Yolculuğa Devam
Radikal’deki ilk yazımı yazarken epeyce zorlandığımı itiraf ediyorum. Genellikle düşündüklerini rahat ifade eden, çabuk yazıya döken birisi olmama rağmen, bu yazıya başlarken ne diyeceğimi bilemeden epeyce bir süre bilgisayarın karşısında oturdum. Yazdıklarımı beğenmedim.
Kendi yolculuklarımı mı anlatmalıydım, yoksa günün siyasi gelişmeleri üzerine yorum mu yapmalıydım?
Sonunda düşündüm taşındım ve sizinle bir geçmiş yolculuğuna çıkmaya karar verdim.
***
12 Haziran 2008 günü, İstanbul Üniversitesi’nin işgalinin 40. yıldönümüydü. 1968 olaylarının zirvesi kabul edilebilecek bu eylemi, bir grup 68’li aynı yerde, hayatta kalmış hocalarımızın da katılımıyla bir forumda yeniden gerçekleştirdik.
1968’in en tipik özelliklerinden birisi forumlardı. Üniversitelerin amfilerinde düzenlenen forumlarda özgür bir ortam içinde her şeyi tartışır ve demokratik bir yöntemle karara bağlardık.
İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi 1 numaralı amfisinde, geçmiş günlere yeniden döndüm. Bu yazının yayımlandığı gün, yani 15 Haziran bana eski bir yolculuğumu çağrıştırdı.
***
15 Haziran 1970 gecesi üç devrimci genç Ankara’dan İstanbul’a Gazanfer Bilge otobüsüyle yola çıkmıştık. İstanbul’daki büyük işçi gösterisine katılma heyecanı içindeydik. İşçiler tarihimizin en büyük eylemini yapıyorlardı.
Otobüsteki üç gençten biri bendim. Diğer ikisi ise 18 Mayıs 1973’te Diyarbakır Askeri Cezaevi’nde öldürülen İbrahim Kaypakkaya ve Gün Zileli’ydi.
16 Haziran sabahı o dönemde büyük fabrikaların en yoğun olduğu Haliç kıyılarındaki Alibeyköy semtine koştuk. Demir Döküm, Sungurlar Kazan, Gislaved Lastik Fabrikaları yöredeki bellibaşlı fabrikalardı.
Eyüp’ten binlerce işçi ile birlikte yürüyüşe katıldık. O yıllarda askerliğini yapan bir devrimci arkadaşım Eyüp Jandarma Komutanı’nın şoförüydü. O bize İstanbul’un diğer semtlerinde neler olduğunun haberlerini ulaştırıyordu.
Topkapı’dan yola çıkan işçiler İstanbul Valiliği’nin kapısına dayanmışlardı. Kadıköy’de polis işçilere ateş açmıştı. İşçilerden ve polislerden ölenler olmuştu.
15-16 Haziran işçi gösterisi sıkıyönetimle cevaplandırıldı.
***
Sıkıyönetimler ve askeri müdahaleler bu ülkenin kaderi olmaya devam etti. 12 Mart 1971 ve 12 Eylül 1980 askeri darbeleri Türkiye’nin üzerinden silindir gibi geçti. Biz 68’liler de nasibimizi aldık.
Türkiye yeniden müdahalelerle dolu bir dönemden geçiyor. 22 Temmuz 2007 seçimleri bir yılını doldurmadan hükümeti kuran parti hakkında kapatma davası açıldı.
Asker yargı ve siyaset ilişkisi demokratik rejimlerde alışık olunmayan bir biçimde gündemimize oturdu. Toplumdaki derin kutuplaşma insanları gerçeklik duygusundan uzaklaştırıyor. Hayatımız, gerçeklik duygusu düşük bir polisiye gerilim filmine benzemeye başladı.
***
Anayasa Mahkemesi Başkanvekili Osman Paksüt’le Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral İlker Başbuğ’un Kara Kuvvetleri karargâhında kamuoyundan gizli bir görüşme yaptıklarının ortaya çıkması işte bu ortamda bir anlam kazanıyor.
Böyle bir görüşmenin gizli yapılması mı, yoksa bu iki etkili ismin ne konuştukları mı önemli, ya da Paksüt’ün izlendiği yönündeki iddiaları mı? Paksüt, Başbuğ’u sınır ötesi operasyon nedeniyle kutlamaya gittiğini söyledi.
AKP hakkında kapatma davası konusunda karar verecek etkili bir yargıcın sınır ötesi operasyon için gizli bir kutlama yaptığını söylemesi size inandırıcı geliyor mu?
Bu sorular gerçekten haksız sorular ve insanların endişeleri yersiz endişeler mi?
Yakın tarihimizde üç buçuk askeri darbe olmasa, onlarca parti kapatılmamış olsa belki...
***
19. yüzyılda yaşamış Alman romancı Gustav Freytag “Alman kültüründe yürüme tutkusu ideal bir ülkeye duyulan macera dolu bir özlemden doğar” diye tanımlamış yürümeyi...
Yolculuğumuzu birlikte sürdüreceğiz...