Oysaki ben Nietzsche’ye, “Hocam, bir dahaki derse Hamlet’i de getirir misiniz?” demiştim…
Nietzsche işi biraz abartmış. Bu sabah sınıfa bir girdim; Sartre, Camus, Gibran hepsi orada.
Ben dayanamayıp dedim ki:
“Hocam ben Hamlet’i istedim, siz edebiyatın yarısını getirmişsiniz!”
Nietzsche sakallarını düzeltti, o kendine has ciddiyetiyle,
“Evladım,” dedi, “O daha hazırlanıyordu. Nedense bu sabah çok heyecanlıydı.
‘Hocam siz gidin, ben biraz geç kalabilirim,’ dedi.”
Ben de içimden “Allah Allah, niye bu kadar süsleniyor ki?” dedim. Sonra da utanıp sustum.
Tam o sırada kapı gıcırdayarak aralandı.
İçeri biri girdi. Öyle bir parfüm sıkmıştı ki sınıf bir anlık varoluş krizi yaşadı.
Hamlet’ti bu. Saçlarını yana taramış, yakasına siyah bir güvercin broşu takmış, elinde kahve kupasıyla içeri süzüldü.
“Geç kaldım biliyorum,” dedi. “Ayna beni biraz tuttu.”
Nietzsche’nin kaşları yukarı kalktı, sonra tekrar indi.
“Evladım,” dedi, “Biz seni düşünceye davet ettik, sen defileye gelmişsin.”
Ben kahkahamı zor tuttum.
“Hocam,” dedim, “Olsun, bari bu sefer ‘olmak ya da olmamak’ demeden kahvesini yudumlasın.”
Hamlet ciddiyetle baktı. Kupasını yavaşça masaya bıraktı. “Olmak ya da olmamak…” dedi, sesi biraz titriyordu.
Bir anda sınıfta hava değişti. Sanki herkes aynı sorunun içine düşmüştü.
Nietzsche kaşlarını çatmış, Camus’nün gölgesine bakıyor; Gibran, kalemiyle tahtadaki sözcükleri karıştırıyordu. Kısa bir sessizlik… Sonra felsefi deprem başladı.
Sartre gözlüklerini taktı, burnunun üzerinden bize baktı:
“İnsan, seçimleriyle tanımlanır.”
Hamlet suratını buruşturdu:
“Ben seçim yapamadım zaten, o yüzden buradayım.”
Köşeden Camus seslendi, pencereye bakarak:
“Hayat saçmadır ama yine de direneceksin.”
Nietzsche bu diyaloglara dayanamayıp bağırdı:
“Tanrı öldü!”
Kapı düştü. Korkudan elim ayağım birbirine dolandı, hemen Gibran’ın arkasına saklandım. Gibran sessizce başını bana çevirdi ve fısıldadı:
 “Sessizlik, en derin sestir.”
Ben ise titrek bir sesle sordum:
“Peki bu kadar sessizlikte kim beni duyacak, Gibran abi?”
Hamlet bana göz işareti yaptı, yanlış anladım.
Meğer “Kalk, sıra sende” diyormuş.
Hemen söze katıldım:
Yeter! Artık bu meseleyi netleştirmenin vakti geldi. Yüzyıllardır insanlık aynı soruya bakıp “Hımmm” diyor, sonra markete gidiyor. 
“Olmak mı, olmamak mı?”
Usulca Hamlet'in yanına yaklaştım.
 “Efendim”, dedim, “Bu olmak ya da olmamak meselesini artık netleştirebilir miyiz?”
Hamlet derin bir nefes aldı:
 “Ben aslında o cümleyi sahnede doğaçlama söylemiştim, bu kadar büyüyeceğini ben de tahmin etmedim.”
Hamlet’e döndüm:
“Sen çıktın, kafan zaten karışık, elinde kafatası…Ne iş?”
“Bu muhtemelen tiyatroda replik bekleyen bir figüranın kafasıydı ama herkes anlam yükledi!”
 “O günden sonra bütün dünya “Acaba biz var mıyız yok muyuz?” diye dertlenmeye başladı. Oysa ben hep diyorum ki: “Hamlet o gün bir tabak dolma yeseydi,  şimdi hepimiz varoluş yerine zeytinyağlı konuşuyor olurduk.”
“Ee,” dedi, “sen ne diyorsun? Olmak mı, olmamak mı? Yani... üçüncü bir şık yok mu mesela? ‘Belki sonra olmak’ gibi?”
