20. yüzyılın başlarında Alman birliğinin kurucusu olarak tarihe geçen Otto von Bismarck, “mızrak ile belki her şeyi yapabilirsiniz, yalnız bir şeyi yapamazsınız; onun üstünde oturamazsınız” sözüyle, zalim ve zorba yönetimlerin, zulüm, katliam, gasp ve işgal için kullandıkları güçleriyle daima var olamayacaklarını ve bu yöndeki zorlamalarının kendi sonlarını getireceğini veciz bir şekilde ifade etmiştir. Tarihe bakıldığında, zulüm, fesat ve gasp üzerine kurulan, beşeri ve içtimai fıtrata aykırı bu türden despotik rejimlerin, süre olarak ortalama bir insan ömrünü pek de geçemedikleri görülmektedir. Geçen yüzyılın 12 yıl süren Alman Nazi (1933-1945) ve 21 yıl süren İtalyan Mussolini faşist diktatörlüklerinin (1922-1943) yanı sıra, Sovyetlerin komünist diktatörlüğünün (1922-1991) ise, bir insan ömründen daha fazla var olamadan yıkılmış olduklarına dikkat çekmek gerekir. Yine İspanya’daki Franko (1939-1975) ile Portekiz’deki Salazar’ın otoriter rejimlerinin (1933-1974), Almanya ve İtalya örneklerinden nispeten daha uzun sürseler de, sonuçta çökerek tarihe karıştığı sosyo-politik bir konjonktürde, Bismarck’ın mızrak benzetmesindeki gibi, zorba ve despotik bir güç kullanımıyla yönetilmek istenen toplum kitleleri üzerinde, bu şekilde kalıcı ve sosyolojik meşruiyete sahip bir iktidar kurulamayacağı, gayet açık bir tarihi realite olarak kendini göstermektedir. Yakın tarihin bu zorba yönetim örneklerinin, daha önceki yüzyıllarda olduğu kadar, günümüz dünyasında da değişik yansımaları bulunmaktadır. Geçen yüzyılda Almanların Nazi vahşetine maruz kalmalarının da etkisiyle, İngiltere’nin 1917’deki Balfour Deklarasyonu ile attığı temelin üzerine, tedricen işgal edilen Filistin topraklarında, 1948’de Haçlı dünyasının himayesinde kurdurulmuş olan İsrail, o tarihten bu yana sürekli bir işgal, zulüm, gasp ve katliamlarla genişlettiği mevcut sınırları içinde binlerce yıldır yaşamakta olan Müslüman Filistin halkına karşı 75 yıldır sürdüre geldiği sömürgeci barbarlığını, 7 Ekim 2023’te Gazze merkezli bir meşru müdafaa ve savunma taarruzu hükmündeki “Aksa Tufanı Harekâtı” sonrasında, vahşice bir soykırıma dönüştürmek suretiyle, bu yüzyılda, tarihteki benzer örneklerin de maruz kaldıkları kaçınılmaz akıbete doğru hızla yaklaşmaktadır. Zira zulüm, gasp ve bozgunculuk üzerine kurulan ve bu fıtrata aykırı temeller üzerinde yükselmeye çalışan rejimlerin insan ömründen daha fazla yaşayamadıkları gerçeğinden de hareketle konuya bakıldığında, İsrail adlı Siyonist terör rejiminin 1948’den bu yana 77 yıldır zulüm ve barbarlığını gittikçe artıran bir ölçekte bu günlere kadar geldiğini görmek mümkündür. 1948’de Filistin’in % 10’una yakın bir alan gasp edilerek kurulan bu işgalci rejim, günümüzde tüm kuşatma ve saldırganlığıyla ele geçiremediği Gazze dışında kalan, Batı Şeria ve Doğu Kudüs’ün de dahil olduğu bütün Filistin yurdunu işgal edip, buralarda yaşamaya çalışan Müslümanları, mallarına ve canlarına kastederek, sürgünlere maruz bırakarak, keyfi tutuklamalarla yıllarca hapishanelerde fiziki ve psikolojik işkencelere tabi tutarak yıldırmaya ve sonuçta vatanlarını terk etmeye zorlamakta, tüm bu terör eylemlerine direnenleri de iki yıla yakın bir süredir soykırıma dönüşen katliamlarla yok etme barbarlığına kadar işi ileri götürmektedir.
