E-posta :
  Şifre :
    ► Üye olmak istiyorum
    ► Şifremi Unuttum

Siyasette Askeri Vesayet Neyse, Ekonomide de IMF Vesayeti Odur! Vesayet Bitiyor! 

Büyük bir kesim, “IMF ile anlaşma yapılmazsa, çok zorlanırız” açıklamaları yaparken, iki yıldır IMF’siz yola devam edilmesini savunan ekonomi profesörü Asaf Savaş Akat IMF ile görüşmelerin bitirilmesini yorumladı.

15.03.2010 - 07:02
Siyasette Askeri Vesayet Neyse, Ekonomide de IMF Vesayeti Odur! Vesayet Bitiyor!

Mine Şenocaklı'nın röportajı...

Büyük bir kesim, “IMF ile anlaşma yapılmazsa, çok zorlanırız” açıklamaları yaparken, iki yıldır IMF’siz yola devam edilmesini savunuyor gazetemizin yazarı, ekonomi profesörü Asaf Savaş Akat. Şimdi anlaşmanın yapılmayacağının açıklanmasından çok mutlu; “Ne dolar, ne de euro etkilendi. Aynı şeyi borsa için de söyleyebiliriz. Bu meselenin bir bardak suda koparılan bir fırtına olduğunu gördük işte. IMF anlaşmasına biçilen değeri öğrendik: Sıfır” diyor. Bir de benzetme yapıyor üzerine, “Siyasette askeri vesayetten kurtulmak ne kadar önemliyse, ekonomide de IMF vesayetinden kurtulmak o kadar önemli!”

* Hocam siz başından beri IMF’yle anlaşmanın yanlış ve yararsız olduğunu savunuyorsunuz. Oraya geleceğim ama önce şunu konuşabilir miyiz, nedir bu IMF, ne işe yarar?

IMF ne birilerinin söylediği gibi fevkalede iyi niyetli bir kurtarıcıdır, ne de ülkeleri perişan eden, kötülük kaynağı bir şeytan. Aslında IMF, İkinci Dünya Savaşı sonrasında bir tür kooperatif niyetiyle kurulmuş bir kuruluş. Ama Amerika bu kooperatifi kurarken biraz kontrolü altında tutma niyetiyle kurmuş.

* Yani adı kooperatif ama tam da kooperatif değil?

Evet. Kooperatifin bir ağa babası da var. Bizde olur ya hani, kooperatiftir ama müteahhit kurar. Seçim falan yapılır, ama neticede müteahhitin adamları seçilir. Onun gibi... IMF’de ise şöyle, herkes ortak ama bir tane de daha çok ortak var. Yani Amerika...

* Peki amacı ne IMF’nin?

IMF, bir tür Dünya Merkez Bankası gibi... Merkez Bankası’nın fonksiyonu ne? Likiditenin ortadan kaybolmasının yaratabileceği çok kötü etkiler var, bunları engellemek. Likidite dediğimiz ilginç bir olay, fazlası da kötü oluyor, azı da... Kıvamının da ne olduğunu aslında kimse bilmiyor. Ülkelerin merkez bankalarının görevi bu. Yani kıvamı tutturmak... Ama bir de uluslararası likidite var. Biliyorsunuz ülkeler birbirlerinin paralarını dış ticarette illa da kabul etmek zorunda değiller. Yani bir Alman gelip, “Sana euro vereyim, malını bana sat” dediğinde, euro’ya güvendiğimiz için kabul ediyoruz ama yarın kabul etmeyebiliriz de... Böyle karışıklıklar olduğu takdirde dünyaya da likidite vermek lazım. İşte IMF, bu işlevi sağlamak için kurulmuş bir kooperatif. Şu ya da bu şekilde ülkenin kendi hatasından ya da dış koşullardan kaynaklanan durumlarda devreye giriyor.

“Bütçe açığımız korkutucu değil!”

* Ülkelerin kendi hatası ne olabilir?

