Ama... bebe... be... ben...
Uygunsuz nefes tespiti.
Kara Defter’e kaydedildi.
Daha “ben” demeye kalmadan…
Bir yerlerde bir zımbanın sesi duyulur:
– Çat!
Siz hâlâ "ben"i bitirmeye çalışıyorsunuzdur. Üzeriniz çizilir, kara defter güncellenir.
Belki yüzünüz fazla asıktı veya fazla güldünüz, belki de sadece... Vardınız.
Herkese bir kulp, herkese bir çizik...
Bazı insanların hayatı sanki bir muhasebe defteri gibi işliyor, fakat bu defterin sayfaları bembeyaz değil; kömür gibi kara ve ne acıdır ki, bu defteri tutanlar hesap kitap yapmıyor, insanları çiziyor.
Kiminin yürüyüşü fazla özgüvenli gelir, bir çizik. Kimi sessizce güler, “Soğuk biri bu” der, bir çizik daha.
Kahkaha atanı “hafif”, az konuşanı “soğuk”, çok konuşanı “yüzeysel” bulur.
Bir “x” daha, bir “-” daha…
Allah aşkına bu ne biçim defter? Sayfaları siyah, kalem kömür, niyet kapkara...
O defter, insanlık ajandası değil. Bir yargı listesi ve her satırda bir isim silinir, çoğu zaman o ismin haberi bile olmadan.
Siz de bir gün fark edersiniz ki...
Sizin adınız da o deftere yazılmış. Üstelik üstü çizilmiş bile. Gerekçe yok, savunma hakkı yok. Hani suçunuzu bilseniz dönüp ders çıkaracaksınız belki ama ne mümkün.
Çizmiş işte!
Ama size bir şey anlatayım.
Bu kara defter aslında bir günlüğe benzer. İçine yazılan herkes, onu tutanın ruh halini anlatır. O defterde adı çizilenlerin değil, çizenin hikâyesidir asıl mesele.
Nitekim çoğu zaman bu karalayıcılar, başkalarının gölgesinde kendi ışığını kaybetmiş, içten içe tutuşan kişilerdir. Her bir çizik, onun yorgunluğudur.
Her silme, onun kendi içinden eksilen bir parça...
Ama o çizikler var ya...
İnsan silmek için çizmez bazen, aksine altını çizmek için çizer.
Fark etmeden sizi vurgulamıştır.
Çünkü asıl mesele sizde değil, çizende saklıdır.
O hâlde…
Geliniz bu kararmış defterden çıkalım.
Yeni bir defter alalım kendimize. Sayfaları umutla dolu, satırları anlayışla geniş, mürekkebi merhametle ıslatılmış olsun...
Hadi yaz! Kara kalemi bırak, al eline renkli kalemleri.
İçine ne mi yazalım?
Yaraları değil, iyileşmeleri...
Yargıları değil, yolları...
Kırıkları değil, tamirleri...
Gülümseyebildiklerimizi.
İnsan kalabildiklerimizi…
Çünkü bir insanı çizmek kolaydır ama bir insana dokunmak, onu anlamak, yanında durmak çok daha değerlidir.
Vee en can alıcı nokta:
(Bak bunu demedi deme.)
Bazen silmeye çalıştığın bir isim, kalbinin,vicdanının, insanlığının hatta geçmişinin başköşesine yerleşir; ne silgi fayda eder ne terapi!
Unutma ki:
İnsan tuttuğu defterle değil; içini yazdığı niyetle tanınır.
Ve bazı isimleri, ne kara kalem siler…
Ne de öfke tüketir.
Onlar hep kalır.
Sessizce.
Sevgiyle.
Sahiden.
Hayat bir defterse, biz artık çarpı değil çiçek çizelim. Belki de o beyaz sayfalarda birlikte bir şiir oluruz.
Ve sevgili okuyucu!
Kıymet bilmeyen çok, çizgi çeken çok... Buna karşılık güzel insanlara güzel harflerle yer açan bir el hâlâ eksik:
BELKİ O El SİZİNKİ OLABİLİR.