Bitenler ve başlayanlarla devam eden saatleri okuyorum..
Tik tak, tik tak.. Bütün olanlar, bana çıkıyor. Fakat saat kulesi değilim. İşleyen ne? Gönül mü işliyor? Zihin mi çıkmaza giriyor? Beden mi bölünüyor? Ruh mu uçuyor?
Hepsinin ortasında öylece duruyorum..
Okuduklarım, memnun etmiyor. Zor.. Kendimden kaçamam ama kendime bakıp kendimi gördükçe zorlanmadan duramam.
Hep suya akan bir kayık var..
Bir ferahlama, bir nefes alma ve bir dinlenme alanı var. Ne ilginçtir ki; gönül yakarken ruhum serinletiyor, beden acıtırken zihnim dinlendiriyor, ruh daraltırken bedenim ferahlatıyor.
Yol uzun değil..
Bir yol yok. Bir varış noktası yok. Bilinçli farkındalığa eriştiren ve bilinçle eyleme geçiren bilek gücü var. Yumruğunu masaya vuruyor ve iyilik halimi sürdüren seçimi masada bırakıyor. O seçim, değerli ve kıymetli.
Elimde kendi kitabım var..
Kendi kitabımın sayfalarını çevirdiğimde, bulunduğum sayfa, ilk sayfam. Besmele çekip başlıyorum. Bitirdiğim sayfalara bakma fırsatı bulamıyorum. Yeni sayfamı bilinç düzeyinde yazmak; emek, duygu, düşünce ve eylem gerektiriyor. Ha, bir de bilek gücü.
Birkaç soru sorsam, olur mu?..
Güç harcama, neye yapılmalıdır? Güç, kime kullanılmalıdır? Güç, neye karşı direnç göstermelidir?
Ha, bir de güç kimin?..
Öyle vurucu bir soru ki, soruya gözlerim açılıyor. Bunca yıldır, gelmeye çalıştığım noktada sağlam kalan benlik miydi? Güç, benliğiminmiş.
O’na erişememişim..
“Beni bende deme, bende değilim
Bir ben vardır bende, benden içeri”
- Yunus Emre