İşte vaktiyle 1950’lerde ve 1970’lerde bizim başımıza geldiği gibi, bütçede ipin ucu kaçar, para basılır ve döviz biter. Döviz bitince ekonomi durma noktasına gelir. Oradaki hikâye şu, ülkede ekonomi durduğu takdirde çok ağır bir bedel ödenecek. Ekonomi durduğunda ülke ihracat yapamayacak. İhracat yapamayınca döviz kazanamayacak. Döviz kazanamayınca ithalat yapamayacak. İthalat yapamayınca üretim yapamayacak. Üretim yapamadığına göre ihracat da yapamayacak. Tam bir kısır döngü var. Bu kısır döngüyü bir yerden kırmak lazım. İşte, bu kısır döngünün ortaya çıkması engellenmeli ki ekonomi çalışsın. Böylece biz yumuşak bir şekilde, ülkeyi o noktaya getiren sorunlar neyse, onları çözebilelim. Nitekim 1957-1958’de, 1978-1979’da böyle krizlerle karşılaştık. Yine 1994’te, benzer bir olayı yaşadık. Ve sonra IMF’den yardım aldık... Tabii bir kurum bir amaçla kuruluyor ama zamanla başka işlevler de çıkıyor ortaya, ayrıca giderek bir kurum kimliği oluşuyor. Bunların ikisi de Türkiye açısından önemli. Bizi ilgilendiren bu yeni işlevlerden en önemlisi ,uzun süre yüksek enflasyonla yaşayan ülkelerde döviz krizinde yaşanana benzer bir kısır döngü oluşuyor olması... Ama bu kısır döngü dövizle ilgili değil. Buradaki kısır döngüde beklentilerle ilgili bir durum söz konusu. Uzun süre yüksek enflasyondan sonra hiçbir ekonomik aktör, ne işçi, ne memur, ne işveren, ne esnaf, ne köylü enflasyonun duracağına inanmıyor. Devam edeceğini düşünüyor. Böyle olunca da, ‘Herkes zammını yaparsa enflasyonu nasıl düşüreceğiz?’ sorusu ortaya çıkıyor.


“IMF’cilerin söyledikleriyle askercilerin söyledikleri aynı şeydir. Hiçbir farkı yoktur. Söylenen şey şudur; seçimle gelen siyasetçiler, Türkiye’yi doğru dürüst yönetemez!”

* Bunu önlemenin bir yöntemi yok mu?

Var tabii... Ekonomiyi çok ağır bir resesyona sokarsan, yani işsizlik çok artarsa, esnaf patır patır batarsa, köylüler ürünlerine alıcı bulamazsa, o zaman istedikleri zamları yapamazlar ve enflasyon düşmeye başlar. Ama zaten uzun süren enflasyonun getirdiği bir bozukluk var ekonomide. Enflasyon gibi bir hastalığı geçirmiş bir toplumun bu ilacı içmesi mümkün değil. Bu yüksek enflasyondan düşük enflasyona geçiş dönemini, ekonomi küçülmeden atlatabilmek için bazı yöntemlerin kullanılması lazım. İşte orada IMF devreye giriyor. Biz 2000 yılında başladığımız programda ne dedik? “Yüksek enflasyonu düşüreceğiz” dedik. Peki nasıl ikna edeceğiz vatandaşları, imkanı yok ikna edemeyiz. IMF geldi dedi ki, “Kuru sabitliyoruz.” Türkler enflasyonun düşeceğine inanmasalar bile, kuru çok ciddiye alan bir milletdir. Kur dedin mi, gözleri pırıl pırıl olur, olaya ve hayata bakış açıları değişir. Kurun sabit tutulması, tabii bu enflasyonun düşeceğiyle ilgili beklentilere bir ivme verdi. Böylece “Enflasyon o kadar düşmez ama bir miktar düşer” fikrini insanlar kabul etti ve 2000’de de ekonomi küçülmedi. Peki sorun neydi? 1999’da Türkiye’nin döviz sorunu var mı? Yok. Kulaklarından döviz çıkıyor. Ama IMF’ye ihtiyacımız var, iki sebepten dolayı. Bu, bugün için de önemli. Birincisi, kuru sabit tutunca dış açığımız da olacak. Dış açık olunca insanlar korkar, “Bu dış açık nereye gidiyor?” diye... TL’ye saldırırlar, kuru sabit tutamayız. Onun için IMF geliyor, peşinen dış açığın parasını veriyor. Nitekim 2000 yılındaki dış açığın parasını fazlasıyla vermişti.

* Peki hocam biz 2000 yılındaki açığın parasını aldıysak peşinen, 2001’de niye kriz çıktı?