Benim kanaatim net:
“Olmak ya da olmamak” bir tercih değil, doğuştan gelen fabrika ayarıdır. Bazılarımız dirençli model doğar, fırtınada bile şarjı bitmez. Bazılarımız ise demo sürüm gibidir, ilk hatada çöker.
Nietzsche hâlâ kapıyı yerine oturtmaya çalışırken, dayanamadı:
 “Sen şimdi olmuş bir insan mısın?”
 “Yani, güncellemeyi indiriyorum hocam, yer yer bağlantı zayıf.”
“Nasıl yani, yarı olmuş?”
“Kahvesi bitmemiş, aydınlanması yükleniyor hâlindeyim.”
“Varoluşun beklemedeki sürümü, ha?”
“Aynen öyle. Sabahları yeniden doğuyorum ama her seferinde çayı fazla demliyorum.”
“Yani sen diyorsun ki,” dedi Nietzsche, “olmak bir sonuç değil, tekrar eden bir cesaret hâli?”
“Evet hocam. Her sabah ‘Bugün olacağım’ diye kalkıyoruz ama yine de olmuyoruz.”
“Niçin?”
“Çünkü her şey artık çok güzel efektli!”
“Efektli mi, nasıl?”
“Mesela, karnın aç mı? Yoo, tok algılanıyor!
Elektriğe zam mı gelmiş? Hayır canım, faturalarda umut artışı olmuş!”
Nietzsche başını salladı, ben heyecanla devam ettim:
“Olmak sadece nefes almak değil. Bazıları yaşar ama olmuyordur; sisteme giriş yapmamış gibidir. Dünya döner, o ise yükleniyor ekranında takılı kalır.” Olmamak ise rahat bir hâl:
Sorumluluk yok, vicdan sessizde, felsefe kapıda bekliyor...
Tam “Olmamak” için ideal zaman...
Ama sonra bir şey oluyor.
İçinde küçücük bir ses diyor ki:
“Hadi biraz ol be!”
Belki birine gülüyorsun, belki bir fikir yazıyorsun,
belki sadece sessizce direniyorsun…
İşte o an: Sen oluyorsun.
Toplumlar da böyle.
Biraz olurlar, biraz olmazlar. Bazen hepimiz “Yükleniyor” hâlindeyiz.
Ama tamamen olmamaya gönül razı gelmiyor işte. Eğer sorgulamayı, üretmeyi, vicdanı unutursa; o toplum olmama moduna geçer. Herkes uyur, sadece elektrik faturası uyanıktır. Olmak, sessiz bir direniştir.
Bir yandan faturayı öder, bir yandan anlam ararsın.
Kısaca: Hem var olursun hem vade farkı ödersin.
Hamlet geri döndü.
Elinde telefon, selfie çekmek istiyor.
 “Hashtag ne olsun?” dedim.
 “#ToBeOrNotToBe2025” dedi.
Hepsi toparlanmaya başladı, artık gitme vakti gelmişti.
Nietzsche kaşlarını indirdi, ciddiyetle:
“Bir dahaki dersteki konumuz mutluluk. Hazırlanın.”
Ben atıldım:
“Oho hocam, merak etmeyin, biz zaten ona alışkınız. Ben çok iyi hazırlanırım.”
Hamlet pelerinini savurdu, göz kırptı:
“Ya o kadar göz kaş işareti yaptın, böyle mi gideceksin Hamlet?” dedim.
Hamlet gülümsedi, saçlarını düzeltti.
“Benimle dalga geçiyorsun ama sen de ‘olmamak’ kısmında bayağı kalmış gibisin.”
“Senin yüzünden! İnsan seninle konuşunca varoluşsal kriz yaşıyor.”
“Kriz mi? Ben ona etki alanı diyorum.”
 “Etki alanı sen misin, yoksa ben miyim, vallahi çözemedim. O kadar parfüm sıkmışsın, saçlarını da yana taramışsın; bu ne felsefi hazırlık böyle?”
Hamlet bir adım yaklaştı, gözlerini kısıp fısıldadı:
“Bir dahaki derste bana çay getir, yalnız şekerli...”
Kalbim çarptı.
“Çay mı, şekerli mi?”
Tam havada süzülürken arkasından bağırdım bari gitmeden bir tavsiye ver.
“Ol ya da olma demiyorum…
Ama olacaksan, biraz delilikle ol! Zaten normallerin dünyasında
kim var ki gerçekten olmuş?” 
.....
Hazırlanın! Bu sınıfta mutluluk, varoluşsal kriz ve saçma kahkaha karışımıdır. Kim sağ salim çıkacak bakalım?