Siyonist terör rejiminin tüm bu mezalim uygulamalarına, başta Türkiye olarak, dış dünyadan gelen insani yardım malzemelerinin girişini ve dağıtımını engelleyerek sebep olduğu kitlesel açlık, kıtlık ve ilaçsızlık da eklendiğinde, ortaya çıkan felaketin boyutları, Siyonist vahşet ve barbarlığın hiçbir sınır tanımadan, nasıl bir gözü dönmüşlük içinde azgınlaştığını göstermektedir. İsrail’in bu Siyonist vahşetinin, görülenden çok daha ileri boyutlarda olduğunu göz önüne sermek bakımından Haziran 2025 tarihinde Harvard Üniversitesine bağlı Harvard Dataverse sitesinde yayımlanan bir rapora burada özellikle yer vermekte fayda vardır. İsrail'deki Ben Gurion Üniversitesi'nde görevli Associate Profesör Yaakov Jerome Garb'ın mekânsal haritalama ve veri analizi yaparak ortaya koyduğu rapor, Gazze’de Ekim 2023'ten bu yana barbar İsrail’in katlettiği 61 bin Gazzeli sayısının gerçeği yansıtmadığı, bunun yanında, yarısını çocukların oluşturduğu en az 377 bin Filistinli Müslümanın da kayıp olduğu gerçeğini ortaya koymaktadır. 2023 öncesinde 2,27 milyon olan Gazze nüfusunun, şu anda 1,85 milyon olduğunu belirten Harvard Üniversitesi’nin bu raporuna göre, kayıp olan bu 377 bin Müslümanın çok büyük kısmının, soykırımcı İsrail’in bombalarla yıktığı binaların enkazı altında kaldığı ve toplu mezarlara gömüldüğü, bir kısmının da kaçırıldığı ifade edilmektedir.
Uluslararası Topluma, Hukuka ve İnsan Fıtratına Savaş Açan Siyonist Terörizmin Akıbeti
İngiltere’nin öncülüğünde işgal ederek kurulduğu Filistin’de, 1948’den bu yana kesintisiz olarak sistematik ve organize biçimde yürüttüğü tüm bu vahşet ve mezalime karşı Filistinli Müslümanların meşru müdafaası hükmündeki “Aksa Tufanı Harekatı”na tepki olarak İsrail’in, 8 Ekim 2023’ten itibaren her yönüyle tam bir soykırım ve insanlığa karşı suça dönüşen bu terör eylemlerinden dolayı, Lahey Adalet Divanı’nda ve Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM)’nde yargılaması halen devam etmekte olup, aleyhindeki bu davalara yönelik itiraz ve düşme talepleri de Temmuz 2025 içinde bu yargı mercilerince reddedilmiştir. UCM’nin, soykırım suçu işlemekten, haklarında tutuklama kararı çıkarttığı Siyonist terör rejiminin başbakanı olarak Netanyahu’nun, aleyhindeki bu kararın çıkartılmasından beri, UCM’nin Roma Statüsü’ne taraf olup da, bu tutuklama kararının gereğini uygulayacağını belirten ülkelere korkusundan giriş yapamayacak hale geldiğine de dikkat çekmek gerekir. Soykırımın elebaşısı konumundaki bu korkak katilin, Roma Statüsü’ne taraf ülkelerden Macaristan’ın, UCM kararını uygulamayacağı garantisi vermesinden sonra ancak bu ülkeye gidebildiği de görülmüştür. Özellikle 8 Ekim 2023’ten beridir yürüttüğü sistematik zulüm ve katliamları, artık uluslararası yargı mercilerinde ve tüm dünya kamuoyunda tam bir soykırım ve insanlığa karşı suç teşkil eden bu Siyonist terör rejiminin, 9 Aralık 1948 tarihinde kabul edilip Ocak 1951’de yürürlüğe giren “Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi”nin 2. maddesinde sayılan ‘soykırım oluşturan eylemler’in kapsam ve boyutunun