E-posta :
  Şifre :
    ► Üye olmak istiyorum
    ► Şifremi Unuttum

MUMCU: PKK'YI YOK ETMEK TERÖRÜ BİTİRMEYECEK! 

Terör olaylarının geldiği boyut ve çözüm önerileri ile ilgili değerlendirmede bulunan Anavatan Partisi Genel Başkanı Erkan MUMCU, terör zirvesinde işe yarar bir fikrin bile çıkmadığını belirterek Başbakan Erdoğan’ın “Bedel ne ise ödemekten kaçınmayacak” sözünü de eleştirdi. İşte Mumcu’nun açıklaması…

22.10.2007 - 15:33
MUMCU: PKK YI YOK ETMEK TERÖRÜ BİTİRMEYECEK!

İçinde bulunduğumuz günlerde yaşamakta olduğumuz sıcak gelişmeler etrafında uzun dönemli stratejik etkiler yürütmesi muhtemel kararlar alınma arifesinde, Anavatan Partisi’nin merceğinden olayların anlamı üzerine bir analiz sunmakta yarar görülmüştür.

 

Kaybettiğimiz evlatlarımızın acısı yüreğimizde ateş gibi dururken böyle bir anlama çabasına girişmek; bazılarımıza itici veya soğuk bir tutum gibi görünecek olsa da, milletimize ve milli özlemlerimize sadakatimiz, alışılmış ‘tarafını belli eden tutumlar’ ve beyanlar ile yetinmekten bizi alıkoymaktadır. Her ne kadar böyle bir süreçte, kamuoyunun beklentisi de tarafını belli etmeye ayarlı ise de gün milletin gönlünü alma günü değil, ufkunu açma günüdür.

 

Devletin en üst makamlarının temsil edildiği ‘terör zirvesinden’ sonra kamuoyuna duyurulan bildirgenin, (anılan makamların bilgisine mahfuz tutulan başkaca hususları olmadığı varsayımıyla) sadece ‘bedel ne ise ödemekten kaçınılmayacak’ şeklinde ‘ortaya söylenmiş’, adresi müphem bir sözün arkasına sığdırılmış olmasından kaygı duymaktayız. Bu zirvede çözüm için ‘fikir birliği’ çıkarmak bir yana, işe yarar bir fikrin bile çıkmamış olması endişelerimizi artırmıştır.

 

Bu durumda hem bir analiz, hem de çözüm için fikirler sunmak; Anavatan Partisi’nin tarihsel sorumluluğu olarak telakki edilmiştir.

 

 

