O gün sınıfın kapısına daha yaklaşmadan burnuma öyle ağır bir parfüm kokusu çarptı ki…
Bir an, “Okulun önüne seyyar Arap parfümcüsü üs mü kurdu?” diye düşündüm. Koku o kadar yoğundu ki teneffüse kadar yaşasam kendimi başarılı sayacaktım.
Hamlet sabahın köründe gelmiş, bana da mesaj atmıştı:
“Sevdiğim… Yani şey… Hanımefendi… Yani… Sen… Erken gel."
Mesajın sonunda üç tane kafası karışmış kafatası emojisi göndermiş.
Sınıfa bir girdim ki Hamlet bambaşka biri olmuş. En güzel kıyafetlerini giymiş, pelerinini takmış ama öyle havalı takmış ki pelerin uçuşsun diye sınıfın camlarını açmış, içeride hava akımı var. Pelerin adeta dalgalanıyor.
Hamlet de tahtanın önünde durmuş, bakışlarını sisli sisli uzaklara dikmiş:
“Aşka mı bakayım, yoksa Senin gelişine mi?” diye kendi kendine mırıldanıyor.
Tahtaya da kırmızı tebeşirle kocaman bir kalp çizmiş, ortasına yazmış:
AŞK DERSİ
Benim içimden bir ses:
“Eyvah… Bu çocuk yine romantizme geçiyor.”
Tam o anda kapı öyle bir açıldı ki kapı menteşeleri dile gelip, “Ben bugün hocamı hak etmedim,” diye ağlayacak sandım.
Nietzsche içeri girdi.
— “AŞK MI? Ben güç istencinden bahsedecektim! Siz ne yaptınız? Sınıfa resmen duygusal siroz hâli gelmiş!”
Hamlet parmağını kaldırdı:
— “Hocam, aşk da bir güçtür.”
Nietzsche homurdandı:
— “Güç değildir Hamlet! Güç kaybıdır! Aşk insanı delirtir!”
Hamlet saçını düzeltti:
— “Friedrich, senin aşkla derdin var. Aşık olamayınca herkes aşka düşman olmaz. İstersen seni birine ayarlayalım?”
Nietzsche sinirden bıyığını hışırdattı.
—“Ben ilişkiye değil, varoluşa odaklıyım çocuk! Ve ben aşkı bilmediğimden değil, siz fazla bildiğinizden yoruldum!”
O sırada kapı yeniden açıldı. İçeri Platon girdi; elinde mağaranın krokisi var. Arkasından Schopenhauer, en arkadan Simone de Beauvoir yürüyerek geldi.
Simone beni süzdü:
— “Bu derste kadın bakışı da olacak umarım?”
— “Elbette hocam,” dedim. “Hamlet’le birazdan flört edeceğiz, siz de feminist değerlendirme yaparsınız.”
Schopenhauer homurdandı:
— “Aşk dediğiniz şey iradenin en büyük yanılgısıdır.”
Platon hemen ekledi:
— “Ama ideaların aşkı çok güzeldir.”
Nietzsche:
— “YETER ARTIK İDEANIZLA AŞKINIZLA!”
Ben sesimi kısarak:
— “Hocam sakin olun, birazdan çok sinirleneceksiniz o yüzden enerjinizi saklayın.”
Hamlet bana döndü.
O bakış…
O dramatik İngiliz trajedisi…
— “Söyle bakalım aşk senin için ne? Hani şu eski zamanlardaki gibi midir hâlâ?”
Ben ona baktım ama modern çağın yorgunluğuyla karışık bir gülümsemeyle:
— “Sayın hayaletli Bey, bizim çağda aşk biraz yoruldu.”
Hamlet’in yüzü düştü:
— “Nasıl yani? Aşk yorulur mu?”
— “Yorulmaz mı? Eskiden aşk mektuptu. Beklerdin, umutlanırdın.
Şimdi aşk mavi tik veya bildirim...
İlk günler full paket: ‘Günaydın’, ‘Neredesin’, ‘Niye geç yazdın?’ Sonra deneme süresi bitiyor. Sessiz mod, uçak modu, en sonunda da…
Kullanıcı bulunamadı.
Hamlet iyice çöktü, son bir umutla:
— “Yine de aşk hâlâ var mı?”
Ben hafifçe gülümsedim, saçımı geriye attım:
— “Var efendim, olmaz olur mu? İnsanlar hâlâ birbirini seviyor. Sadece biraz güncellendi.
Ama yine de bir tek şey değişmedi.”
Hamlet heyecanla yaklaştı:
— “Nedir o?”
— “Aşk hâlâ birinin kapıdan içeri girdiğinde kalbinde bir yerin otomatik düzelmesidir.”
Hamlet’in yanakları kızardı.
Nietzsche’nin ise rengi attı:
— “BU NE? BEN BÖYLE BİR DERS İSTEMEDİM!”
Simone iç çekti:
— “Ah Nietzsche, aşkla derdin ne?”
— “Siz aşkı anlamıyorsunuz.”
Simone hafifçe başını eğdi:
— “Aşk Tanrı gibidir.
Önce öldürür sonra diriltir. Ama mesele şu: Kimin öldüğünü, kimin dirildiğini kim seçiyor?”
