İşte Ersin Tokgöz’ün Anayurt Gazetesi’ndeki yazısı…
Almanya’da kabul edilen yeni göç yasası, evrende bilgiye dahil olan ne varsa hepsine sahip olan köşe başlarını tutan kalemşörlerimiz tarafından pek bir tepki görmüş, kesilmedik ahkam kalmamış ve yapılanlar tek bir kelimeyle özetlenmişti: Irkçılık…
Tepkiler öyle üst perdeden, ahkamlar öyle büyüktü ki, her güne bu yazarları okuyarak başlayan Alman yetkililer hemen geri adım atacak ve ilişiğindeki özür metniyle birlikte tasarıyı anında geri çekecekler diye bekledik.
Değilmiş…
Ya bizim yazarların kendilerine özelde Türkiye, genelde dünyayı değiştirecek bir güç vehmetmeleri koskoca bir yalandan ibaretmiş, ya da Almanlar bu yazarların herkesi hizaya getirme misyonundan habersiz olacak kadar kalın kafalı. Yoksa Almanya Cumhurbaşkanı Köhler bunca tantanadan sonra nasıl olurdu da göç yasasını onaylardı.
Ama onayladı.
Şimdi bakıyoruz, tasarı gündeme gelince yeri yerinden oynatan kalemşörler, kesinleşince kıllarını kıpırdatmadılar.
Öyle ya, sonuçta ne Almanya’da yaşayan Türklerin derdi gerçekten de bu kalemşörleri geriyordu, ne ırkçılıkla ilgili Türk vatandaşların sorununu aşan genel bir ahlaki ve insani kaygı duyuyorlardı ne de bu kaygıdan hareketle gösterecekleri genel geçer bir tavır vardı. Sadece o gün o konu modaydı ve her şeyi bildikleri için iki kalem de o konuda oynattılar.
Hepsi bu…
Şimdi çok daha ciddi sorunlarla uğraşıyorlar. Abdullah Gül’ün eşinin türbanlı olmasının rejimi nereye sürükleyeceği, Atıl Kutoğlu’nun Hayrunnisa Gül’e nasıl bir başörtüsü tasarımlayacağı, Emin Çölaşan’ın Hürriyet’ten kovulmasının kendi yerlerini nasıl etkileyeceği ve Bekir Coşkun&Erdoğan polemiği çok daha fazla önemsenmesi gereken konulardı.
Öyle yaptılar.
Ama merak etmiştim; kendi ülkelerini bile tanımaktan ne kadar uzak olduklarını seçim öngörülerindeki çuvallamalarıyla daha geçenlerde ibretle izlediğimiz “köşe başı yazanları” sınırları dışındaki bir olayı nasıl yorumlayacaktı. Ve dikkatle izledim:
Bu konuda kalem oynatanların hepsi tek bir farklı bakış geliştirmeden en kolayına sarılıp “Irkçılık” referansından hareket ederek tepkilerini, kullanmayı en çok sevdikleri kavramlar olan özgürlük ve eşitlik atıflarıyla tek bir noktaya sabitlediler.
Mesela Türkiye sınırları içinde yaşayanları göbeğini kaşıyan adamlar yada bidon kafalılar olarak niteleyen ve yerden yere vuranlar, bu sevmedikleri vatandaşların sınır dışında ne yapıp da böyle bir kararın alınmasına etken olduklarını yazmadılar.
“Neden özelikle Türkler bu çerçevede değerlendirildi ve Filipinler ve Tayland gibi ülkelerle bir tutuldular?” diye düşünmediler.
Her şeyi sorarken mesela “Yıllarca Almanya’da yaşayıp birkaç kelimenin dışında Almanca konuş(a)mamak nasıl bir paradokstur ve buna rağmen ısrarla orada var olmaya çalışmak nasıl bir açmazdır?” diye sormadılar.
“Dile karşı bu direnme kültüre ve toplumsal kabullere de yapıldığına göre bir ülkenin kendi yapısını korumak için önlem almaya çalışmasından, bu ayrık otlarını temizlemek için çalışma yapmasından daha doğal ne olabilir?” gibi bir özeleştiri yapmadılar.
“Temel düzeyde Almanca bilmeyenlerin artık gelmemesini istemek, bu örnekler de göz önüne alındığında bu kadar kolay ‘ırkçılık’ olarak nitelenebilir mi?” diye düşünmediler.
Çünkü gerek yoktu. Nasıl ki dün “Türbanlılar Arabistan’a” narasını atanlar bugün “Gidecek başka yerimiz yok” diye her şeyi kendilerine yontmakta beis görmüyorlarsa, aynı şekilde dün Türkiye sınırları içindeki yüzde 47’lik nüfusu ağza alınmayacak ifadelerle yerden yere vurup cehenneme yollamak isteyenler bugün Almanya’nın göçmenlere karşı tutunduğu tutumu vicdansızlık olarak görmekte de beis görmeyeceklerdi.
Çünkü vicdan daha tutarlı bir duruşla ilgiliydi. Ve bizim her “köşe başı yazanında” arayıp da bulamadığımız tek şey buydu.
Yorumcuların dikkatine… • İmlası çok bozuk, • Büyük harfle yazılan, • Habere değil yorumculara yönelik, • Diğer kişilere hakaret niteliği taşıyan, • Argo, küfür ve ırkçı ifadeler içeren, • Bir iki kelimelik, konuyu zenginleştirmeyen, yorumlar KESİNLİKLE YAYIMLANMAYACAKTIR. |
Bunlar da ilginizi çekebilir...