GEÇİCİ STATÜKO SARSILIYOR

  • Türkiye kendi bütünlüğü, toplumsal barışı ve giderek bölgesel barışı tehdit eden türlü plan, girişim ve eylemlere muhatap bir ülke konumuna gelmiştir. Son günlerde artan terör eylemleri ve etrafında gelişen politik süreçler, konuyu kapsamlı ve soğukkanlı bir bakış açısından ele almayı zorunlu kılmaktadır.
  • ABD’nin Irak’a askeri müdahalesiyle yeni bir döneme giren terör, bölücülük, bölge ülkeleri ile ilişkiler ve bölgesel barış konuları; birkaç yıl süren bir belirsizlik ve geçici statükolaşma evresinden sonra şimdilerde yeni bir evreye daha taşınmaktadır.
  • Bir süredir PKK, yürümekte olan geçici statükonun kendi aleyhine işlediği ve bölgesel Kürt hareketi üzerinde kendi varlık ve inisiyatifinin tasfiye edilmekte olduğu kabulüne dayalı ve buna karşı çıkan bir eylemlilik arayışı içindedir. 
  • Bu eylemleriyle amaçladığı nokta; geçici statükonun kendi aleyhine işleyen sonuçlarını önleyebilmek ve bu amaçla ilgili tarafları karşı karşıya getirecek bir sonucu elde etmektir.
  • Uzunca bir zamandır işletilen bu geçici statükoya ilişkin olarak, Türkiye’nin PKK ve terör bağlamında ‘sözel’ itirazlarının olduğu ve bu tutumunu statükonun diğer taraflarına sıksık hatırlattığı bilinmektedir.
  • Bu süreçte Türkiye, geçici statükonun uzun dönemli tehditlerini göz ardı etmeye razı bir tutum sergilerken, bunun karşılığında en azından PKK ve terörünün tasfiye edilmesi gibi kısa dönemli bir beklentiye olumlu bir katkıda bulunulmasını bekler görülmüştür.
  • Kendi lehine işleyen statükoyu korumak adına bile olsa, Barzani ve Talabani kendisinden beklenen tavizleri vermeye yanaşmamaktadır.
  • Bunun anlamı; ‘ABD tavizi Türkiye’den koparsın’, ‘eli zayıf olan Türkiye’dir’, ‘bölgede ABD varlığına rağmen Türkiye statükoyu değiştirici bir adım atamaz’ demektir.
  • Bunun arkasında yatan temel saik, orta vadede bölgede Kürt hareketlerinin liderlik inisiyatifini elde tutabilmek arzusu, en azından bölgedeki güçlerle ilişkisini Kürtler aleyhine kullanan bir görüntü vermemektir.
  • Irak yönetimi konjonkturel saiklerle de olsa, bölgedeki Kürt varlığının aleyhine bir tutum takınma veya eylemde bulunma ya da eyleme rıza gösterme gibi bir durumda algılanmak istememektedir. Amacı, Bölgesel Kürt hareketlerinin liderliği inisiyatifini kaybetmemektir.
  • ABD, Irak’ta yerleştirmeye çalıştığı yeni dengeyi (düzen diyemiyoruz) kurmak ve korumak arzusundadır. Bu denge, yakın vadede Türkiye’yi sürece müdahale etmek arzu, irade ve ihtiyacından uzak tutmak, yine yakın ve orta vadede oluşan yeni statükonun muhafızlığı rolünü benimsetmektir.
  • ABD, bu stratejisinde büyük ölçüde başarılı olmuştur. Öncelikle Türkiye Cumhuriyet Devleti’nin ABD’yi müttefik olarak kabul eden politikası bu başarıda en önemli faktördür. Türkiye Cumhuriyeti, ABD gibi bir süper güç ile ilişkisinin bir ittifak ilişkisi olması arzusunu adeta zımni bir alternatifsizlik algısıyla sürdürmektedir.
  • Nitekim Türkiye’nin orta ve uzun dönemli stratejik çıkarlarını gözetmekle görevli ve sorumlu kurumlar, yeni Irak statükosunun stratejik tehdit potansiyellerini açıkça gördükleri halde, tepkilerini ve tedirginliklerini bu noktadan ifade etmek yerine, PKK ve terör parantezine sıkışmış itiraz cümleleri ile yetinmektedir.
  • Her ne kadar mesele bundan ibaret olmasa da Türkiye’nin tedirginlik ve itirazlarının ‘PKK ve terörü’ bağlamına sıkıştırılmış olması; müttefik ABD’nin ‘PKK’nın eylemsizleştirilmesi’ ve böylece ‘Türkiye’ye yeni Irak statükosuna müdahale gerekçesi verilmemesi, himaye edici rolünden başka bir tutuma terör ve PKK gibi nedenlerle yönelmesine mani olunması’ fikrini güçlendirmektedir.
  • Bu bağlamda süreç yaklaşık üç yıldan bu yana PKK’nın eylem gücünü pasifize etmek, mümkünse Pejak organizasyonuna entegre bir yapıya dönüştürmek çabası biçiminde işlemektedir. Bu çabalar, kendini çok çeşitli biçimde ortaya koymuştur.

 

TÜRK HALKININ PSİKOLOJİK DİRENCİ

  • Bu süreçte göze çarpan bir diğer çaba; genişletilmiş ve kapsamlı pişmanlık (af) yasaları ve barış kampanyaları ile bu sorunun ortadan kaldırılabileceği yönündeki telkinlerdir.

