Ne oldu? Hani kıyamet kopacaktı?
Demokrasi anlayışlarını “sen, ben, bir de bizim oğlan” mantığından ileri götüremeyen özgürlükçü yazar çizer takımı ve onların nedeni yada sonucu mu olduğu belli olmayan milyon görünümlü onbinler hep bunu muştulamaya çalışmışlardı oysa: Ak Parti gelirse Cumhuriyet’in kazanımı adına ne varsa her şey silinip gidecek ve kıyamet kopacak.
Eee? Ne oldu? Cumhuriyet de kazanımları da olduğu yerde duruyor.
Olmadı… Sonra Köşk galeyanına başladılar. Hiç olmazsa bu olmamalıydı. Neden? Çünkü öyle istiyorlardı. İyi de, o çok savunduğumuz Cumhuriyet kazanımlarından biri değil miydi milletin vekillerinin milletin başkanını seçmesi?
Hayır, öyle olsa bile istemiyordular. Çünkü kazanım dediğiniz şey ancak size kazandırıyorsa makbule geçerdi, geri kalanını çöpe atabilirdiniz. Her biri tek başına bir özgürlük ordusu olmakla övünenler, ne tek ağızdan istemezük türküsünü söylemenin neye denk düştüğünü düşündüler, ne de bu tornadan çıkmış hallerine bakıp utandılar.
Ve böylece ortaokulda maddelerin katı, sıvı ve gaz hallerini ezberlerken sıvıyı “Girdiği kabın şeklini alan” şey diye öğrendikten sonra, bu geçkin yaşımızda ideolojilerin de girdiği beynin şeklini alan ve o beyin içinde duruma göre değişen bir şey olduğunu öğrendik.
Baktılar ki olmuyor, sesimiz hacmimizden fazla çıksa da yakabileceğimiz ateş en fazla cürümümüz kadar, bu sefer o dar alanda yanan ateşe çekmeye çalıştılar dışarıdakileri. Cürümlerinden daha fazla yer yakabilecekleri davet ettiler alevi büyütmek için. Ama yine olmadı.
Ve geriye kim gitsin yarışı kaldı. Dün kendileri gibi olmayanlara yaşamaları için Arabistan çöllerini salık verenler, bugün hem kabul etmiyorum hem de gitmiyorum diye yasalara sığındılar, evrensel haklara sarıldılar, herkesi demokratik tahammüle çağırdılar.
Oysa oynadığımız demokrasi oyununda kural basitti; Görüşler farklı, oyuncular çeşitlidir ve en fazla taraftar bulan oyuncu oyunun belli bir süre için belirleyicisi olur. Hem baştan beri o oyunu kutsayıp hem de kaybedince mızıkçılığa başlarsanız, en fazla kapı dışarı edilirsiniz. Hepsi bu.
Düşünüyorum, ne Özal döneminin kap-kaç siyaseti benden bir şeyler taşıyordu, ne Demirel’in lafa boğulmuş içeriksiz devlet adamlığı ne de Sezer’in laiklik dininden başka geçer akçe kabul etmeyen hassasiyeti. Ne Mesut Yılmaz yada Tansu Çiller’in post-yiyici yapılanmaları bana bir şey kazandırıyordu, ne Ecevit-Bahçeli-Yılmaz üçlüsünün kaotik döneminin kire bulanmış krizleri ne de Ak Parti’nin yaptığını iddia ettiği büyük atılımlar…
Sonuçta hep birileri işini yürütmüştü ve devlet tarafından sadece askerlik ve üniversitede aldığım kredinin geri ödeme zamanı gelince anımsanan bir vatandaş olarak tüm ilişkim bu kadardı.
Ama bir şeyi biliyorum: Demokrasi biraz da böyle bir şey. Oyunuzun rengini öteden beri oy kullanmamak yada hiçbirini benimsememek şeklinde gösterseniz bile, beğenmeseniz de onlar sizin başbakanınız, cumhurbaşkanınız, yönetenleriniz. Ölüm hak miras helal mottosunu nasıl kabul ediyorsanız, oynadığınız bu demokrasi oyununda “muhalefet hak, kabullenmek de zorunluluk” mottosunu da kabul etmek zorundasınız.
Hem demokrasi havarisi olarak ortaya düşüp hem de size sunduklarından dolayı yaygarayı bastığınız zaman, gördüğünüz gibi olmuyor işte. Yoksa Cumhuriyetin kazanımlarını kenara itip demokrasiyi ret mi ediyorsunuz?
O zaman geriye demokrasi yada diğer giydirilmiş izmlerden bu tarafa gelip insani bir soru sorup cevap vermeniz kalıyor: Tutarlı olmak gibi insani bir kazanım, cumhuriyetin kazanımlarının neresine düşer?
Cevabınız varsa ve cevabınıza bakıp tavrınızdan dolayı yüzünüz biraz kızarıyorsa başlangıç için doğru yoldasınız demektir. En azından insani kazanım açısından.
Ha gayret…
Yorumcuların dikkatine… • İmlası çok bozuk, • Büyük harfle yazılan, • Habere değil yorumculara yönelik, • Diğer kişilere hakaret niteliği taşıyan, • Argo, küfür ve ırkçı ifadeler içeren, • Bir iki kelimelik, konuyu zenginleştirmeyen, yorumlar KESİNLİKLE YAYIMLANMAYACAKTIR. |
Bunlar da ilginizi çekebilir...