Modernite, çelişkilerle örülmüş bir oksimoron artık:
Bir yanda sınırsız özgürlük iddiası, diğer yanda görünmez zincirler.
Zygmunt Bauman’ın “akışkan modernite” kavramsallaştırması, bu çağın en keskin teşhislerinden biri:
Her şey kayıyor; değerler, bağlar, kimlikler ve nihayetinde adalet bile.
Hiçbir şey sabit değil; her şey geçici, muğlak, yüzeysel ve pazarlanabilir.
Erdem, bu tür bir düzlemde arkaik bir arzu nesnesine dönüşüyor.
Bir zamanlar insanın anlağı ile kavradığı bir iç yasa olan erdem, bugün artık yalnızca
“algılanan iyilik” düzeyinde, görsel bir süsleme malzemesi.
“Modern çağda, erdemli görünmek, erdemli olmaktan daha kârlıdır.”
Zenginlik dersen; kaynağı flu, edinilme biçimi müphemdir.
Bir tür etik ambalajla sunulan servet, çoğu zaman sistemin dip akıntılarından beslenen birikimdir.
“Başarı” adı altında kutsanan bu zenginlik, aslında toplumun sınıfsal katmanlarında yarı-feodal bir kast sistemini yeniden üretir.
Ve tüm bu çarpıklık içinde Kant’ın yankısı çarpar kulağa:
“İyi isteme, başka hiçbir şey olmaksızın, iyi olarak düşünülebilecek yegâne şeydir.”
Kant’a göre erdemli olmak, sonuçlarla değil, niyetle ilgilidir.
Bir eylemi iyi yapan, onun sonunda ne kazandığın değil; evrensel bir yasa olmasını isteyebileceğin ahlâki ilkeye dayanmasıdır.
Fakat bugünün dünyasında bu düşünce, pratik anlamını yitirmiş görünür.
Çünkü akılcılık, artık çıkarcı rasyonalizm halini almış;
iyi isteme, yerini maksimum fayda hesaplarına bırakmıştır.
“Erdem, bu çağda ekonomik verimliliğin önünde bir arızadır.”
Bauman’ın işaret ettiği gibi birey, artık dış baskılarla değil;
kendi içselleştirilmiş denetimiyle sistemin sadık bir ajanına dönüşmüştür.
Bir vitrin gibi yaşayan insan, artık neyi düşündüğünü değil, neyi gösterdiğini önemser.
Böylece çürümüş bir toplumsal düzenin içinde,
erdem, nostaljik bir kavram,
adalet ise algı yönetimine indirgenir.
Ama tüm bu dekadans içinde bile bazıları, o iç sesi duyabilir:
Kirle temas eder ama onunla özdeşleşmez.
Sistemin içindedir ama ona ait değildir.
Çünkü onlar bilir:
“Tüm çürüme, önce kişinin kendini kandırmasıyla başlar.”
İşte bu yüzden — ve belki yalnızca bu yüzden — hâlâ erdemli olmak gerekir.
Başka bir dünya var diye değil,
bu dünyanın bizden çaldığı anlamı yeniden inşa edebilmek için.
“İnsan, sistemin dişlisi olmayı reddettiği yerde kendisi olur
Belki de uğraş verdiğimiz yaşam; zamanın tortusunda erimeyen akışkan ahlâksızlık çağında erdemin izini sürmektir