BAŞLARKEN
22 Temmuz seçimlerinden önceydi.
4 Haziran 2007 günkü köşe yazımızda şu başlığı kullanmıştık:
"Abdüllatif Şener'i izlemeye devam..."
Aynı sözü bir süredir kendisi tekrarlıyor:
"Beni izlemeye devam edin."
O, gerçekten izlenmesi gereken ve izlenmeye değer bir politikacı...
AKP'den ayrılıp, yeni parti kuracağını açıklamasından sonra, iktidar medyası tarafından "münafık" ilan edilmesi ve salvo atışlarıyla yıpratılmak istenmesi de, bunu gösteriyor.
Kurucusu ve temel direklerinden birisi olduğu AKP'de, asla göz ardı edilemeyecek kişiliği ile Başbakan Yardımcılığı koltuğuna oturduktan sonra, ne Recep Tayyip Erdoğan, ne Abdullah Gül ve ne de Bülent Arınç gibi oldu.
O, "iktidardaki muhalif" olmayı tercih etti.
AKP iktidarı, koro halinde, cari açığın sorun oluşturmayacağını iddia ederken, o, cari açık tehlikesinden söz etti.
AKP iktidarı, önüne gelen kamu iktisadi kuruluşunu sorumsuzca özelleştirirken, o, bazı özelleştirme kararnamelerini imzalamadı.
Herkes yabancı sermaye geliyor diye sevinirken, o, "Dikkat, Arjantin'e benzeriz" diye uyardı.
Abdullah Gül ve Hüseyin Çelik gibi AKP'liler, "Biz istesek Cumhuriyet mitinglerinin beş misli kalabalık toplarız" derken, o, Cumhuriyet mitinglerinin göz ardı edilmemesi gerektiğini söyledi.
AKP'ller koro halinde Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer'i eleştirirken, o, her seferinde, "Cumhurbaşkanı, yetkisini kullanmıştır" demekle yetindi.
22 Temmuz seçimlerinde aday olmadı.
Kurucusu olduğu partinin iktidardaki icraatlarını eleştirmesi ve hep dik durmasıyla "Dikkat edilmesi ve izlenmesi gereken politikacı" konumuna geldi.
Bu yazı dizisinde onu anlatacağız. Çocukluğunu, öğrencilik yıllarını, akademik kariyerini, siyasete girişini, doğrularını, yanlışlarını, başarılarını, başarısızlıklarını...
Övmeden ve yermeden...
AKP Anayasa Mahkemesi tarafından kapatılsaydı, Türk siyasetinin kuşkusuz yeni yıldızı olacaktı.
Kapatılmama kararından sonra yıldızı tümüyle söndü mü?
"Onda Çerkez inadı var" diyenlere göre, hayır.
Öyleyse hem bu yazı dizisini, hem Abdüllatif Şener'i izlemeye devam...
Marksistler arasında dini bütün bir öğrenci
Abdüllatif Şener gibi dindar bir öğrencinin Mülkiye'de okuması, ölümle dans gibiydi
Sİvas'In Yıldızeli ilçesinde 1954 yılında dünyaya geldi. Babası Bedirhan Bey, annesi Ayferat Hanım'dı.
Onun için Çerkez diyen de var, Çeçen, Gürcü, Karatay Türkü diyen de...
Baba Bedirhan Bey, 93 Harbi'nde Rus zulmünden kaçıp Sivas'a yerleşen bir Çerkez... Anne Ayferat Hanım da, yine 93 Harbi'nde Rus zulmünden kaçıp Osmanlı'ya sığınan Çeçen bir ailenin kızı...
Yani Abdüllatif Şener'in annesi de, babası da Kafkas kökenli muhacir...
TCDD'de işçi olarak çalışan babasını bir tren kazasında kaybeden Şener, ilk ve ortaokul yıllarında aileye destek için simit satmış.
Belli ki zorluk ve yoksulluk içinde geçen çocukluk yıllarını pek hatırlamak ve anlatmak istemiyor.
Babasını bir tren kazasında kaybetmesi ve lise yıllarında karateci olması dışında çocukluk yıllarına ilişkin ayrıntılı bilgilere sahip değiliz. Gazeteci Can Dündar ile söyleşisinde verdiği kendisiyle ilgili bilgilerden sadece şu ayrıntıları öğrenebiliyoruz:
Lisede okurken gözü hep İstanbul'dadır. Aynı sırada oturduğu arkadaşıyla, liseyi bitirip İstanbul'a gidecekleri günün hayalini kurarlar sürekli.