 

  • Diğer yandan, çatışan tarafları özellikle çatışma bölgelerinde birbirlerinden uzak (müdahalesiz, dolayısıyla çatışmasız) tutmak yönünde çabalar da türlü mekanizmalar kullanılarak uzun süre mümkün kılınmıştır. Türkiye topraklarında yerleşik PKK unsurlarının varlığına rağmen çatışmasızlık sağlanmıştır.
  • Ancak ne var ki; pişmanlık yasaları ve barış kampanyalarının önündeki en büyük engel, Türk halkının PKK ve teröre ilişkin psikolojik direncidir. Siyasi otorite bu dirence rağmen konuya telkinler yönünde bir çözüm getirmeye cesaret edememektedir.
  • Zaman zaman bu direncin şehit ailelerinin barış ve af kampanyalarına dahil edilmesi suretiyle aşılabileceği düşünülmüş, ama bu girişimler başarılı olamamıştır.
  • Af ve barış kampanyasının işletileceği ve özellikle Öcalan’a bağlı PKK unsurlarının razı olabileceği bir çözümün geliştirileceği yönünde bir örtülü diplomasi, uzunca bir süre etkisini göstermiş ve PKK bu süre içinde eylemsizliğe razı olmuştur.
  • Görece çatışmasızlığa dayalı bu durumun bir nedeni de; iktidarla çeşitli düzeylerde ilişki geliştirebilen çeşitli unsurların, hem Kürt kamuoyuna, hem çatışmasızlıktan türlü faydalar uman “pragmatist” yönetim kademelerine yönelik olarak yürüttüğü “aklı selim-uzlaşmacı politika” telkinlerinin etkili olmasıdır. İçindeki Kürtçü unsurların orta dönemi gözeten stratejik hesapları dışarıda tutulduğunda, AKP’nin bu süreçteki tutumu tamamen gündelik ve pragmatisttir.
  • Nitekim bu çevreler, 1 Mart tezkeresine dair izledikleri taktik oyunla ne kadar etkili stratejik müdahalelerde bulunabileceklerini kanıtlamışlardır. Adı konulmasa da bir Kürt – İslamcı ittifakı biçiminde ortaya çıkan bu unsurlar; bugün de ilişki ve etki alanlarını genişletmektedirler.
  • AKP iktidarı, 1 Mart tezkeresinin ‘Irak’ın geleceğini belirleyecek olan süreçte’ Türkiye’nin etkinliğini askeri varlığı üzerinden mümkün kılacak yegane yol olduğunu görememiştir. Aslında ABD için almadığı farz edilen kararını Türkiye için alamamış, ABD’nin beklentilerini başka türlü karşılamak yolunu seçmişse de, bu onun aklı ve stratejik bir ürünü değil, maruz kaldığı bir sonuçtur. Kendisi için sonradan faydalı kılmaya çabaladığı bir durumdur.
  • Sonuçta 1 Mart tezkeresinin sonuçları üzerinden bir değerlendirme yapıldığında; bu taktik oyunu oynayan çevrelerin ABD çıkarlarını değil, Türkiye’nin çıkarlarını engellemeye yönelik bir tutumu benimsedikleri açıkça anlaşılmıştır. Bu noktada tezkereye muhalefet eden diğer unsurların tutumları bilgisizlik, duygusallık ve ucuz popülizmle izah edilmelidir.
  • Bu pragmatist tutumun benimsenmesinin ardında yatan en önemli saik, AKP’nin kendisini “müesses düzen unsurları” karşısında emniyette hissetmeyişidir. Kendisine yönelik irtica kuşkusu ve ithamlarının yarattığı bu psikoloji, AKP’yi iki stratejik alanda Türkiye Cumhuriyeti Devleti müesses düzen unsurları dışında stratejik işbirlikleri aramaya mecbur etmektedir.
  • Özünde Anti Batı bir ideolojiye yaslanan AKP’nin bu tercihi, ortaklarının kendisini ‘dönemsel kullanımlık bir araç’ gibi gören bakış açısı ile birlikte düşünüldüğünde stratejik değil ‘trajik’ bir tercihtir. Nitekim bu trajedi Kuzey Irak’a bir operasyon ihtimalini ABD’ye karşı savunmak gereği ortaya çıktığında seçtiği argümanlarda belirginleşmektedir.
  • AKP kendi iktidarının en sağlam iki ayağından birisi arasında bir tercihe zorlanmaktadır. Bu ayaklardan biri ülke ahalisinin muhafazakâr milliyetçi kesimlerinin desteği, diğeri özellikle yeni Irak statükosu konusunda gösterdiği uzlaşmacı tutum dolayısıyla ABD ve genelde Batı desteğidir.