bile çok ötesine geçtiğini belirtmek gerekir. Kısaca “Soykırım Sözleşmesi” olarak da bilinen bu uluslararası hukuk belgesinin 2. maddesi, soykırım sayılan eylemleri beşli bir tasnife tabi tutmuştur. Şöyle ki; “Bu Sözleşme bakımından, ulusal, etnik, ırksal veya dinsel bir grubu, kısmen veya tamamen ortadan kaldırmak amacıyla işlenen aşağıdaki fiillerden her hangi biri, soykırım suçunu oluşturur: a) Gruba mensup olanların öldürülmesi; b) Grubun mensuplarına ciddi surette bedensel veya zihinsel zarar verilmesi; c) Grubun bütünüyle veya kısmen, fiziksel varlığını ortadan kaldıracağı hesaplanarak, yaşam şartlarını kasten değiştirmek; d) Grup içinde doğumları engellemek amacıyla tedbirler almak; e) Gruba mensup çocukları zorla bir başka gruba nakletmek..” Basit bir muhakemeyle, her birisi tek başına işlense dahi müstakil bir soykırım suçunun oluşmuş sayıldığı bir durumda, Siyonist terör rejimi İsrail, sayılan tüm bu soykırım eylemlerini defalarca işlemenin yanı sıra, bu Sözleşme hükmünde yer verilmeyen soykırım ve insanlığa karşı suç türlerini bile organize biçimde işlemekten geri durmamaktadır. Sömürgeci Haçlı dünyasının, Holokost için günah çıkartmasının yanı sıra, İslam ülkelerini hem bölüp parçalamak hem de ileri bir karakol misyonuyla Ortadoğu’yu kontrol altında tutmak ve yeniden şekillendirmek için, İslam âleminin kalbine hançer gibi soktuğu bu Siyonist terör rejiminin, 77 yıldır organize ve sistematik biçimde yürüttüğü işgal, zulüm ve katliamlarını, son iki yıldır Nazileri bile geride bırakan soykırım ve insanlığa karşı suçlarla zirveye taşıması, tüm insanlık fıtratına karşı açık ve vahşi bir savaş açması anlamına gelmektedir.
Beşeri fıtratın da, fıtri olmayan şeyleri reddederek insanlık ve toplum bünyesinden atması hakikati karşısında, fıtrat düşmanı bu Siyonist barbar rejimin, bu haliyle daha fazla da devam edemeyeceği anlaşılmaktadır. Yazının başında, Bismarck’a atfen aktarılan, mızrağın üzerinde oturulamayacağı ve kalıcı olunamayacağı gerçeğinin de ifade ettiği; zulüm, zorbalık ve barbarca eylemlerde beka arayanların büyük bir çöküş ve yok oluş akıbetinden kaçamadıkları gibi, modern zamanların tüm dünya insanlığınca lanetlenen soykırımcı ülke ve rejimi olan İsrail’in de, fıtrata düşman tüm bu insanlığa karşı suçları yüzünden kaçınılmaz sonlarına doğru hızla yaklaştıklarını belirtmek gerekir. Zira tarihte, zulüm ve barbarlıklarıyla abat olmaya çalışan nice yönetim ve rejimlerin, ortalama bir insan ömrünü bile pek geçemeden ahirlerini berbat ederek yok olup gittiklerine ve arkalarından da hep lanetle anıldıklarına şahit olunmuştur. Böylesi bir bakış ve söylemin ise, kehanetle ilgili olmayan, tamamen maddi ve tarihi vakıalara dayanan analitik bir öngörü olduğuna dikkat çekmek gerekir.
Yorumcuların dikkatine… • İmlası çok bozuk, • Büyük harfle yazılan, • Habere değil yorumculara yönelik, • Diğer kişilere hakaret niteliği taşıyan, • Argo, küfür ve ırkçı ifadeler içeren, • Bir iki kelimelik, konuyu zenginleştirmeyen, yorumlar KESİNLİKLE YAYIMLANMAYACAKTIR. |
Bunlar da ilginizi çekebilir...