Zülfü Livaneli'nin 'Aristokrat eksikliği' başlıklı yazısını dikkatlerinize sunuyoruz:
Önümüzdeki yıllarda nelerle boğuşacağımızı düşündüm de aklım yine “aristokrat eksikliği sendromu”na takıldı. Eğer imparatorluk mirasçısı Türkiye, yüzyıllar içinde boy atmış ve incelmiş bir aristokrasiye sahip olabilseydi ve “siyasi elit” tarafından yönetilebilseydi, belki yine sorunlarımız olacaktı ama bu kadar saçmasapan krizlerle uğraşmayacaktık.
Ama ne yazık ki halkın özenebileceği bir soyluluk formumuz yok!
Osmanlı İmparatorluğu’nun bir aile devleti olduğu, karşısında hiçbir soylu aile yaşatmadığı, idamına karar verdiği insanların mallarını da alarak kökü yüzyıllara dayanan aristokrat aileler oluşmasına imkân tanımadığı gibi bilinen gerçekler üzerinde durmayacağım şimdi.
Ama ne yazık ki aristokrasi eksikliği, daha sonraki sanayileşme dönemimize ve devlet yönetimimize de damgasını vurdu.
Hükümeti, meclisi, iş âlemini, sanayicileri tarayın: İki üç kuşak öncesi köye dayanmayan hiç kimseyi bulamazsınız. Hatta bazıları, çocukluklarını doğrudan doğruya köyde geçirmiştir.
Köye kimsenin itirazı yok da köylülükten yöneticiliğe ya da zenginliğe geçiş bu kadar kestirme olunca, ister istemez hepimizin yakındığı kabalıklar ve hoyratlıklar başgösteriyor.
Kişisel yükselme ve sınıf değiştirme çabalarının tek kuşağa sıkışmasının saklanamayan ihtirasları sergileniyor.Devleti yönetenlerin bir bölümü Türkçeyi doğru dürüst telaffuz edemiyor.
Köylülüğün geleneksel değerleri köy ortamında korunabiliyor da kente göç sırasında akla gelmedik çarpılmalara uğruyor.
***
Arkadaşım Zeynep Oral, yaptığı söyleşilerin bir bölümünü kitaplaştırmıştı. Orada 1978 yılında benimle yaptığı konuşmalara da rastladım.
Oradan alıyorum: “Bizde kültür aristokrasisi yok. Mesela bir general ile şoförü aynı müziği dinliyor. Telemann dinleyen bir yargıca rastlamak çok zor.”
27 yıl önce yapılan söyleşideki bir başka gözlem de şu:
“Birkaç yıl önce Türkiye’den ayrıldığım zaman minibüs müziği diye hor görülen ve sadece lumpen proleteryanın dinlediği bir müzik türü vardı. Dönüşümde bir de baktım burjuvalar da bu müziği dinlemeye başlamış. Bu gidişle yakında aydınlar da aynı havaya girecek.”
Tuhaf değil mi?
***
Holdingleri dünya sıralamasına girebilen bazı patronlar, arabalarını park eden kahyalardan daha gelişmiş bir zevke sahip değil.
Zaten yaşam, eğlence ve konuşma biçimlerine bakınca bunu hemen görmek mümkün. Türk zengini, soyluluğun gerektirdiği ve yüzyılların imbiğinden süzülüp gelen yaşam kalitelerini kavrayamıyor.Yokluğunu bile hissetmiyor. Kendisini ve ailesini vıcık vıcık “sosyete dergileri”nde görünce koltukları kabarıyor.
Oysa bu durum, gerçek bir aristokrat aile için hayatın sonu demektir.
***
Yabancılarla konuşurken, dillerine yerleşmiş olan “political elit” kavramını Türkiye’ye uygulamakta zorlanırsınız.
Çünkü siyasi kadrolar, bu terminolojiyi kullanmamızı imkânsız kılmakta.
Elbette ki bir demokraside ülkenin her kesiminden gelen politikacı yükselebilmeli.
Ama değerlerini yitirmeden.
Anadolu’nun kendine özgü soyluluk biçimlerinden sıyrılmadan.
İsterseniz bu konuya ve değişik aristokrasi kategorilerine yarın değinelim.
Çünkü bu konu yanlış anlaşılmaya çok uygun kendinizi birdenbire “elitist” konumda bulabilirsiniz.
Oysa benim söylediklerimin “elitizm”le uzaktan yakından ilgisi yok.
Elit ve aristokrat derken buna hangi anlamları yüklediğimizi yarın konuşalım.
Not: Türkiye’de bazı düşünceleri ve değerlendirmeleri zaman zaman tekrarlamak gerekiyor galiba. Bu yüzden eskiden dile getirmiş olduğum bazı görüşleri tekrar okurlara, özellikle de genç okurlara hatırlatmak istiyorum. Birkaç gün, bizde sürekli yanlış anlaşılan “elit ve soyluluk” kavramlarına eğileceğim
Yorumcuların dikkatine… • İmlası çok bozuk, • Büyük harfle yazılan, • Habere değil yorumculara yönelik, • Diğer kişilere hakaret niteliği taşıyan, • Argo, küfür ve ırkçı ifadeler içeren, • Bir iki kelimelik, konuyu zenginleştirmeyen, yorumlar KESİNLİKLE YAYIMLANMAYACAKTIR. |
Bunlar da ilginizi çekebilir...