  • AKP’nin bu konudaki tercihi 5 yıldan beri devam eden ve kabaca “ABD-AKP-Barzani koalisyonu” biçiminde adlandırılabilecek olan ve orta vadede sürdürülemezliği aşikar olan bu uzlaşmayı berhava edebilir.
  • Özellikle yakın geçmişte takındığı ciddiyetten uzak tutumların (koordinatör tayin etmek, meseleyi ‘güvenlik güçlerine desteğimiz tamdır’, ‘başkan Bush’un gözlerinde kararlılığı gördüm’ gibi açıklamalara indirgemek vs.) bu süreçte taviz vermesi doğal olarak beklenen tarafın kendisi (yani Türkiye) olması gibi bir algıyı ve beklentiyi güçlendirmektedir.
  • PKK’nın kendi eylemliliğini artırmasının arkasındaki neden son derece açıktır. Bunlar; ‘PKK eylem kapasiteleri üzerinden Öcalan ve O’na bağlı unsurların inisiyatifini kaldırmak yönündeki girişimlere eylemli bir tepki göstermek, bu yönde beklentisi veya stratejisi olan güçlerin ittifakını bu eylemler aracılığıyla bozmak’ şeklinde özetlenebilir.
  • Gelinen noktada 5 yıldır çatışmasızlıkla devam eden ve PKK’yı da içine alan ‘örtülü diplomasinin’ PKK’ya vaadlerini gerçekleştirmek bir yana, PKK’yı devre dışı bırakabilecek gelişmelerin önünü açmış olması görünür gerçeklik halini almıştır.
  • Uzun dönemli bir bakış açısında, çatışmasızlığın sürdürülebilir bir statüko oluşturmaktan çok uzak bir durum olduğu aşikar iken, yine de tabulaştırılmış bir ‘istikrar’ kavramına meftun kılınmış sivil unsurlar da her türlü imkanlarını, özellikle dış ilişkiler alanında seferber etmişler ve bu sahte duruma cansiperane destek olmuşlardır. Çünkü bu ‘sahte istikrar’ ne kadar sahte olursa olsun, alıp satmaya elverişli, kar ettirici bir vasatı mümkün kılmaktadır.
  • TV ve gazetelerde boy gösteren bazı dezenformasyon görevlilerinin bu süreci ima yoluyla ‘askerin PKK’ya karşı eylem başlatmasının provakatif niteliklerine inandırmaya ve işi komplo teorileriyle izah ederek, halkımıza neredeyse askerlerimizin şehadetiyle sonuçlanan olaylardan TSK’nın sorumlu olduğu yönünde imalara yeltenmeleri ve bu yönde kanaatleri telkin etmeye’ yoğunlaşmaları tipik bir beşinci kol faaliyetidir.
  • TSK’nın müdahaleci tutumunun çatışmaları yoğunlaştırdığı ve ‘örtülü diplomasinin kurduğu geçici statükoyu’ tehdit ettiği aşikardır.
  • Ama TSK’nın bu tutumunun özünde AKP – ABD ilişkilerini tahrip etmek amacına (yani basit politik amaçlara) dayalı olduğu iması son derece tehlikeli ve haincedir.
  • Bu düşüncenin (telkinin) ihaneti; cana kasteden eylemler karşısında, hatta Türkiye’yi bölmeyi hedefleyen girişimler karşısında eylemsizliği – tepkisizliği önermesinde saklıdır. TSK’nın kendi varoluş gerekçelerine bigane olmasını beklemek akıl dışıdır.
  • Anılan beşinci kol unsurlarının asıl meselesi, bu çatışmasızlık koalisyonunun dağılmasından duydukları kaygılardır. Çünkü mevcut durum kimilerine ekonomik, kimilerine siyasi konforlar sunmaktadır. Endişe duyulan husus; Türkiye’nin acı çekiyor ya da çekecek olması değil, fırsatlar sunan bu vasatın değişeceği gerçeğidir. İdeolojik olarak uzlaşamayacakları düşünülen kesimlerin, hararetli ve sıkıfıkı ittifakları ve ağız birlikleri çok manidardır.
  • Milletimiz bu yönde çabaların ard niyetinden bugün değilse yarın haberdar olacak ve sorumlularından hesap soracaktır.
  • Her şeye rağmen,  bu telkin girişimlerinin gücünü aldığı bazı gerçekler ve doğrular vardır. Niyet ve amaç ne olursa olsun, bu gerçekler göz ardı edilmemelidir.