(Gülüyor) O da bizim özel yeteneğimiz diyelim!

* Ne kadar para almıştık o zaman?

13-14 milyar dolar para aldık, açığımız da 10 milyar dolardı. Yani IMF’den alınan kaynak, o yılın dış açığından daha büyüktü. Ama bu işin bir boyutu. İkinci boyutu, IMF sadece parayı vermiyor, aynı zamanda geliyor, bizim geçmişte enflasyona yol açan bütçe açıkları günahını tekrar işleyip işlemediğimizi de kontrol ediyor. Çünkü şöyle bir risk var; siyasetçi “Ben enflasyonu indiriyorum, bak kuru da sabitledim” der, biz de vatandaş olarak ona inanırız. Ama sonra döner, basar parayı, bizi aldatır. Şimdi aldatıp aldatmadığını bilmediğimize göre ne yaparız? İnanmayız ona, tedbir alırız. İşte IMF orada, “Ey cemaati müslimin, ben kefil oluyorum. Denetleyeceğim bunları, artık bütçe açığını da kontrol altına alacaklar” diyor. Böyle bir ikili fonksiyonu var IMF’nin. Hem dış açığın finansmanını, hem de özelleştirme gibi yapısal reformların yapılmasını sağlıyor.

2000 yılını hatırlarsan, Türkiye’nin yapması gereken çok şey vardı. Özellikle kamu bankalarında birikmiş borçlar, kredi sisteminde sorunlar vardı. IMF ne dedi? “Onların da yapılacağına ben kefilim. Denetleyeceğim, kontrol edeceğim ve size haber vereceğim” dedi. İşte bu IMF’nin yeni işlevi. Çünkü burada döviz olayı yok. Çok dolaylı olarak var. Yani Türkiye 1999’da dövizi bittiği için, döviz sıkıntısı olduğu için gitmedi IMF’ye, kredibilitesi, inandırıcılığı bittiği için gitti. IMF de şunu demedi tabii, “Ya kardeşim senin dövizin var bana ne? Bu benim görevim değil.” Tam tersine, “Evet enflasyonla mücadele etmek de benim yeni tanımlanmış görevlerim içine girer. Sana bu konuda yardım edeceğim” dedi. Bu birinci gözlemim. Bir gözlem daha yapmak lazım bu dönemde. İktisat teorisi homojen değil. Ayrıca iktisatın ne kadar teori, ne kadar ideoloji olduğu da tereddütlü bir konu. Yani böyle çok açık seçik, net değil. Dolayısıyla iktisat teorisinin kendi içinde de ciddi bölünmeler var. Daha pragmatik, daha uygulamaya yönelik teoriler var, daha dogmatik teoriler var. Orada da ilginç bir gelişme oldu. IMF zaman içinde, daha dogmatik sayılabilecek bir tür kökten piyasacı denilen ekolün etkin olduğu bir kuruma dönüştü. Mesela Nobel ödüllü ekonomistler Paul Krugman da, Joseph Stiglitz de bütçe açığının iyi bir şey olduğunu düşünüyor. Ama IMF’de yer alan iktisatçılar bütçe açığının hep kötü bir şey olduğu görüşünde. Dogmatiklikten kastım bu...

Erdoğan 2004’te hayatının en büyük fırsatını kaçırdı

Başbakan Erdoğan’ı kim ikna etti bilmiyorum 2004’te IMF’nin zorunlu olduğuna... Kim ikna ettiyse çok yanlış yaptı bence. Çünkü Erdoğan IMF’yi 2004’te atsaydı ve sonra da bu bütçe politikasını uygulasaydı eğer, Türkiye 2008 krizi geldiğinde IMF’siz bütçe disiplini sağlayan ülke olacaktı...”

* Siz 2004’te “IMF ile anlaşmaya gerek yok, yapılmasın” demiştiniz...

