Mine ŞENOCAKLI/Vatan
Ben de yüzde 47’yle seçildim ama benimki sayılmıyor
Dokuz Eylül Üniversitesi’nde rektörlük seçimi için 1.184 oy kullanıldı. Prof. Sedef Gidener tam 564 oy aldı. Yani iki kişiden birinin oyunu.
Cumhurbaşkanı Gül ise on kişiden birinin oyunu alan Prof. Füzün’ü atamayı tercih etti. 564 oy, toplam oyun yüzde 47’si! Yani tamı tamamına AKP’nin oyu. Prof. Gidener, “Gül, yüzde 47 ile geldi, yüzde 47’yi yok saydı. Ben de sandıktan çıktım. Ben de seçildim. Öyleyse neden atanmadım?” diye soruyor. Cevabını bile bile...
Kapıyı açtığında biraz şaşırdım açıkçası... Koyu renk döpiyesli bir hanım öğretim görevlisi bekliyordum. Ama karşımda mini elbiseli, sarışın, çekici mi çekici bir kadın vardı. ’Tam İzmir kadını’ dedim içimden. Sonradan öğrendim ki Giresunluymuş. Tıpkı giyimi gibi, ruhu da açık biri Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi eski Başhekimi Prof. Sedef Gidener. Hem çok sıcak, hem de ikna edici bir karakteri var. Boşuna değil, rektörlük seçimlerinde 1.184 oydan 564’ünü alması. Ve buna rağmen 181 oy alan rakibinin rektör atanması. Çünkü ruhu gibi fikri de açık. ’Türbanlı doktor olamaz’ derken de, ’Ben elbette üniversitede giyimime çok özen gösteririm, çünkü hepimizin hasta ve öğrenci karşısında nötr olmasına inanırım’ derken de...
O üniversitede her iki kişiden birinin oyunu almasına ve YÖK’ün de 19’a 19 oy birliğiyle desteğine rağmen Cumhurbaşkanı Gül tarafından rektörlüğe atanmamasını fikirlerine ve duruşuna bağlamak istemiyor. “Ben hakikaten çok kişisel bir torpilin kurbanı oldum. Prof. Mehmet Füzün’ün AKP’li akrabalarının yaptığı torpilin... Der misiniz ki, ’Siz demokratsınız, cumhuriyetçisiniz, laiksiniz, Atatürkçüsünüz. Onun için mi olmadı?’ Onu demek bile istemiyorum. Onu demek Türkiye’ye ilişkin tüm umutlarımın bitmesi demek olur.”
Prof. Sedef Gidener, ne torpile ne gidişata karşı pes edecek biri değil. Bunu sohbet boyunca çalan telefonlardan çok iyi anlıyorum. Meslektaşlarına hep, ’Aman istifa etmeyin, şimdi mücadele zamanı‘ diyor. Pek çok meslektaşının gönlünde rektörlük makamında olduğunu bilmenin güvencesiyle...
‘TÜRBANLI DOKTOR OLMAZ’ DEDİM BELKİ DE O
YÜZDEN ADIM ÇİZİLDİ
* Cumhurbaşkanı’nın kararını nasıl yorumluyorsunuz?
18 yıldır Dokuz Eylül Üniversitesi’ndeyim. 4.5 yıldır Tıp Fakültesi Başhekimiyim... Ondan önce de 3 yıl rektör yardımcılığı görevim var. Sonuçta 7-7.5 yıldır yöneticiyim. ’Yöneticiyken yıpranırsınız, sizi çok tercih etmezler’ gibi görüşler vardı ama sağ olsunlar ben çok güzel oy aldım...
*Sizce hangi gerekçeyle çizilmiştir adınız? Kadın olduğunuz için mi, Atatürkçü olduğunuz için mi, laik düşünceyi savunduğunuz için mi, türbana direndiğiniz için mi? Yoksa şu görüntünüz için mi?
Kadın olmamın etkili olduğunu düşünmüyorum. Bu bana çok normal gelmiyor. Nitekim başka örnekler de var. Ama onlar belki vitrin olarak onaylandılar, bilemem! Yani ’Bakın kadın rektör de atanıyor’ demiş olabilirler. Ben hiçbir özelliklerini bilmiyorum diğer atanan kadınların. Daha mı muhafazakârlar bilmiyorum.
* Birisi son seçimlerde Diyarbakır’dan AKP milletvekili adayı olmuştu...