 

NE ÖNERİYORUZ?

  • Bugün Türkiye’yi Kuzey Irak’a davet eden eylemler Türkiye’ye sadık güçlerin iradesi değildir.
  • Bugün gösterilecek tepkinin refleks bir reaksiyon olmaktan öteye Türkiye’nin gücüne, büyüklüğüne yaraşır bir ‘soğukkanlılık ve kararlılık’ ifade etmesi hayati derecede önemlidir.
  • Türkiye’nin gücünü ve kararlılığını göstermesinin yolunun; ‘askeri operasyon seçeneğinde sıkışıp kalmamak’ olduğu akılda tutulmalıdır.
  • Askeri operasyonlar ile terör kapasitelerini yok etmek, her zaman Türkiye’nin hem hakkıdır, hem de yetenekleri içindedir.
  • Türkiye’yi bölmek amacıyla oyun kuranların, yığınak yapanların PKK’dan ibaret olmadıkları, (hatta gelinen noktada PKK’nın gerçek işlevselliğinin bu amaca dönük olduğu artık tartışmaya açıktır) sınırın dışında ve içinde çeşitli ve çok odaklı oldukları hatırda tutulmalıdır.
  • Bu noktadan bakılınca, takınılacak soğukkanlı ve kararlı tutumun başvurabileceği araçların çok ve çeşitli olduğu görülecektir.
  • Kuzey Irak’a operasyon başlatmaktan önce yapılması gereken iş, ‘beklenen sonuçlar alınıncaya kadar Irak’la tüm ilişkileri dondurmak, tüm sınırları kapatmak ve çok sınırlandırılmış ilişkileri sıkı sıkıya kontrol etmektir’.
  • Habur Kapısı’nı kapatalım’dan daha fazla ve kapsamlı bir iktisadi ve siyasi tedbirler paketi önermekte olduğumuz göz ardı edilmemelidir.
  • İşi Irak’a operasyona indirgemekle, TSK’yı ‘nihai etkisi tartışılabilir’ bir sürecin içine sürükleyerek ‘bu da bir işe yaramadı’ yargısına varmak ölümcül sonuçlar doğurabilir.
  • Türkiye en etkili silahını en doğru zamanda, en etkili olacak biçimde ve en son kullanmalıdır.
  • Kuzey Irak yönetiminden gelen cüretkar ve tehditkar açıklamalar gerekçe gösterilerek Türkiye Irak yönetimi ile tüm siyasi, diplomatik ve ekonomik ilişkilerini dondurmalıdır.
  • Bundan sonraki süreçte beklenen tutum değişikliği fiilen ortaya konuluncaya kadar mevcut Irak yönetimi hiçbir şekilde muhatap kabul edilmemeli, sıcak gelişmeler sadece ABD ve diğer bölge ülkeleri ile müzakere edilmelidir.
  • Ekonomik önlemler bağlamında; sınır kapılarının kapatılmasından başlayarak kamu kurumlarının getirebileceği diğer öneriler derhal hayata geçirilmelidir.
  • Alınan tüm tedbirler geri adım atmayı asla düşünmeyen bir kararlılık ve irade içinde uygulanmalıdır.
  • Tedbirlerden hiçbiri sürecin doğrudan muhatabı olamayacak olan unsurların zararına işlememeli, özellikle terörün her zamanki hedefi olan Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve Kürtler çelişkisi algısını yaratmaktan özenle kaçınılmalıdır. Barzani ve Talabani’nin muhatap kabul edilmesi, bu yanlış algıyı besleyecek sonuçlar yaratmaktadır.
  • Tüm tedbir ve yaptırımların özenle gözetmesi gereken en önemli hedef; kendi vatandaşlarımız üzerinde yürütülecek dezenformasyon faaliyetlerine fırsat sunmaması olmalıdır.

