Duyguların yağdığı günler gelmiştir…
İnsana kendisini hüzünle hatırlatan, içe dönüşüne vesile mevsim kendisini göstermiştir.
Çok sular akmıştır…
Yol kenarlarından ve gönül damarlarından sular akmıştır. Dönüp dolaşıp gözlerden de akmıştır.
Tabiat yumuşamıştır…
Toprak ıslanmıştır. Ağaçlar ve hava nemlenmiştir. Üşümeyle merhamet artmıştır. Yardım etme isteği uyanmıştır.
Kuş sesleri yavaş yavaş doğadan çekilmiştir…
Onların yerine yağmur damları ses vermiştir. Ah! O sevinç veren renkler ve canlılığın boya kalemleri değişmiştir. Yeşil, kahverengiye evrilmiştir. Mavi, griye çevrilmiştir.
Güzelliklerin bedeli ödenmiştir…
Verilen ne varsa geri alındıkça, ağlaya ağlaya onlara veda edilmiştir.
Farklı cümleler kurma vaktidir…
Yeni bir şey gelmelidir. Bir şey, insanı toparlamalıdır. Bu durumuyla nasıl baş edebilir?
Aklına yakınlarda kapalı mekânda spor yapabileceği yer gelir…
Ya da muhabbet edebileceği arkadaşlarını arar. İnancına sarılır ve dini vecibelerini arttırarak yapar. Kendisine yeni bir hedef koyar ve hedefine yönelik çalışmaya başlar.
Hazan mevsimine geçilmese, her şey rutin devam eder…
Öyle ya, herhangi bir rahatsızlık hissetmese neden değişiklik yapsın? Düzenli geçen günlerine, neden bir şey eklesin?
İnsan, hazanda gül açar…
Ortaya çıkaracaklarının tohumları, karanlıkta belirir. Zorlandıkça gelişir.
Nossrat Peseschkian der ki:
“Her kriz, insanın iç hazinelerini keşfetmesi için bir davettir.”
İnsan, kendi iç hazinesini en çok zorlandığında bulur; tıpkı hazanda açan bir gül gibi…