Sınavda edebiyat fakültesini tutturur Şener; bir yıl orada okur. Ertesi yıl yeniden denerler. İkisinin puanı da İstanbul'da okumaya yeter bu kez... Sıra arkadaşı İstanbul Üniversitesi İşletme Bölümü'nü seçer. Ama Şener ön kayıt için gittiği Mülkiye'deki heyecandan çok etkilenip son anda İstanbul hayalinden vazgeçer: "Ben Mülkiye'ye gideceğim. İstanbul'a vali olarak geleceğim" der.
Anarşi ve terör yılları
Abdüllatif Şener, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'nde okumaya başlamıştır ama, o yıllar, üniversitelerde anarşinin, boykot ve işgallerin yoğun olduğu yıllardır.
Sağcı ve solcu diye ikiye ayrılan öğrenciler, birbirlerini öldürmekten bile çekinmemektedirler.
Ankara'da Ortadoğu Teknik Üniversitesi ve Siyasal Bilgiler Fakültesi, sol görüşlü öğrencilerin üssü konumundadır. Sağ görüşlü öğrencilerin bu okullarda okuması, hatta bu okullara girmesi bile imkansız gibidir. Dini bütün bir çevrede büyüyen, namaz kılan, Necip Fazıl Kısakürek'in şiirlerinin çoğunu ezberlemiş olan Abdüllatif Şener, Siyasal Bilgiler Fakültesi'nde nasıl okuyacaktır? Nitekim fakülteye girdiği yıl, okula yeni gelenlerin talim kitabı olduğunu sonradan öğreneceği Pulitzer'in "Felsefenin Temel İlkeleri" kitabını tutuşturacaklardır eline. İstemeyerek de olsa satırların altını çize çize okur kitabı...
Marksistlerle ilk karşılaşma
Siyasal Bilgiler Fakültesi Öğrenci Yurdu'nda kalmaya başlayan Abdüllatif Şener, Marksistlerle ilk kez burada karşılaşacak ve tanışacaktır. Can Dündar'a şöyle anlatacaktır o günleri: "SBF'de öğrencilerin ve hocaların çoğu Marksistti. Hangi ders olursa olsun, içine mutlaka Marksizmle ilgili bir şeyler serpiştirirlerdi. Hiç unutmuyorum, bir gün dört ders vardı. İlk üçünde hocalar Marksist olmasa da Marksizmi anlattılar. Son ders başka bir sınıfta Mümtaz Soysal'ın dersi vardı. 'O da Anayasa dersinde Marksizmi anlatacak' dediler. 'Dört dersin dördü de Marksizm olsun bari' diye ona girdim." Abdüllatif Şener, ilk şaşkınlığını atlattıktan sonra, "Ya deveyi güdeceksin, ya da bu diyardan gideceksin" der kendi kendine... Meraklı ve öğrenmeye yatkın yapısının da yararını görür. Marksizmi öğrenmenin ne zararı olacaktır ki?
Kendini sorgulama dönemi
Önyargılı değildir Abdüllatif Şener.
Kestirip atma huyu yoktur. Marksizmi daha yakından tanımaya karar verir:
"İnsan bir fikirle karşılaştığı zaman önyargılıysa toptan reddeder. Bu tür tepki veren arkadaşımız da çok olurdu. Ben hiçbir zaman, hiçbir düşünceye karşı böyle olmadım. Kestirmeden 'Bu yanlıştır' diye hiçbir düşünceyi reddetmedim. Bir şeyle karşılaştığım zaman 'Acaba bu neyin nesidir?' deme alışkanlığım vardır."
Marksizmi öğrenmeye başlamıştır ve iyi de olmuştur: "Müslüman bir kimliğe sahip olduğum için, İslam'la ilgili konuları tartışmaya açardım arkadaşlar arasında... Oysa o dönemde din, inananlar açısından tartışma alanı dışındaydı. Ama ben 'Her konu konu artışılmalıdır' derdim. 'Bunları fazla kurcalama' diyen arkadaşlarıma da, zamanında Tanrı'nın var olup olmadığını bile tartışan eski İslam filozoflarını örnek gösterirdim. Bu sorgulama sonunda, hakim düşüncenin baskısı altında kendi iç hesaplaşmamı yaptığım bir dönem yaşadım. Ve sonunda, bütün konuları önüne koymuş, tahlil etmiş, sonra da inançlarıyla ilgili kararını vermiş bir insan olarak çıktım üniversiteden..."