 

ORTA DÖNEMLİ DEĞERLENDİRME

  • Doğru aksiyon, doğru bir akıl yürütme ile mümkündür. Ne acıdır ki Türkiye, uzun yıllardan beri karşı karşıya bulunduğu meseleyi dosdoğru analiz edecek bir aklı ‘kurumsal bir kapasite’ olarak ortaya koyamamıştır.
  • Doğru aklediş ve analiz için hiç göz ardı edilmemesi gereken parametreler şunlardır:
  • PKK ve terör ayrı bir sorun,
  • Kürtçülük – ayrılıkçılık ayrı bir sorun,
  • Kürt mesElesi ( mesele ile sorun aynı şey değildir) ayrı bir konudur.
  • PKK’yı ortadan kaldırmak, terörü ortadan kaldırmaya yetmeyeceği gibi, Türkiye’nin PKK’ya karşı benimseyeceği doğru strateji PKK’nın bölücü kapasitelerini ortadan kaldırırken Kürtçülüğü güçlendirecek bir alan yaratmamaya odaklanmalıdır.
  • Bu konuda ileri ve cesur bir vizyon ile bakıldığında PKK’nın (mevcut durumda) Türkiye’nin milli siyasetine hizmet eden bir araçsallığa büründürülmesi imkansız bir yöntem olarak nitelenemez. En azından başka güçlerin araçsallaştırdığı biçiminden başka bir biçime dönüştürülmesi açıkça mümkün gözükmektedir.  
  • Kürtçülük hareketi bugün PKK’yı kendine ayak bağı olarak görecek kadar kapsamlı ve derin bir organizasyon niteliğine kavuşmuştur. Bu olgu ile mücadele hayati önemde olmakla beraber, ‘teröre karşı mücadele’ başlığında andığımız veya alıştığımız metodlardan hiçbirisi işimize yaramayacaktır. Hatta bu yöntem kargaşası, mücadele edilmesi gereken olguyu (Kürtçülük) besler, destekler mahiyette dönüşebilmektedir.
  • Kürtçülükle mücadele temelde bir ideolojik aksiyondur. Henüz tasarlanmış veya tanımlanmış değildir. Terörle mücadele kavramlarının harareti altında erimekte, yok olmaktadır.
  • Bu ideolojik aksiyonun kurulması ‘tarihsel Kürt meselesi’ ve ‘modern dönem Kürt meselesi’ başlıkları altında akılcı ve sağduyulu bir düşünce üretimine bağlıdır.
  • Kürt kültürel kimliğini bir realite olarak tanınmaktan öteye, anlamak ve karşılıklı anlayışa dayalı bir tutum birliği üretmek gereği vardır ve mümkündür.
  • Aslında bunun tarihsel ve modern bağlamlarında sosyolojik karşılığı vardır. Yapılan son iki seçimde AKP’nin (gerçek niteliği ne olursa olsun) yarattığı algıya bağlı olarak aldığı oy, bu sosyolojik gerçekliği izaha muhtaç olmayacak kadar açıklamaktadır.
  • Bu ideoloji, kendini anti-Kürtçü bir ideoloji olarak tanımlayamaz ve öyle de olmamalıdır.
  • Bu ideoloji ‘niçin birlikteyiz ve niçin birlikte olmalıyız’ fikrini milli birliğimiz içinde yaşayan herkese aynı tutarlılık ve aynı samimiyette izah eden bir akıl, amaç ve duygu birliğinin üstüne kurulmalıdır.

