Konya milletvekili ve TBMM Anayasa Komisyonu üyesi Avukat Hüsnü Tuna hakkında Konya Gazeteciler Cemiyeti'ni ziyareti sırasında, başörtüsüyle ilgili bir soru üzerine yaptığı açıklamalar basında maksatlı olarak yer bulmuş ve devamında Hüsnü Tuna hakkında partisi tarafından inceleme başlatıldığı yönünde duyumlar alınmıştır.
Siyaset kurumu yanlış ve haksız olan uygulamaları şeffaf bir şekilde düzeltmek için vardır. Bir milletvekilinin en asli görevi de kendisine oy veren insanların ve tabi olarak tüm bireylerin taleplerini ve problemlerini dile getirmek ve bu problemleri çözüme kavuşturmak olmalıdır.
Hüsnü Tuna, milletin kendisine vermiş olduğu vekalet görevinin gereği olarak toplumda çok sayıda kişinin sorunu olan ve bir an evvel çözüme kavuşturulması istenen ve beklenen başörtüsü yasağının kamu çalışanları da dahil olmak üzere her alanda kaldırılması gerektiği yönündeki görüşünü dile getirmiştir. Bu beyanlar üzerinden niyet okuma faaliyetine giren bir kısım medya organı ise bir linç çalışmasına başlamıştır.
Bir milletvekilinin, temsil etmekte olduğu bireylerin haklı taleplerini dile getirmesi ve hatta çözüme kavuşturulması yönünde faaliyetlerde bulunması temsil ettiği makamın en doğal sonucudur. Bir kısım basın organınca yapılmaya çalışılan linç girişiminin ne ahlaki ve ne de hukuki kabul edilebilir hiçbir yönü bulunmamaktadır.
Milletin vekilinin; görev ve sorumluluklarının ne olduğunu bilmesi gereken bir partinin ve bu partinin yetkililerinin, Tuna’nın yapmış olduğu açıklamasına istinaden, farklı kaygılarla bir inceleme başlatması ve bu linç girişimine destek olması çok daha olumsuz niteliktedir.
Hak ve adalet her zaman, herkese lazımdır. Bunu dile getirmenin bedeli linç ve tecrit olmamalıdır.
Başörtüsü ve Laiklik tartışmalarıyla ilgili olarakta bir açıklamada bulunan MAZLUMDER, AKP ve MHP'nin başörtüsüyle ilgili düzenlemeriyle, CHP'nin açıklamalarını değerlendirdi
AKP, birkaç ay öncesinden beri 1982 Anayasa’sını bütünüyle değiştireceğini deklere ediyordu. O doğrultuda toplumun çeşitli çevreleri görüş oluşturmaktayken, AKP hükümeti, aniden, türban-başörtüsü konusunda anayasa değişikliğini gündeme getirdi.
Genel özgürlükler rejiminin bir parçası olarak değil, (“velev ki”) siyasi amacın ve çalışmanın bir parçası (aracı) olarak gündeme getirdi.
İHD türban-başörtüsü konusunu, genel özgürlükler rejiminin parçası olarak görüyor. Konu bireyin hakkı ve özgürlüğü konusudur. Bu haklar ve özgürlükler, inanç özgürlüğü, ifade özgürlüğü, eğitim ve çalışma hakları gibi insan haklarıdır. Devletin, yurttaşların kılık kıyafetlerine ilgisini anlamak, insan hakları açısından pek kolay değildir. Ancak Türkiye’nin hukuk mevzuatı, bu alanda da, sınırlamalar ve bireyin haklarına müdahalelerle doludur.
Konu siyasi aktörler tarafından, siyasi amacın bir parçası olarak görülmekte ve amaca ulaşmak için başörtüsü ya da türban araç olarak değerlendirilmektedir.
Yükseköğretim kurumlarında öğrenciler açısından kılık kıyafet serbestîsi, (türban-başörtüsüne serbestlik düşüncesi) ne laiklik ilkesine aykırıdır ve ne de insan hakları hukukuna…
Türkiye’deki resmi laiklik anlayışı ve uygulanışına eleştirel yaklaşabiliriz.
Ancak bu durum olsa olsa, özüne uygun, özgürlükçü laiklik istemimizin bir tezahürü olarak değerlendirilebilir. Laiklik ilkesinden vazgeçilemez.
Laiklik olmadan demokrasi olmaz. Demokrasi de aynı zamanda laikliğin güvencesini oluşturur.
Laiklik, tartışılan ve/veya içi boşaltılan ya da otoriter/totaliter eğilimlerin kalkan olarak (araç olarak) kullandığı bir kavram olmaktan çıkarılmalıdır.
Memleket elden gitmiyor. İrtica da gelmiyor. Olsa olsa bir kısım vatandaşların uğradığı ve uğraması olası haksızlıkların bazıları, giderilebildiği ölçüde, gideriliyor.
Özgürlük asıldır.
Sınırlamalar da insan hakları hukukuna uygun olmalıdır.
Yorumcuların dikkatine… • İmlası çok bozuk, • Büyük harfle yazılan, • Habere değil yorumculara yönelik, • Diğer kişilere hakaret niteliği taşıyan, • Argo, küfür ve ırkçı ifadeler içeren, • Bir iki kelimelik, konuyu zenginleştirmeyen, yorumlar KESİNLİKLE YAYIMLANMAYACAKTIR. |
Bunlar da ilginizi çekebilir...