Evet. Çok sert bir şekilde karşı çıktım. Anlattım da, neden yapılmaması gerektiğini, bugün çok da haklı çıktığımı düşünüyorum... Orada hükümet büyük bir hata yaptı. Anlaşma yapmamız için hiçbir sebep yoktu. Türkiye’nin döviz sorunu olmadığı çok açık ortadaydı. Nitekim IMF ile yapılan anlaşma yüzünden büyük bir döviz fazlası sorunu oluştu, TL değer kazandı, bu Türk sanayiine büyük darbe vurdu ve dış açıklar oluştu. Niye? IMF’yle anlaşılmıştı. Büyüme sorunu yoktu. Nitekim Türkiye ekonomisinin en hızlı büyüdüğü yıllar 2004 ve 2005’tir. Artık Türk ekonomisinin kendi rüştünü ispat etme zamanıydı. Konjonktür çok müsaitti, IMF’ye hiç ihtiyaç yoktu. Dolayısıyla şimdi hükümetin şunu ispat etmesi gerekiyor artık. Bu eninde sonunda olmak zorunda. Biz siyaseti askeri bir vesayet, ekonomiyi IMF vesayeti altında uzun süre götüremeyiz. Dikkat ederseniz, IMF’cilerin söyledikleriyle askercilerin söyledikleri aynı şeydir. Hiçbir farkı yoktur.

* Nasıl?

İşte ne diyor askerciler, “Eğer askeri vesayet olmazsa, askerin siyasetteki özel yetki alanı korunmazsa bu siyasetçiler Türkiye’yi çok kötü yerlere götürür. Ülkede ne demokrasi kalır, ne düzen, sonumuz çok kötü olur.” Peki IMF’yi savunanlar ne diyor, “Eğer IMF olmazsa bu siyasetçiler Türkiye’yi çok kötü yere götürür, bütçe perişan olur, borç patlar, enflasyon fırlar, ekonomi kabusa gider.” Bu ikisi aynı şeydir. Yani ikisinde de söylenen şey şudur; seçimle gelen siyasetçiler, Türkiye’yi doğru dürüst yönetemez.

* Ekonomide de demokrasi istiyorsak IMF’den kurtulmak mı lazım?

Olay bu. Öyle değil mi? 2004 yılında Erdoğan büyük bir fırsat kaçırmıştır. Bence hayatının en büyük fırsatını... Onu kim ikna etti bilmiyorum IMF’nin zorunlu olduğuna... Kim ikna ettiyse çok büyük yanlış yaptı bence. Eğer Erdoğan IMF’yi 2004’te atsaydı ve sonra da bu bütçe politikasını uygulasaydı, Türkiye 2008’de kriz geldiğinde IMF’siz bütçe disiplini sağlayan ülke olduğunu kanıtlamış olacaktı... Şu anda hâlâ böyle mi, değil mi şaibeli. Doğrudur, biz 2004’te, 2005’te, 2006’da, hatta 2007’de bütçe disiplini uyguladık ama ne diyor piyasa, “IMF sayesinde” diyor. Yani vesayet sayesinde. “IMF vesayeti olmasaydı olmazdı” diyor. Dolayısıyla bu tam bir kısır döngüdür. Çünkü siz IMF vesayeti altında kaldığınız sürece bütçe disiplininden ötürü kredibilite kazanamazsınız, beyhude bütçe disiplini uygulamış olursunuz. Kimse uyguladığınız bütçe disiplininin sizden kaynaklandığını düşünmez. “IMF’den kaynaklanıyor” der. Dolayısıyla IMF’yi kovduğunuz gün de ne diyecekler? Bunların geçmişte bütçe disiplini uygulaması var mı? Yok. Ama IMF’yle var. Şunu söylemeye çalışıyorum, işte şimdi ispat etme zamanıdır. Şu ispat edilmelidir; seçimle gelen bir iktidar, seçim ufku içinde de normal bir bütçe ve maliye politikası uygulayabilir. IMF olmadan da bütçe açığını, iktisatçıların ve piyasaların kabul edeceği düzeylerde tutabilir.

Tabii burada hedef bütçe disiplininin IMF’den değil, seçmenden gelmesi olmalıdır. Demokrasi disiplininin ya da özgürlüklerin askerden gelmesi nasıl mümkün değilse, IMF’den de bütçe disiplini gelemez. Bütçe disiplini nereden gelir? Nihai karar organından. Kimdir nihai karar organı? Vatandaş. Yani vatandaş bütçe disiplini yapacak. Bunları yazdım da... “Bu bir fırsattır, gelin koyun ortaya bütçe disiplininizi, koymadığınız sürece inandırıcı olmayacak. Sizin değil, IMF’nin bütçe disiplinini sağladığını düşünecek insanlar” dedim. Çünkü arkada vesayet var, IMF vesayeti var...

