Barış Ödülü ve Eurovizyon Perspektifinden Emperyal Tahakküm
Dünya kamuoyu, ABD Başkanı Donald Trump’ın ikinci dönemine başladıktan hemen sonra, dünyanın değişik yerlerinde sürmekte olan ve sayıları sekizi bulduğu söylenen savaşı sona erdirdiğine yönelik sürekli bir propaganda yürüttüğüne şahit olmaktadır. Başkan Trump, sonlandırdığını ileri sürdüğü bu savaşların kapsamına, göstermelik bir ateşkese rağmen, esirlerini tamamen aldıktan sonra katliamlarına her gün devam eden ve anlaşmayla öngörülen insani yardımların girişini de büyük ölçekte engelleyen İsrail’in, Gazze’deki soykırımını sadece yavaşlatmasına yönelik teşebbüslerini de eklemektedir. Hal böyleyken, 1948’den beri BM Genel Kurulu’nun pek çok kararıyla işgalci olduğu tescillenen İsrail’in, Gazze’de 8 Ekim 2023’ten itibaren yürüttüğü soykırım ve savaş suçlarına başından bu yana sınırsız ve tam desteğini sunan bir ABD yönetiminin, sırf İsrailli esirleri kurtarmak ve Netanyahu Hükümeti’nin elini rahatlatmak için ön ayak olduğu, ancak İsrail tarafından yüzlerce defa ihlal edilen göstermelik bir ateşkes anlaşmasını da, savaşı sonlandırmış gibi pazarlamasının, klasik Batı yüzsüzlüğünden öteye hiçbir anlamı yoktur. Bu yüzsüzlüğün Avrupa ülkeleri genelinde de nasıl sergilendiğine dair son bir örnek ise, kısa adı FIFA olan Uluslararası Futbol Federasyonu tarafından 5 Aralık 2025 tarihinde, 2026 Dünya Kupası kuralarının çekildiği törende, ilk defa düzenlenen ‘FIFA Barış Ödülü’nün, güya pek çok savaşı sona erdirdiği söylenen Donald Trump’a verilmesi olmuştur. Bu ödül Başkan Trump’ın, daha önce açıkça kampanya yürüterek istediği halde kendisine değil de, enerji kaynaklarına haydutvari yöntemlerle çökmek üzere savaş tamtamlarını çaldığı Venezuela’da, bu hedeflerine engel olan Başkan Nicolas Maduro’yu, gerekirse darbe ile devirmek için soykırımcı İsrail’den bile yardım isteyen muhalefet lideri Maria Corina Machado’ya verilen Nobel Barış Ödülünü alamaması üzerine, adeta özel olarak tasarlanmıştır.
Bu ve önceki örnekler, uluslararası ölçekteki bu türden barış ödüllerinin, özünde barışın sağlanması ve sürdürülmesi bağlamından tamamen koparılarak ne kadar siyasileştirildiğini, yani politik misyon ve saiklere alet edildiğini göstermesi bakımından hayli dikkat çekmektedir. Dünya kamuoyunu, sinema endüstrisi üzerinden manipüle ve uyutma misyonunu şu ana kadar başarmış olan Hollywood’daki film yapım şirketlerinin en meşhurlarından Metro-Goldwin Mayer, Universal Studios, 20th Century Studios, Warner Bross, Columbia Pictures, Paramount Pictures’ın tümünün yönetim ve sermayelerinin Siyonist lobinin elinde olması ve yönetmen ve oyuncular için bir ödüle kavuşabilmenin ise, Holokost temalı filmler başta olmak üzere, Yahudi mağduriyeti eksenindeki yapımlarda rol ve görev alma şartına bağlanması, Oscar ödüllerinin de ne ölçüde ideolojik ve politik açıdan kirlenmiş olduğunu açıkça ortaya koymaktadır.
Bu ödül konusunun maksadından saptırılmasıyla yakından ilgili bir diğer husus ise, Eurovision adlı şarkı yarışması vesilesiyle gündeme gelmiştir. Bu yarışmayı düzenleyen Avrupa Yayın Birliği (EBU)’nin 5 Aralık 2025 tarihinde toplanarak, soykırımcı olduğu, Uluslararası Adalet Divanı (UAD) ile Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM)’nden başka en son olarak BM İnsan Hakları Komisyonu tarafından da tescillenmiş olan İsrail’i, pek çok Avrupa ülkesinin ciddi çekinceler koymasına rağmen, Eurovision Şarkı Yarışmasından men etmeye gerek olmadığını açıklaması da, Siyonist lobinin uluslararası topluma yönelik süregelen kültürel saldırılarından biri olarak kayıtlara geçmiştir. Siyonizmin kuklası haline gelen EBU’nun bu kararına karşı, daha önce çekincelerini belirten ülkelerden İspanya, İrlanda, Hollanda, Belçika, İzlanda ve Slovenya ise, İsrail’in Gazze’deki soykırım ve insanlığa karşı suçlarını örtbas etmek ve hatta meşrulaştırmak anlamına gelebileceğinden dolayı, yarışmayı boykot ederek katılmayacaklarını açıklamışlardır. Türkiye de zaten bu yarışmaya, İsrail’in de içinde bulunduğu bazı ülkelerin siyasi ve ideolojik manipülasyonlarına alet edilerek, kültürel bir müzik etkinliği olma amacından saptırıldığını gördüğünden beri katılmayarak sert ve kararlı tavrını göstermekteydi.
