O gün Nietzsche sınıfa girdiğinde elinde zincirler vardı. Ben doğal olarak, insanlığın felsefi tarihine değil; direkt can güvenliğime odaklandım.
“Hocam pranga metaforuna mı geldik, yoksa bugün gerçekten zincir mi takacağız?” dedim.
Nietzsche, pazarlık payı bırakmayan o “Evrim sizi yarı yolda bırakmış” bakışını attı:
“Evlat önce zincirlerini fark etmen gerekir.”
Ben de tamamen samimi bir panikle:
“Hocam ben sabah bisiklet kilidini bile çözemedim. Zincirle ilişkim toksik,” dedim.
Nietzsche gözlerini kapadı. Sanki içinden, “Bu çocuğu kim kaybettiyse ben buldum” diyordu.
“İnsan özgür doğar ama her yerde zincirlere vurulmuştur. Rousseau böyle derdi.”
Ben o anda az kalsın bilgiçlik kasacaktım, sonra durdum. Bilmediğim ortaya çıkar diye temiz bir cehaletle sordum:
“Rousseau kim hocam? Zincir ustası mı?”
Nietzsche’nin çıt damarlarından biri attı.
“Hayır! Düşünür.”
Ben rahatladım.
“Heh tamam, düşünürse onun da kafası ağrıyordur. Siz iyi anlaşırsınız.”
Nietzsche, elindeki zincirlerle yavaşça üzerime yürümeye başladı.
O yürüdükçe ben geri geri gidiyorum. Duvara doğru…
Kısmetse az sonra felsefeye gömüleceğim.
“Hocam ne oluyor?”
Ses yok.
“Hocam 'Tanrı öldü' falan deyin bari de ortam yumuşasın!”
Hiçbir şey yok.
“Hocam en azından 'Üstüne alınma' gibi bir cümle kurun!”
Ben kendi kendime “Çabuk müdahale et yoksa zincirli düşünür belgeseline dönüşeceksin,” dedim.
“Hocam sakallarınız çok uzamış.Tıraş mı olsak?”
Nietzsche kıpırdamıyor.
“Vallahi o sakalların altında altyazı gibi duruyorsunuz hocam!”
Nihayet durdu.
Sakallarını sıvazladı ve dedi ki:
“O sakallar olsa olsa noktalama işareti olur.”
Ben içimden “Nihilizm artık espri de yapıyor, vay arkadaş,” dedim.
Sonra kendimi tutamadım:
“Hocam, bende değil ama sizde güzel gelişmeler var.”
Nietzsche’nin kaşı yavaşça kalktı. Tahtaya adeta bir cezayı yazıyormuş gibi sertçe yazdı:
ÖZGÜRLÜK NEDİR?
Ben hemen pozisyon aldım: Eller arkada, duruş dik, yüzümde “Bugün Nietzsche’nin gözüne girmeliyim” ifadesi...
Parmak hesabına başladım.
“Hocam,” dedim, “Özgürlük sekiz harfli, üç heceden oluşur.
‘-ler’ takısını getirince çoğul olur: Özgürlükler.
Yani hocam, istenirse paylaşılabilir bir şeydir!”
Nietzsche’nin beyniyle gözleri arasında kısa devre yaşanıyor gibiydi..Tam olarak “Tanrının öldüğü günkü” tonlamayla:
“Evladım, bundan başka bir şey bilmiyor musun?”
Ben gayet rahat:
“Yok hocam, başka ne ki?”
Nietzche tebeşiri öyle bir sıktı ki felsefe tarihi ikiye ayrıldı: Önce ben, sonra o an.
“Biraz düşün,” dedi. “Kuşları düşün. Gökyüzünü, bulutları…”
“Hocam, tamam şimdi anladım!
Özgürlük uçmaktır, koşmaktır, sıçramaktır!”
Sonra içimden bir hüzün geçti:
“Tabii… Rüyanda.”
“Hocam size bir şey anlatacağım ama gülmek yok. “Geçen gün dedim ki: ‘Hadi biraz özgür olayım!’ Dışarı çıktım, küçük bir kahve, tatlı, minik alışveriş…
Sıçradım… Banka mesajı geldi: ‘Özgürlüğünüz hesabınıza zarar verdi.’
Ehh Hocam… Özgürlük güzel bir şey de, cüzdan bunu demokrasi olarak algılamıyor.”
Nietzsche gözlüğünün üstünden baktı ve dedi ki:
“Belki de sen sıçramıyorsun.
Sadece hayata yanlış açıyla atlıyorsun.”
Ben de:
“Hocam, yanlış açı değil, sistem galiba biraz garip.”
Bir sessizlik oldu. Sadece tavan pervanesinin sesi duyuluyordu. Ben devam ettim: ‘Tamam madem gerçek hayatta sıçrayınca her şey gidiyor, o zaman düşlerde sıçrarsın!’
Oh mis gibi, ne vergi var ne enflasyon… Sıçradın mı sıçrıyorsun!”