Türkiye’de 2001 krizini çıkaranlardan biri de IMF

“2001 krizini kim çıkardı dediğinizde, sadece Merkez Bankası ve Hazine yönetimini suçlamak çok yanlıştır. Bu krizi aynı zamanda IMF’nin aldığı kararlar

çıkarmıştır. IMF sonuna kadar krizin içindedir... Mesela Demirbank olayında, küçük bir likidite olayının büyük bir likidite krizine dönüşmesinin altında IMF’nin imzası vardır... “

* Türkiye’nin bütçe açığı çok fazla değil mi?

Hayır, Yunanistan’a ya da İspanya’ya kıyasla çok az... Yunanistan’daki yüzde 13’e bakınca bizimkisi milli gelirin yüzde 5’i civarında 2009’da. Yani krizde bile korkutucu bir bütçe açığı olmadı.

* Endişe etmememiz mi lazım?

Hayır. Krugman gelse, “Çok az bütçe açığı vermişsiniz. Yazık değil mi bu ekonomiye? Niye ağlıyorsunuz yüzde 6 küçüldünüz diye... Bütçe açığı vermediniz de ondan küçüldünüz” der. Ama IMF bugün bile, “Bu bütçe açığı çok, küçültün” deme eğilimini taşıyor. Bunu iyi görmek lazım. Yani öyle bir tek iktisat politikası yok. Birden fazla var. Ve IMF’nin yaklaşımı da bunlardan birine yakın. Bu da bizim dogmatik dediğimiz, daha piyasacı ve son krizde de iflas ettiğini düşündüğümüz yaklaşım. IMF’ye hakim olan bu yaklaşım baştan beri var. Bir senedir, iki senedir, en tepedeki iki arkadaş biraz daha bu konularda ılımlı ama geri kalanın değiştiğini düşünmüyorum. O arkadaşlara bütçeyi soracak olsan, “Bütçe fazla verecek, faizler yüksek olacak”, başka yolu yok. Küçümsenmeyecek derecede önemli bir konu bu. Çünkü netice itibariyle IMF’yle anlaşma yaptığınız zaman iktisat politikasını da IMF’ye devretmiş oluyorsunuz. Dolayısıyla oradan, Stiglitz’in tabiriyle, ikinci sınıf üniversitelerin, ikinci sınıf mezunları bir takım adamlar geliyor ülkenize, hiçbir sorumlulukları da yok. Yapılan hataların bedelini, onlar değil Türkiye’deki insanlar, en çok da işsizler ödüyor. Üstelik onlar o dogma içinde doğru yapmışlarsa terfi edebilirler. Bütün bu sistemi görmek lazım. Uzun lafın kısası, IMF’yi büyütmeyelim...

* Peki, artık gerçekten de IMF’ye ihtiyacımız kalmadı mı?

Türkiye’nin 1999’da IMF’ye ihtiyacı vardı. Büyük miktarda pislik birikmişti. Bu pisliği temizleme arzusu vardı. Ama bu temizlik süresinde teknik yardıma, IMF’den gelecek uzmanlara, desteğe ihtiyaç vardı. Yani siyasetçilerin, “Biz istemiyoruz ama IMF dedi ne yapalım, istikrar için yaparız bunu” diyebilmeleri için bir desteğe ihtiyaç vardı. Üstelik, gelen para da işimizi kolaylaştıracaktı. Yani o kaynakların gelmemesi halinde ilave bir maliyet söz konusu olacaktı. Dolayısıyla IMF’nin 2001, 2002 ve 2003’te Türkiye’ye çok ciddi faydası olmuştur. Ama aynı zamanda 2001 krizinde teknik açıdan IMF’nin de sorumluluğu vardır.

* Yani IMF’nin krizin çıkışında etkisi mi olmuştu?

Tabii...2001 krizini kim çıkardı dediğinizde, sorumlu olarak sadece ve sadece o dönemdeki Merkez Bankası ve Hazine yönetimini göstermek, onları suçlamak çok yanlıştır. Aynı zamanda bu krizi IMF’nin aldığı kararlar çıkarmıştır. IMF sonuna kadar bu krizin içindedir.

* Hangi kararlarda?