 

MÜCADELENİN MUARIZLAR

  • Bu mücadelenin asıl muarızları asla Kürtler ve diğer bölgesel unsurlar olmayacaktır. Bu mücadelenin muarızları bu birlikten, barıştan menfaati olan halklar asla olamaz. Bu mücadelede asıl muarızlar; Türkiye’yi zaafa sevk etmek isteyenler, bu birliğin yaratacağı güçten çekinenler, kaygı duyanlar olacaktır.
  • Türkiye asıl dikkatini işte bu muarızlara yoğunlaştırmalıdır.
  • Türkiye bu konsantrasyonu mutlaka sağlamalı, göstermelidir.
  • Bunun da yolu, Türkiye’nin gücü olan kurumsal unsurların doğru bir ideoloji etrafında birleşmeleridir. Birinin diğeri üzerinde yarattığı tehdit, endişe algısı dolayısıyla birlik içinde olması gerekenler karşı karşıyadırlar ve bazıları kendilerine dışarıdan müttefik bulma sevdasındadır.
  • Bu ihtiyaç algısı da bu tutum da ortadan kaldırılmalı, Türkiye sorunlarına kendi birliği içinden çözümler bulabilecek bir güç haline gelmelidir.

 

  • ÖZETLERSEK;

 

  • PKK; ‘ABD, AKP ve Barzani’ arasında varıldığını düşündüğü uzlaşmanın kendisinin süreçten tasfiye edilmesi amacına dönük olduğunu değerlendirmekte ve eylemleriyle bu koalisyonu dağıtmaya girişmektedir.

 

  • Eylemsiz, tepkisiz kalması beklenemeyecek olan Türkiye, bu eylemlere reaksiyonu üzerinden öngörülebilir bir tutuma davet edilmektedir.

 

  • Türkiye acul davranmamalı, reaksiyoner pozisyondan aksiyoner pozisyona geçebilmenin araç ve yöntemlerini yaratmalı ve bunların önceliklerine karar vermelidir.

 

  • Kuzey Irak’a askeri operasyon, sadece Türkiye’nin inisiyatifi ve planları çerçevesinde ele alınmalıdır.

 

  • Takınacağımız ilk tutum; operasyonla cevap ermek değil, daha kapsamlı bir siyasi – ekonomik tedbirler paketini öne almak, kapsamlı ve kararlı olarak hemen hayata geçirmek olmalıdır.

 

  • Tepkisiz kalmak sabır ve soğukkanlılıkla izah edilse de Türkiye adına yıpratıcı olacaktır. Ancak Türkiye, reaksiyonu üzerinden göstermesi beklenen, tasarlanan tepkiyi değil kendi iradesinin ve gücünün gerektirdiği tutumu göstermelidir.

 

  • Askeri operasyon seçeneği hazır tutulurken, önerdiğimiz veya yanı sıra başka siyasi, ekonomik tedbirler derhal uygulanmalıdır.

 

  • Irak ve Kuzey Irak yönetimlerinin muhatap kabul edilmesine – kılınmasına kesin bir tutumla son verilmeli, konu ABD ve bölge ülkelerinin dışında bir muhataplıkla ele alınmamalıdır.

 

  • Toplumsal tansiyonu kışkırtmaktan uzak durulmalıdır. Ama yatıştırmanın yapay yollarına asla tevessül edilmemelidir. Milletimizin devletine olan ‘güven’i suistimal edilmemelidir. Bu güveni muhkem kılacak bir aksiyon planı oluşturmak şarttır.

