adın, uygun davranışa da dönüşmesini de not düşer.
İşte;
Bırakın altın ortayı, her şey teneke kıvamında kenar ve çekirdek olarak birbirine geçmiştir ki; sabah kalkıp kurbanlar kesilecek, bayram olması nedeniyle gerekli ritüeller ne ise yapılacak, akşam olunca yılbaşı kutlamak için kurban etleri eşliğinde kadeh kaldırıp “şerefe” denecek ve takip eden günler kurban bayramı nedeniyle gönül rahatlığıyla kullanılan tatilin ve kandaki alkolün verdiği o relax ruh haliyle hayvanların katledilmesinin ne fena bir şey olduğu tartışılacak, tartışırken de “Derileri neden o değil de bu aldı?” diye hayıflanılacak.
Ve bir avuç kişi ise bu garabeti izleyip aklını kaçırmamak için bir kez yine Tanrı’dan yardım isteyecek.
Umarım onlardan değilsinizdir...
Turktime-Ersin Tokgöz
Yorumcuların dikkatine… • İmlası çok bozuk, • Büyük harfle yazılan, • Habere değil yorumculara yönelik, • Diğer kişilere hakaret niteliği taşıyan, • Argo, küfür ve ırkçı ifadeler içeren, • Bir iki kelimelik, konuyu zenginleştirmeyen, yorumlar KESİNLİKLE YAYIMLANMAYACAKTIR. |
Bunlar da ilginizi çekebilir...