“Ne zaman para verilecek, nasıl para verilecek, piyasadan para nasıl çekilecek?” gibi kararlarda... Yani bir Demirbank olayında küçük bir likidite olayının, büyük bir likidite olayına dönüşmesinin altında IMF’nin imzası vardır. Tabii şunu da unutmamak lazım, daha sonra Kemal Derviş IMF’yle iyi pazarlık yaparak bu 2001 krizinden nispeten hızlı bir toparlanmaya geçişi mümkün kılabilmiştir. Yoksa 2001 krizinin bedeli çok daha yüksek olabilirdi. Fakat Derviş, iktisat bilgisiyle, IMF bilgisiyle, Amerika bilgisiyle, bu krizden Türkiye’nin çok hızla çıkmasını mümkün kılacak bir ekonomik paketi ortaya koyabilmiştir. Biliyorsunuz Derviş, IMF ile anlaşmayı 1.5 yıl uyguladı, sonra seçimler yapıldı, AK Parti hükümeti geldi 2003’te, ve 2004’ün ilkbaharında IMF ile Derviş’in yaptığı anlaşma bitti. İşte o tarih bence son derece kritik bir tarihti.(vatan)

YORUMLAR
 Onay bekleyen yorum yok.
Üye girişi yapmadınız. Misafir olarak yorum ekleyebilirsiniz. Üye olmak için tıklayın.
  Yorumcuların dikkatine…

İmlası çok bozuk,
Büyük harfle yazılan,
Habere değil yorumculara yönelik,
Diğer kişilere hakaret niteliği taşıyan,
Argo, küfür ve ırkçı ifadeler içeren,
Bir iki kelimelik, konuyu zenginleştirmeyen,

yorumlar KESİNLİKLE YAYIMLANMAYACAKTIR.

Bu haber henüz yorumlanmamış...

KATEGORİDEKİ DİĞER HABERLER
Türkiye Kriz Sınavını Geçti…
Kredi notlarıyla uluslararası ve yerli yatırımcılara rehberlik eden Fitch ...
IMF GİTTİ EMİR GELİYOR
Ülkemizi ziyaret eden Kuveyt Emiri'nden Türkiye'ye yatırım geliyor. Emir ...
Aman Akaryakıt Yakmasın
Ekonomik krizle satışları düşen akaryakıt sektörünü 10 numara yağ da vurdu. ...
 
MÜSİAD'da Seçim Heyecanı
19. Olağan Genel Kurul öncesinde Sektör Kurulları'nda, yeni dönem Başkanlık seçimleri yapıldı.
2 Bin Kişiye İş Fırsatı Doğuyor
Anadolujet İcrasından Sorumlu THY Bölgesel Uçuşlar Başkanı Sami Alan, ...
Vatandaş TOKİ Borcuna Sadık
Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek'in CHP Denizli Milletvekili ...
 
Çağlayan: Stres Testinden Geçiyoruz!
Devlet Bakanı Zafer Çağlayan, Türkiye'nin siyasi, sosyal ve ekonomik stres ...
Eczacıbaşı da Kararı Destekledi:
IMF ile yeni bir anlaşma imzalamaması ekonomi çevrelerinde tartışılırken, ...
Sağlık Çalışanlarına Ek Ödeme Müjdesi
Sağlık Bakanı Recep Akdağ, sağlık çalışanlarına ek ödeme müjdesi verdi..
 
SOSYAL MEDYADA TAKİP ET
FACEBOOK'TA TURKTIME
TWITTER'DA TURKTIME
 
KATEGORİLER
FOTO GALERİ
VİDEO GALERİ
ETİKETLER
  •KÜNYE
  •İLETİŞİM
  •REKLAM
 
 
  •Güncel
  •Siyaset
  •Dünya
  •Medya
  •Magazin
  •Spor
  •Kültür
  •Sağlık
  •Ekonomi
  •Dünya
  •Spor
  •Kültür
  •Ekonomi
  •Sağlık
  •Medya
  •Siyaset
  •Güncel
  •Dünya
  •Spor
  •Kültür
  •Ekonomi
  •Sağlık
  •Medya
  •Siyaset
  •Güncel
  •Aktüel
beşiktaş
kardeş
Kırgızistan
Kocan Kadar Konuş
Tarsus
Milwaukee Bucks
FED
çin
Basketbol