Gazze’de İsrail’in yürüttüğü soykırım ve insanlık vahşetini tamamen durdurmayıp, sadece hızını kesen sözde bir ateşkesin üzerinden iki ayı aşkın bir süre geçmesine rağmen, beş yüzden fazla ihlalle çoğu çocuk ve kadın 400’e yakın Filistinli Müslümanı katleden Siyonist barbar rejimin, Suriye’yi de, içindeki etnik ve dini unsurların yanında, PKK’nın Suriye kolu hükmündeki YPG ve SDG terör örgütleri üzerinden de birbirine düşürerek, Suriye merkezi yönetimini çökertme planları yaptığı iyice aleniyet kazanmıştır. Suriye’nin toprak ve nüfus bütünlüğünün korunmasına yönelik Türkiye’nin verdiği tam destekten son derece rahatsız olan işgalci İsrail, ABD’nin DEAŞ bahanesiyle besleyip büyüttüğü, ancak 8 Aralık 2024’te Ahmet Şara öncülüğündeki Suriye halkının Esad diktatörlüğünü devirmesi sonrasında yalnız bıraktığı SDG ve YPG terör unsurlarını sevk ve idare misyonunu üzerine alarak, Suriye’nin bütünlüğünü imhaya yönelik emperyal hedefleri uğruna her yola başvurmaktadır. Barındırdığı önemli su kaynakları nedeniyle işgal ettiği Golan Tepelerinden geri çekilmeyeceğini belirten İsrail, Lübnan’dan sonra Suriye’de de, kuklası diktatör Esad’ın devrilmesini müteakip sağlanmaya çalışılan iç bütünlüğü bozmak suretiyle, bölünmüş kukla yönetimler üzerinden istediği gibi at koşturacağı bir Suriye coğrafyası projesiyle Türkiye’yi güneyden sıkıştırma niyetinde olduğunu göstermektedir.
Soykırımcı İsrail’in bu emperyal hedefine yönelik olarak, Türkiye’ye karşı Doğu Akdeniz mıntıkasında Güney Kıbrıs üzerinden, Ege Denizinde de Yunanistan ile birlikte adalar üzerinden yoğun bir silahlanma gayreti içinde olduğu da anlaşılmaktadır. İsrail’in Yunanistan ve Kıbrıslı Rumlarla Türkiye düşmanlığı ekseninde birleşerek sağladıkları bu Siyonist-Haçlı cephesindeki ülke rejimlerinin de, sırtlarını dayadıkları emperyal Batılı güçler adına yeni bir çatışma ve iç savaşın tetikçisi olmaya gayet hevesli oldukları görülmektedir. Tam bu süreçte, 14 Aralık 2025 tarihinde Suriye sınırları içinde ABD askerlerine karşı DEAŞ tarafından yapıldığı söylenen bir saldırının, ABD’nin, DEAŞ’a karşı SDG’yi tekrar himayesine alıp desteklemek suretiyle, Suriye’yi bölmek için bir bahane olarak İsrail tarafından kurgulandığı da söylenmektedir. Hatta saldırının hemen akabinde faillerin HTŞ’li olduğundan hareketle, doğrudan Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed Şara hedefe konmak istense de, ABD bile buna pek prim vermeye yanaşmamıştır.
Emperyal hedefleri için sanal bahanelerle Vietnam, Afganistan ve Irak’a saldırıp bu ülke insanlarına büyük acılar yaşatarak enerji kaynaklarını sömüren ABD, şimdi ise yeni sömürge yatakları niyetiyle, Rusya’ya karşı verdiği desteğin bir karşılığı olarak Ukrayna’nın zor durumundan da faydalanıp, nadir elementlerine çökmesinin ardından, Orta Amerika’da ise Venezuela’ya diş geçirmeye çalışmaktadır. ABD yönetiminin, uluslararası hukuku tamamen hiçe sayarak Venezuela’nın hava sahasını kapattığını duyurması ve bunun üzerine bu ülkeye neredeyse tüm uçuşların adeta durması, ayrıca Karayipler Denizi’nde seyreden Venezuela’ya ait bir ticaret gemisine baskın yaparak el koyması da, Başkan Nicolas Maduro’nun yerinde benzetmesiyle, modern zamanların Karayip korsanı olarak davrandığını göstermektedir. Kendini, savaşlar durduran bir barış güvercini kılıfında lanse etmeye çalışan ABD başkanlık yönetiminin, bu düşmanca ve saldırgan çıkışlarının kurumsal boyuttaki bir habercisi de, geçmişten bu yana Savunma Bakanlığı olarak görev yapan Pentagon’un adını, ABD Savaş Bakanlığı olarak değiştirmesi olmuştur. Adı, savunma bakanlığı iken bile, Vietnam, Afganistan ve Irak başta olmak üzere, birçok coğrafyada büyük zarar ve yıkımlara yol açan ABD rejiminin, Pentagon’u pasif savunma konumundan aktif savaş pozisyonuna geçirmeye çalışması da, attığı barış naralarının, çaldığı savaş tamtamlarının gürültüsünü bastırmakta hayli yetersiz kaldığını göstermesi bakımından dikkat çekicidir.
|
Yorumcuların dikkatine… • İmlası çok bozuk, • Büyük harfle yazılan, • Habere değil yorumculara yönelik, • Diğer kişilere hakaret niteliği taşıyan, • Argo, küfür ve ırkçı ifadeler içeren, • Bir iki kelimelik, konuyu zenginleştirmeyen, yorumlar KESİNLİKLE YAYIMLANMAYACAKTIR. |
Bunlar da ilginizi çekebilir...