Ölümle dans etmek
O yıllarda öğrenci olanlar bilir. Karşıt görüşlü olmanın ölümle dans etmekten farkı yoktur.
Abdüllatif Şener Marksizmi öğrenmiş, o güne kadarki düşüncelerini sorgulamış, ama aslından kopamamıştır.
Hayatını riske atmayacak, fakülteyi de bırakmayacaktır. Dindar öğrencilerle birlikte okula gitmemeye, sadece sınavlara girmeye karar verirler. Zaten sağ görüşlü öğrenciler okula sokulmamaya, derslere alınmamaya başlanmıştır. Dev-Genç fakülteye tamamen hakim olmuş, Marksist olmayan öğrencilere -can korkusuyla- yol görünmüştür. Abdüllatif Şener buna rağmen, bir sınavda boş kağıt vererek boykota katılmak zorunda kalsa bile, sınavdan sınava uğradığı fakülteyi 10 üzerinden 7,5 puan tutturarak bitirmeyi başaracaktır.
‘Yakalayın faşisti’ diye peşine düşüp kovaladılar
Abdüllatif Şener gibi sağ görüşlü ve dindar bir gencin 1970'li yıllarda Siyasal Bilgiler Fakültesi'nde okuması çok zor, hatta imkansızdı. Her an kim vurduya gidebilirdi insan. Şener 3.sınıftayken, boykot nedeniyle okul açılmamıştı. Ama o gün Prof. Seha Meray için cenaze töreni yapılacaktı. Şener de cenaze törenine katılmak üzere okula gitti. Kapıdan çıkacakken bir öğrenci kimliğini sordu. Bir diğeri "üstünü arayın" dedi. O yıllarda öğrenci olmayanlar, Abdüllatif Şener'in o an duyduğu korkuyu anlayamazlar. Sağ-sol çatışması hergün 20'ye yakın can alıyordu. Abdüllatif Şener kaçmalıydı, ama nasıl?
Sağ tarafa kaçsa orada Hukuk Fakültesi vardı. Orası da "Sev genç yok, Dev-Genç var" diyenlerin egemenliğindeydi. Ölümden kaçayım derken, büsbütün ölümün kucağına da düşebilirdi.
Postu deldirebilirdi
Postu deldirtmemenin tek yolu, fakültenin önündeki caddeyi aşıp, karşı kaldırıma ulaşmaktı. Tabana kuvvet kaçmaya başladı. Siyasal'ın kapısının önündeki basamakları üçer beşer atlarken, "Yakalayın faşisti" diye bağırdılar.
Fakülte'nin bahçesinde oturan kızlı-erkekli öğrenci grubu ayaklandı. Can havlıyla tazı gibi kaçan faşisti yakalayacaklardı. Bahçeye doğru son sürat koşarken, öğrencilerden biri çelme taktı, Abdüllatif Şener yere düştü. Tabii elindeki kitaplar da... Ama onları düşünmenin sırası değildi. Çabucak kalktı ayağa ve koşmaya devam etti. Nihayet caddenin karşı tarafındaydı. Öldürülmekten ve dayak yemekten kurtulmuştu ama, dayak yemişten beter olmuştu. Eli, dizi, pantolonu parçalanmış, ayakkabının topuğu kopmuştu. "Buna da şükür" deyip yürüdü. Bir öğrenci elindeki kemeri sallaya sallaya hala peşinden geliyordu.
YARIN: Akademik yıllar
Sırrı Yüksel Cebeci'nin kaleminden
TERCÜMAN
Yorumcuların dikkatine… • İmlası çok bozuk, • Büyük harfle yazılan, • Habere değil yorumculara yönelik, • Diğer kişilere hakaret niteliği taşıyan, • Argo, küfür ve ırkçı ifadeler içeren, • Bir iki kelimelik, konuyu zenginleştirmeyen, yorumlar KESİNLİKLE YAYIMLANMAYACAKTIR. |
Bunlar da ilginizi çekebilir...