İnsanın iç dünyasında öyle duygular vardır ki, ne tamamen bastırılabilir ne de bütünüyle yok
sayılabilir.
Kıskançlık, haset ve gıpta bunların başında gelir. Bu üç duygu, insanın hem
karanlık hem aydınlık taraflarını ortaya koyar; çünkü her biri, varoluşun özündeki kıyas
dürtüsünü temsil eder. İnsan, çoğu zaman kendi değerini başkası üzerinden ölçer; kendi
eksikliğini, bir başkasının fazlasında görür. İşte bu yüzden kıskançlık, sadece bir duygu değil,
insanın kendi benliğiyle yaptığı görünmez bir savaştır.
Kıskançlık, sevginin karşıtı değildir; o, sevginin gölgesidir. Sevmek, korumak ve sahip olmak
arasında ince bir çizgi vardır. Bu çizgi aşıldığında, sevgi yerini bir tür mülkiyet duygusuna
bırakır. Kıskanç insan, sevdiğini değil, sahip olduğunu zannettiği şeyi kaybetmekten korkar.
Bu korku, zamanla sevgiyi boğar; kalpte ince bir zehir gibi yayılır. Platon, kıskançlığı ruhun
dengesizliği olarak görürken, Aristoteles onu başkasının iyiliğinden rahatsız olma hâli diye
tanımlar.
Her iki tanım da aynı gerçeğe dokunur: Kıskançlık, insanın kendi eksikliğini
dışarıda aramasıdır.
Edebiyat tarihinin en unutulmaz kıskançlık hikâyesi ise Shakespeare’in Othello trajedisidir.
Othello, Desdemona’ya büyük bir aşkla bağlıdır, ama İago’nun sinsi fısıltılarıyla zihnine
kuşku düşer. O kuşku büyür, Othello’nun kalbini ele geçirir, ve sonunda onu en sevdiğini yok
etmeye sürükler. Shakespeare’in deyişiyle: “Kıskançlık, kendini besleyen bir canavardır.” Bu
söz, sadece bir replik değil, insan doğasına dair keskin bir tespittir. Çünkü kıskançlık
dışarıdan gelen bir tehdit değil, içeriden büyüyen bir canavardır. Othello, aslında
Desdemona’yı değil, kendi içindeki güveni kaybetmiştir. Kıskançlık, sevgiyi değil, insanın
kendine olan inancını öldürür.
Kıskançlıkla birlikte anılan iki kavram daha vardır: haset ve gıpta. Haset, başkasının sahip
olduklarını görüp rahatsız olmaktır; hatta bazen o şeylerin yok olmasını dileyecek kadar
karanlık bir duygudur. Haset, insanı içten içe çürütür; çünkü başkasının mutluluğunu tehdit
olarak görür. Gıpta ise aynı kökten filizlenen, ama bambaşka bir çiçektir. Gıpta eden kişi,
başkasının başarısından ilham alır; “Onda varsa, ben de çabalayarak sahip olabilirim.” der.
Haset yıkar, gıpta inşa eder. Aralarındaki fark niyettedir: biri yok etmeye, diğeri üretmeye
yönelir.
Felsefi açıdan bakıldığında, bu üç duygunun ortak noktası karşılaştırmadır. İnsan kendini
başkasıyla ölçtüğü sürece huzurdan uzak kalır. Kıyas, benliğin sessiz düşmanıdır. Gerçek
huzur, başkasının sahip olduklarını görmezden gelmekte değil, onlara ihtiyaç duymamaktadır.
Kıskançlık, sevginin gölgesidir; haset, yüreğin karanlığı; gıpta ise ışığın eşiğinde kalan bir
umuttur. İnsan, bu üç duygudan geçmeden kendini tam anlamıyla tanıyamaz
Çünkü insanın kendini bulması, önce kendi karanlığını görmesiyle mümkündür.