“Gece rüyamda şöyle bir sıçrıyayım dedim, birden iki görevli önüme çıktı:
‘Hop hemşerim! Rüyada sıçrama iznin var mı?’
Dedim: ‘Beyefendi, ben düşteyim!’
Adam dedi ki:
‘Olsun! Biz düşleri de kontrol ediyoruz. Yüksek özgürlük tespit edildi. Bir cümle yanlış kurarsan anında düşten atarız!’
Yani hocam, özgürlük rüya görürken bile fişlenmemektir.”
Resmen rüyamda bile sınırdan çevirdiler.
Gerçekte sıçrayınca ekonomi çöküyor,
rüyada sıçrayınca memur çıkıyor. Ben hangi boyutta özgür olacağım, hologramda mı?”
Nietzsche tebeşiri aldı, sanki evrenin yükü omuzlarındaymış gibi derin bir nefesle yazdı:
“Tanrı öldü.”
Altına ben küçük harflerle ekledim:
“Ama düş memuru hâlâ hayallerimde kimlik kontrolü yapıyor hocam.”
Nietzsche yüzünde ‘Batı felsefesinin yıkılışı’ temalı bir ifadeyle:
“Evlat, gerçek hayatta sıçrayınca yerçekimine, rüyada sıçrayınca görevliye yakalanıyorsan,
sen özgürlük değil, evrensel denetim sistemi yaşıyorsun.
Senin ruhun bile bürokrasiye tabii kalmış!”
Sonra tahtaya sertçe bir cümle yazdı:
“ÖZGÜRLÜK:
Sıçradığında kimsenin sana ‘Nereye?’ dememesidir.”
Gözlerini pencereye doğru çevirdi ve mırıldandı:
‘Ama rüzgâr bazen söylenenleri taşır… ”
“İşte şimdi buldum Hocam! Özgürlük, sizin dediğiniz şeyleri rüzgârın yanlış anlamamasıdır. Evet, rüzgâr her şeyi taşır ama anlamı taşımakla çarpıtmak arasında ince bir çizgi vardır. İnsan, kendi sesini bile bazen bu rüzgârda kaybeder. O yüzden özgürlük, bağırmak değil; rüzgârla anlaşabilmektir. Söylediğini eğip bükmeden, savurmadan, bozup büyütmeden taşırsa eğer, işte o zaman gerçekten özgürsündür.”
Nietzsche sakalını sıvazladı:
“Aferim evlat… Bundan sonra sana ‘Seynçe’ diyelim.”
Ben gülerek:
“Hocam, kendi isminizin melodisini benim adıma da eklediniz yani. Akıl ve kaos formülü mü bu?
Sonra gülümsedim:
“Hocam senin yüzünden Rüzgârı bile ikna etmeye çalışıyorum.”
Nietzsche uzunca düşündü:
“Yani,” dedi, “Düşünmek bile yasaksa, insan nasıl filozof olur?”
Ben dedim: “Hocam, filozof olana kadar zaten profil kapanıyor.”
Sonra sinirlendim:
“Hocam! Geliyorsun: Tanrı öldü falan diyorsun. Olmuyor! Ben buraya felsefe öğrenmeye geldim, sen beni dijital sürgüne hazırlıyorsun!”
Nietzsche, sakince elindeki zinciri yere bıraktı:
“Evlat merak etme. Sürgün dediğin şey? Benim öğrencilerim için başlangıç seviyesidir.”
Ben gözlerimi büyüttüm, “Hocam bu başlangıçsa ilerisi ne? Felsefi gurbet mi?”
Nietzsche devam etti:
“Hem asıl korkman gereken profilinin kapanması değil...
Düşünmeyi bıraktığında zaten çoktan kapandığını fark etmemen.”
Ben yutkundum.
“Hocam valla açık söylüyorum. Ben düşüneyim ama siz bir iki ders düşünmeyin, algoritma biraz soluklansın.”
Nietzsche başını iki yana sallayıp:
“Evlat, özgürlüğün bu kadar denetime takıldığı başka bir çağ görmedim,” dedi.
Tam o sırada arka sıralardan bir sandalye gıcırdadı. Hamlet içeri girdi.
Saçları dağınık, elinde kafatası:
“Yeter artık!” dedi. “Her ders özgürlük, ahlak, varoluş… Hocam ben ölüp dirildim; yine de sıra bana gelmedi!”
Nietzsche döndü:
“Senin hikâye biraz karmaşık evlat. Aşk mı, varoluş mu belli değil.”
Hamlet bana döndü:
“Bu adam seni özgürlükten rüya kontrolüne taşıdı.”
Ben omuz silktim:
“Benim zincirlerim var Hamlet, bir de üstüne duygusal kredi mi açayım?”
Hamlet yaklaştı, kafatasını bir kenara koydu:
“Zincir mi? Senin zincirlerini ben çözerim.”
Nietzsche durdu.Derin bir iç çekti. Ve dersin sonunda “Devam edecek…” anlamında metaforik bir sessizlik kaldı.