Ben üniversitenin içine odaklandığım için çok ilgilenmedim, sonuçta Cumhurbaşkanı’nın beyanatları da vardı. Hani ’Ben oylamada birinci geleni atarım’ gibi ve bu medyaya da yansımıştı. Sonuçta ’Ben oyumu alayım atanırım’ dedim ve YÖK de mülakata çağırdı. YÖK Genel Kurulu’nda benim oylamam sırasında 19 üye varmış ve 19’u da beni birinci olarak tercih etmiş. Yani ben YÖK’ten de onay aldım... Ve bu şekilde üyelerin hepsinden ‘tamam’ oyu alan 3 kişiden biriyim. Üniversitede birinciyim, YÖK’te birinciyim, cumhurbaşkanlığında bir sıkıntı olacak diye hiç beklemedim.
* O zaman sizce neden böyle oldu?
Şu anda rektör olarak atanan Prof. Mehmet Füzün’ün ailesinin AKP’yle yakın ilişkisi var. Ama Füzün öyle biri değil, yani AKP’ye yakın biri değil, ailesi yakın. Füzün’ün Manisa’da AKP Akhisar İlçe teşkilatında bir akrabası var ama önemli değil. AKP ile organik bir bağları olmasa da gönülden AKP’li oldukları biliniyor Füzün Ailesi’nin... Ama Mehmet Bey öyle biri değil.
* Peki nasıl biri?
Mehmet Bey genel cerrah, muayenehanesi vardı. Şu anda herhalde kapatmıştır. Yani üniversitede yönetici olmayı talep edip de ona göre kendi akademik yaşantısını kurgulayan biri değildi. Daha sonra böyle bir şeye karar verdi. 8 ay kadar da başhekimliği var. Başka bir yöneticilik görevi yok. Ha dünya görüşü net midir, bir dünya görüşü var mıdır, bilmiyorum.
* Sizin bir dünya görüşünüz var mı hocam? Mesela üniversitede türban takıp hasta bakmak isteyen doktorlara izin verir miydiniz?
Hayır. Türbanlı doktorlara izin verilmedi Dokuz Eylül Üniversitesi’nde.
* Biliyoruz ki bazı hastanelerde buna tolerans gösteriliyor... Size bu tür talepler geliyor muydu başhekimliğiniz süresince?
Hayır. Talep olarak bile gelemedi. Biz en başta çok net tavır koyduk üniversite olarak. Ben hep aynı şeyi söylüyorum, şu anda var olan mevzuat çerçevesinde, kamusal alana türbanla giriş yasaksa, ben almam. ’Ha serbest olursa alır mısın?’ derseniz, tabii ki mecburen alırsın, yasaları çiğnemeyeceksin. ‘Peki alman gerektiğine inanıyor musun?’ dersen, hayır inanmıyorum. Yani sonuçta özellikle bir hekimin ’Erkeğe onu yapmam, kadına bunu yapmam’ gibi bir lüksü olamayacak zaten. Ben şu sözün çok doğru olduğuna inanıyorum. İnsanların başının açık ya da kapalı olmasının çok önemi yok. Başı açık olur ama beyninde örümcek ağı varsa o daha tehlikeli.
* Ama siz ‘Yasada yazılı da olsa, kamusal alanda türbana serbestlik tanınsa da benim içim el vermez’ diyorsunuz...
Yasada türbana izin verilirse tabii ki uyarım, artık üniversiteyle böyle bir ilişkim de yok zaten ama en baştan açılıp açılmama konusundaki tavrınız ne olurdu derseniz, istemezdim. Ki ben bunu bir televizyon programında da söyledim, belki de o yüzden adımın üzeri çizildi. Yani ben sonuçta türbanın siyasi simge olduğunu net olarak düşünüyorum. Sonuçta Türkiye son 10 yıldır mı Müslüman? Biz daha önce Müslüman değil miydik? Bu kadar başı bağlı insan var mıydı? Birdenbire herkes türbana mı girdi? Bir de türban apayrı bir şey.
* Türban tavrınız dışında başka sebepler de olabilir mi atanmamanızda?
Ben eski rektör Prof. Emin Alıcı’yla, 7 yıl rektör yardımcılığı ve başhekimlik döneminde çok yakın mesai arkadaşı olarak çalıştım tabii. Prof. Alıcı’yı Ankara sevmiyordu bunu da tüm Türkiye biliyordu. Biliyorsunuz laiklik tartışmaları sürerken, ’Gerekirse hepimiz Kubilay oluruz’ demişti... Evet. Sonuçta eğer rektör olursam Alıcı’nın 3. dönemi olacak gibi bir kaygı da duyulmuş olabilir. Ama olmayacağını o kadar çok söyledim ki...