 

  • Bu güvenin kazanılmasıyla elde edilecek kazanımların üstüne kapsamlı bir ideolojik, siyasi, ekonomik ve askeri projeksiyon yaratılmalı, sabırlı ve kararlı olarak hayata geçirilmelidir.

 

  • Bir daha hiç kimse ‘kanı yerde kalmayacak’ veya ‘konu en üst düzeyde ele alınmaktadır’ gibi beylik avuntulara tevessül edememelidir. 

YORUMLAR
 Onay bekleyen yorum yok.
Üye girişi yapmadınız. Misafir olarak yorum ekleyebilirsiniz. Üye olmak için tıklayın.
  Yorumcuların dikkatine…

İmlası çok bozuk,
Büyük harfle yazılan,
Habere değil yorumculara yönelik,
Diğer kişilere hakaret niteliği taşıyan,
Argo, küfür ve ırkçı ifadeler içeren,
Bir iki kelimelik, konuyu zenginleştirmeyen,

yorumlar KESİNLİKLE YAYIMLANMAYACAKTIR.

Bu haber henüz yorumlanmamış...

KATEGORİDEKİ DİĞER HABERLER
MHP'li Ekici : DTP’lilerin Elini Sıktık da Elimize PKK’mı Bulaştı?
MHP kimsenin kurşun askeri değildir… Kimse üzerimizden evcilik oynamasın… ...
Turktime'a Konuşan Kutan Bombaladı: Bahçeli'ye Başbakanlık Teklif Ettik ama Kabul Etmedi
Genç Parti Genel Başkanı Cem Uzan, DP Genel Başkanı Mehmet Ağar ve DSP ...
Ağar Turktime'a Konuştu: Ne Geçmişimi İnkar Ettim, Ne de Değiştim... Düz Ovada Siyaset Söylemi En Milliyetçi Söylemdir
Genç Parti Genel Başkanı Cem Uzan’dan sonra DP Genel Başkanı Mehmet Ağar’da ...
 
Şirin Turktime'a Konuştu: Halk İsterse İdam Gelir
(TURKTİME-ERSİN TOKGÖZ) Genç Parti idamı geri getirecek ...
CHP'DE KAZAN KAYNIYOR
CHP'de muhalifler 19 imza ile PM'yi toplantıya çağırdı.
MUHALEFETİN HEDEFİNDEKİ BAKAN!
Muhalefet, 22 Temmuz seçimlerinin ardından bakanlara toplam 414 yazılı ...
 
CHP'Lİ SEVİGEN'DEN ŞOK ÇIKIŞ
CHP Genel Sekreter Yardımcısı Mehmet Sevigen, Haluk Koç'u ihanetle suçladı.
BAYKAL HAKKINDA SUÇ DUYURUSU
Elazığ Barosu avukatlarından Şuay Alpay, CHP Genel Başkanı Deniz Baykal'ı, ...
EFSANE EKİP BAYKAL'I ALT EDEBİLECEK Mİ?
Baykal’a karşı liderliğe soyunan Haluk Koç’u destekleyen dörtlü dikkat çekiyor.
 
SOSYAL MEDYADA TAKİP ET
FACEBOOK'TA TURKTIME
TWITTER'DA TURKTIME
 
KATEGORİLER
FOTO GALERİ
VİDEO GALERİ
ETİKETLER
  •KÜNYE
  •İLETİŞİM
  •REKLAM
 
 
  •Güncel
  •Siyaset
  •Dünya
  •Medya
  •Magazin
  •Spor
  •Kültür
  •Sağlık
  •Ekonomi
  •Dünya
  •Spor
  •Kültür
  •Ekonomi
  •Sağlık
  •Medya
  •Siyaset
  •Güncel
  •Aktüel
  •Dünya
  •Spor
  •Kültür
  •Ekonomi
  •Sağlık
  •Medya
  •Siyaset
  •Güncel
  •Aktüel
şampiyonlar Ligi
ölüm haberi
işte benim stilim
Fatih Erbakan
İtalya
Çanakkale Savaşı
siyanürlü mektup
Haliç
savcı