Ben Hamlet’in elindeki kafatasına şöyle bir baktım…
Ama öyle normal bir bakış değil; kafatasını süzdüm. Sanki rakip görmüş gibi. Sanki “Bu kim? Ben yokken neler yaşadınız?” der gibi.
Sonra dayanamadım, içimi döktüm:
— “Hocam benim aşkım beni diriltmeden başka birine reenkarnasyon geçirdi.”
Hamlet bir an dondu.
Elindeki kafatası da sanki mahcup oldu, göz çukuru aşağı kaydı.
Hamlet panikle:
— “Ah ah! Sakın yanlış anlama! Vallahi bu sadece şey, ders materyali. Pedagojik bir kafatası!”
Ben kaşlarımı kaldırdım:
— “Pedagojik kafatası mı? Geçen hafta buna cancağızım diye fısıldadığını duydum.”
— “O sahne provaydı!”
Bu sırada kafatası elinden kayıp yere düştü.
Hamlet şok içinde:
— “Ofelia görse ikimizi de öldürürdü.”
Ben kollarımı bağlayıp omzumu silkerek sustum. Hamlet yere düşen kafatasını ayağıyla arkaya itip bana doğru eğildi:
— “Bak şimdi ruhumun felsefi kaktüs… şey… papatyası…”
Ben kaşlarımı kaldırdım:
— “Efendim, bana metafor satma. Açık konuş.”
Hamlet iki elini kalbine bastı, pelerini dramatik biçimde arkasında savruldu:
— “Sana yemin ederim, o kafatasıyla hiçbir duygusal bağım yok! Vallahi sadece geçmişle hesaplaşma amaçlı! Yani eşyasal bir nostalji.”
Ben yine de süzüyorum. Hamlet hemen diz çöküp Shakespeare-ingilizcesine döndü:
— “Oh sweet torment of mine, thou art the only pulse in my tragedy!”
Ben gözlerimi devirdim ama içimden de:
“Tamam ya, bu çocuk gerçekten çabalıyor…”
Tam ikimiz de barışmış gülümsüyorken, arka sıradan Nietzsche yine patladı:
— “Aşk mantığın katili!Gene duygusallığa teslim oldunuz!”
Hamlet, Nietzsche’ye dönüp hafifçe bağırdı:
— “Hocam! Sizin yüzünüzden ilişki yaşamaya utanıyoruz artık!”
Nietzsche yüzünü buruşturdu:
— “Utanın! Aşk utançtır!”
Hamlet bana fısıldadı:
— “Biz yine de yürürüz bu ilişkiyi.”
Sonra bana bir adım yaklaştı:
— “Peki sen… Benim için ne hissediyorsun?”
Ben flörtöz bir gülümsemeyle:
— “Notum size bağlıysa çok hissediyorum.”
Schopenhauer sandalyesine çöktü:
— “Evet, irade yine yenildi.”
Hamlet elimi tuttu.
Nietzsche yerinde zıpladı:
— “HAYIR! HAYIR! VAROLUŞ BUNA HAZIR DEĞİL!”
Hamlet bana:
— “Söyle, aşk mı, akıl mı?”
Ben:
— “Aklım Nietzsche’nin yanında kaldı. Kalbimse sende koşuyor.”
Nietzsche patladı:
— “BEN AKLIN TEMSİLCİSİ DEĞİLİM!”
— “Hocam,” dedim, “Siz güçlü olan her şeyi sahiplenirsiniz diye düşündüm.”
Simone de Beauvoir tahtaya yazdı:
“Aşk bir seçimdir; trajedi ise çoğu kişinin yanlış kişiyi seçmesidir.”
O sırada Hamlet hafifçe eğildi…
Elimi tuttu…
Fısıldadı:
— “Bana bir şans vermek ister misin?”
Ben:
— “Sana değil, kendime veriyorum o şansı Hamlet.”
Nietzsche sandalyeyi devirdi:
— “BU NE DEMEK YA? BEN BURADA YILLARCA YAZDIM, HALA BİR KİŞİ BİLE ‘KENDİME ŞANS VERİYORUM’ DEMEDİ!”
Simone hafif güldü:
— “Kadınlar kendi şanslarını kendileri yaratır Nietzsche.”
Hamlet göz kırptı:
— “Peki, bu aşk ne olacak?”
Ben:
— “Olmazsa trajedi olur. Olursa Shakespeare yeniden dirilir.”
Nietzsche:
— “Siz aşkı anlamıyorsunuz. Aşk bir başkasında kendini bulmak değil kendi deliliğini paylaşmaktır.”
Platon:
— “Onları bırak Nietzsche, aşk ideal bir formdur.”
Nietzsche öfkeyle:
— “İdealiniz batsın!”
Hamlet bana dönerek:
— “Dersi kaynatıyoruz ama akşam sizinle kahve içsek?”
Ben:
— “Sütlü mü içiyorsun Hamlet?”
— “Sen nasıl istersen öyle.”
Nietzsche ayağa fırladı:
— “İŞTE BU! EN ZAYIF CÜMLE! İRADE YOK! GÜÇ YOK! AH BU AŞK!”
Simone defterini kapadı:
— “Ders bitti.”
Hamlet elimi tuttu, sınıfın kapısından çıkarken sadece şöyle dedi:
— “Olmak ya da olmamak değil, artık sensiz olmamak.”
Nietzsche’nin arkadan gelen çığlığı:
— “BEN BU DERSİ YOK SAYIYORUM!!!”