* O yüzden hâlâ şaşkınsınız...
Şimdi ben bugün Cumhurbaşkanlığı’na bilgi edinme hakkımı kullanıp bir dilekçe yazdım. ’Neden? Niye?’ diye atanmamamın gerekçesini sordum. 60 gün içinde yanıt bekliyorum.
* Dava açmayı düşünüyor musunuz? Dava açan da var biliyorsunuz...
Bilmiyorum. Bana çok makul bir gerekçe sunabilir. ‘Ben seni şu nedenden atamadım’ diyebilir. ‘Aaa bak ben onu düşünememiştim, haklıymış’ diyebilirim belki.
* Sezer döneminde de benzer atamalar olmuştu. O zaman tavrınız neydi?
Sezer döneminde büyük tek bir üniversitede, Gazi Üniversitesi’nde böyle oldu. Şu anda atanan rektörün üzerini Sezer çizmişti... Diğerleri küçük üniversitelerdi. Yani öğretim sayıları 40-50, bilemedin 100’dü... Onu Gül de yapıyor. Zaten bir üniversitede 100’den aşağı öğretim üyesi varsa seçim yapmak da ne kadar sağlıklı? Ama Dokuz Eylül’de öğretim üyesi sayısı 1000’in üstünde, 25 yıllık bir üniversite... Gazi de öyle. Bir de şöyle bakmak lazım, Sezer 7 yıl içinde böyle kaç atama yaptı? Şimdi tek seferde 12 atama yapıldı. Orantı bir değil. İkisini karşılaştırmamak gerekir. Bir de şu var Sezer hiçbir partiye yakın değildi Cumhurbaşkanlığı makamına geldiğinde. Gül AKP’liydi... Ben hakikaten Cumhurbaşkanı’nın artık tarafsız ve bağımsız davranmadığını düşünüyorum.
*Peki siz türbanlı doktorların çalışmasına izin verseydiniz?
Sonuç farklı olur muydu bilmiyorum, ben hakikaten kişisel bir torpilin kurbanı oldum. Prof. Füzün’ün AKP’li akrabalarının yaptığı torpilin... Der misiniz ki, ’Siz demokratsınız, cumhuriyetçisiniz, Atatürkçüsünüz. Onun için mi olmadı?’ Onu demek bile istemiyorum. Onu demek Türkiye’ye ilişkin tüm umutlarımın bitmesi demek olur. Böyle bir torpil olayını düşünmek benim geleceğe ilişkin umutlarım açısından gerekiyor. ‘47 yaşındasınız, ne umut edeceksiniz?’ diyebilirsiniz ama çocuğum var, daha evlenmedi, mezun olacak, hayatını kuracak, belki torunum olacak...
Cumhurbaşkanı Gül’ün tarafsız olacağına inanmıştım
* Cumhurbaşkanlığı seçimi konusunda tavrınız neydi? Cumhurbaşkanı’nın tarafsız olabileceğine inanıyor muydunuz?
Tarafsız olmasını bekledim. Yani AKP’li de olsa ve o hükümetin dışişleri bakanlığını da yapmış olsa, sonuçta masanın bu tarafına geçiyor. Cumhurun başı, milletin başı tarafsız olacaktır, politikacı gibi davranmayacaktır diye bekledim. O da benim iyi niyetimdi belki. Bu şekilde öngörseydim aday olmazdım. Prof. Füzün kendisini hiç saklamadı çünkü ve seçim süresince ’Benim ailem AKP’ye yakın, Başbakan bizim evimizde gelir kalır, benimkiler gider orada kalır’ dedi. Tabii ki bu olabilir ama bunlar üniversitedeki rektörlük seçiminde önemli olacak mıydı? Üniversite öğretim üyelerinin gözünde olmadı. YÖK’ün gözünde de olmadı. Öyleyse Cumhurbaşkanı’nın gözünde de olmaz diye düşündüm.
* AKP de yüzde 47 oyla seçildi. Siz de yüzde 47 oyla seçildiniz...
Ne garip, kaderin cilvesi işte. ’Milletin iradesi’ diyorlardı. ’Az oyun çok oyu altettiği hangi demokraside görülmüştür’ diyorlardı. ’Azınlığın çoğunluğa tahakkümü’ diyorlardı. Ee o zaman? Beni de milletin iradesi seçti, ben de sandıktan çıktım. AKP’den farklı bir taraf da şu bana yüzde 47 oy verenlerin en küçüğü 35 yaşında ve hepsi en az üniversite mezunu. Ben o yüzde 47’yi aldım.
