Anayurt Gazetesi’ndeki köşesinden…
Spinoza, karşıtlıkların birbirinin habercisi olduğunu, günün geceyi gecenin de günü müjdelediğini belirterek adeta avutmaya çalışmıştı insanı, o her “gece durumu” için. Spinoza’dan çok azımız haberdar olsak da, farklı referanslarla bir süre aynı düşünceyle idare ettik.
Ama…
Artık Spinoza’nın o çok sevdiğimiz avuntusunun da tarihi bitti. Gece, artık gündüzü değil, sadece geceyi müjdeliyor. Karanlık aydınlığa gebe değil bundan böyle.
Tarihin başından beri gelip Schopenauer’da taçlanan “Dünyanın zaten olabilecek en kötü dünya olduğu, biraz daha kötü olsa ayakta kalamayacağı” düşüncesi, insan elinin yıkıcılığı ile adım adım daha bir gerçek oluyor. Hani Newton’un korkusunu taşıdığı “Gezegenlerin sağlam görünen kabuklarının altında, tabiat karşısındaki acizliklerinin yattığı” gerçeği, her gün biraz daha gözümüzün içine mıh gibi giriyor…
Ama ne fayda.
Tabiat, alacağı öcün ayak seslerini daha yakından duyurup “son”un çok yakında olduğunu haber verdikçe, aptala yatan insanoğlu doğa karşısındaki bilmem kaçıncı simülatif zaferi için “şerefe” diyor.
Kış ortasında yaşadığımız bahar için seviniyor, “Bu da neyin nesi” diye düşünmeden günü kurtarmanın rahatlığıyla avunuyoruz…
Hilkat garibesi yeni canlı türlerinin türemesine “Ayy, ne enteresan” ünleminin dışında bir anlam yükleyemiyoruz.
Akıl dolu insanın akılsızlığının, zaten olabilecek en kötü dünyanın sonunu getirdiğini kenara bırakıp, el birliği ile tabiat karşısındaki acizliğini yüceltilmiş güç gösterileriyle anlamsız bir mukavemet yaratarak görmezden gelmeye çalışıyoruz. Görecek daha light konular seçiyoruz, arsızca.
Felakete giden yolu sorumsuzluğumuzla büyük bir iştahla kısaltırken, yapılan onca uyarı gündemimize bile girmiyor. Gündemimiz bir gün sonrası ile ilgili tek bir anlam taşımayacak onlarca saçmalıkla dolu çünkü.
“Küresel ısınma” haberleri, Ahmet Hakan-Tuncay Özkan arasındaki ısınma kadar bile ilgilendirmiyor hiçbirimizi. Yakın saydığımız bu “ısınmanın” “biz”e ilişkin hiçbir yakınlık taşımadığını, “uzak” kabul ettiğimizin nasıl ta içimizde olduğunu görmekten fersahlarca uzağız.
Bilim adamlarının açıkladığı “Dünyanın sonuna sadece 2 derece kaldı” raporları örneğin Zeynep Tokuş’un eşinin midesinin genişliği kadar bile enterese etmiyor kimseyi.
Aptallık, umursamazlık, aymazlık ve azdıran kibir o boyutta ki, ne geçmişi okuyabildik ne de bu günü… Ders almak için...
Oysa tarih “unutmayanlar” için yeterince öğreticidir. Pompei, Nuh Tufanı yada Lut helaki gibi binlerce örnek anımsansa, yada o kadar geriye gitmeden günün “gerçek hikayesi” doğru okunsa…
Ama hayır. Pompelililer sadece anın şaşkınlığı ile donup kalmışlardı… Oysa gerçeğe gözlerini kapatan modern insan felaket gelmeden, birer heykel gibi, felaketi yok sayarak bekliyor…
Yok sayıp davet ederek, davet ettiğini bildiği için kaçmaya çalışarak, kaçmaya çalıştıkça kucağına düşerek…
Varoluş dilimizle diyoruz ki; “Tanrım, haklısın. İsmiyle müsemma insan, biz, evet, gerçekten de unutanız…”
Ve insanca devam etmek için gerekli her şeyi, unutuyoruz…
Yorumcuların dikkatine… • İmlası çok bozuk, • Büyük harfle yazılan, • Habere değil yorumculara yönelik, • Diğer kişilere hakaret niteliği taşıyan, • Argo, küfür ve ırkçı ifadeler içeren, • Bir iki kelimelik, konuyu zenginleştirmeyen, yorumlar KESİNLİKLE YAYIMLANMAYACAKTIR. |
Bunlar da ilginizi çekebilir...