Biz yaptığımız hatayı affetmiyoruz ama hastamız etti
”Öyle bir hata yaptık ki soruşturma sürüyor. Katarakt ameliyatına gelen bir hastanın rahmini almak tabii ki çok büyük bir hata. Ancak şunu da söyleyeyim, üniversitemize o kadar güveniliyor ki, aynı hasta üç gün sonra katarakt ameliyatı için gözlerini yine bize teslim etti”
* Başhekimliğiniz sırasında yaşadığınız en talihsiz olay neydi?
Bu atamadan 3 gün önce katarakt ameliyatı olacak bir hastanın rahmi alındı.
* Böyle bir hata nasıl yapılır, aklım almıyor?
Aslında yanlış insana yanlış ameliyatlar dünyada da var, Türkiye’de de var. Siz tüm ekip olarak, hastabakıcısından doktoruna bunu minimize etmenin yolunu ararsınız ve iş akışlarınızı ona göre kurarsınız. Ama bizim hastanemizde bu zamana kadar hiç böyle bir olay olmamıştı.
* ‘İyi ki rahim ameliyatı olacak hastaya katarak ameliyatı yapılmadı’ diye düşünmüştüm o haberi okuduğumda...
Vallahi ben de şöyle düşündüm ‘İyi ki rahmi alınan hanımefendi 55 yaşındaydı, ya 25 yaşında olsaydı?’ O zaman telafisi mümkün olmazdı.
* Ama tam tersi de olabilirdi...
Evet. Ama gözde katarakt olmadığını görürlerdi ve ameliyat edilmezdi hasta.
* Olayı duyduğunuzda ne hissettiniz?
İnanamadım... İzinliydim. Hasta daha ameliyathanedeyken, başhekim yardımcısı fark etmiş. Telefon açtı, ’Sedef böyle bir şey olmuş’ diye. ’Olamaz’ dedim...
* Bütün gazetelerde, televiyonlarda da yer aldı tabii...
Ama hastanın sahibi ve hasta yer almadı. Tüm medya hastayla, yakınlarıyla görüşmek istedi. Aile istemedi. Görüşmediler. Yani bu olayı aile haber vermedi, aslında biz de haber vermedik.
* Öyleyse kim verdi?
Yorum yapmak istemiyorum. Ama burada güzel olan bir taraf, üç gün sonra hasta katarakt ameliyatını bizim hastaneden çıkmadan oldu.
* O zaman hâlâ hastaneye güveniyorlar demek ki?
Tabii...
* Tazminat davası açabilirler mi?
Tabii açmak isteyebilirler. Ama inşallah açmazlar. O süreçte yer alan hekimlerin hekimlik mesleğine ilişkin bir zarar görmelerini istemem.
* İyi ama bir hata da varsa? Sonuçta insan sağlığı sözkonusu burada...
Tabii ki daha dikkatli olabilirlerdi. Ama farklı bir şey var burada... Süreyya Hanım da, Aysel Hanım da 55 yaşında. İkisi de ameliyathanede yanyana yatırılmış. Bizim ameliyathanemiz genel bir ameliyathane. Tüm anabilim dallarının hastaları önce toplu olarak derlenmeye buraya geliyorlar. Oradan göze, kadın doğum ameliyathanesine çekiliyorlar. Doktor bey, katarakt ameliyatı olması gereken Süreyya Hanım’a diyor ki ’Aysel Hanım ilaçlarınızı içtiniz mi?’ Süreyya Hanım, ’Benim adımı yanlış biliyor’ diye düşünüyor. Yanda yatan hastanın adının Aysel olduğunu bilmiyor. ’Adım Aysel değil, ben Süreyya’yım’ dese...
* İyi ama ameliyatı yapacak doktor daha önce hastayı görmez mi?
Görür. Gerçi bunun soruşturması yapılıyor, benim burada konuşmam ne kadar doğru olur bilmiyorum ama hem hasta sayısı çok, hem yaz nedeniyle hekim sayısı az. Bu yüzden böyle çok talihsiz bir olay yaşandı... İnşallah bir daha olmaz.
Yorumcuların dikkatine… • İmlası çok bozuk, • Büyük harfle yazılan, • Habere değil yorumculara yönelik, • Diğer kişilere hakaret niteliği taşıyan, • Argo, küfür ve ırkçı ifadeler içeren, • Bir iki kelimelik, konuyu zenginleştirmeyen, yorumlar KESİNLİKLE YAYIMLANMAYACAKTIR. |
Bunlar da ilginizi çekebilir...