![]() |
Sevgili okuyucu! Yahu ben daha “felsefe” dedim, sen hemen sandalye düzelttin, gözlüğü taktın. Şimdi haberime geleyim: Siz sabahın köründe trafikle cebelleşirken, ben Nietzsche’den özel ders alıyorum artık. Evet evet, o Nietzsche. Hani “Tanrı öldü!” diye bağırıp sonra bir köşeye çöken adam. Vallahi adamın sinirlerini bozacağım diye korkuyorum. Zaten kafası karışık, şimdi bir de benle uğraşıyor! Ama helal olsun, bana ders vermeyi kabul etti. Kaç kişiye “Felsefe dersi verir misiniz?” dedim, kimse kabul etmedi. Bir tek o dedi “Gel bakalım evladım.” Derslerimiz çok güzel gidiyor, tek sorun: İşte bugün size o derslerden bir kesit anlatacağım. “Gel korkma evladım, tahtaya kalk bakalım,” dedi. “Düşün bakalım,” dedi. Kaşları kalktı, indi. “Bir daha düşün bakalım.” “Sen şimdi gerçekten düşünüyor musun?” diye sordu sonunda. Nietzsche kafasını kaşımaya başladı; ben refleksle bir adım geri attım. Az sonra tahtayı da tekmeleyebilirdi çünkü. Ama ben hazırlıklıydım.Tahtaya çıkmadan önce ona bir fincan kahve ikram etmiştim ya... Sonra ona şöyle söyledim: Nietzsche sustu. Uzun uzun baktı. “Evladım, ben insanın neyle düşündüğünü değil, neden hâlâ uyanmadığını merak ediyorum.” Ben de “Hocam, alarm hiçliğe ayarlıydı…” dedim. Ben Nietzsche' nin yanında sandviç yerken o, sandalyeden kalktı pencereden dışarı bakmaya başladı. Gitmeye hazırlanıyordu. “Hocam… Bir daha gelişinde Hamlet’i de getirir misin?” Uzun bir sessizlik oldu. Ben gülerek kapıyı araladım: ..... Hoşça kalın!
Size çok güzel felsefi bir haberle geldim bugün.
Heyecan yapma, başını bir yerlere çarpacaksın.
Evet, entelektüel olmak hepimizin hakkı... Ama önce bir derin nefes alalım.
Artık bende sabah alarmı “Haydi kalk, hiçlik seni bekliyor” sesiyle çalıyor, öyle düşünün.
O anlatıyor, ben anlamış gibi yapıyorum. Hep başını iki yana sallıyor. O kararsız sakallarının arasında gizli bir tebessüm beliriyor.
Ben de “Hocam bana fazla mı iyisiniz yoksa varoluşsal bir deney mi yapıyorsunuz?” diye sordum. Cevap vermedi. Başımı okşadı.
Korktum.
Her derse kapıyı tekmeleyerek giriyor. Yani normal kapı değil, artık menteşesi Nietzsche’ye karşı direniyor.
Giriyor, “Tanrı öldü!” diye bağırıyor, ben de “Hocam kahvemi yeni koydum, biraz sessiz olalım mı?” diyorum. Sonra ona kahve veriyorum, sakinleşiyor. Kahveyi varoluşun sıvı hali sanıyor. Bir yudum alıyor, “Bu kahvede özgürlük tadı var” diyor. Ben de “Yok hocam, bu filtre kahve, hür irade yok” diyorum.
Ben de kalktım:
Ben de tahtaya kocaman bir kalp çizdim.
“Bu nedir evladım?”
“Kalp emojisi,” dedim, özgüvenle.
Bu defa gülücük emojisi çizdim.
“Gülen adam emojisi,” dedim.
Sakalları titredi; sanki kendi kendine “Bu nesli kurtarmak zor olacak” diyordu.
“Evet hocam,” dedim.
“Bu nasıl bir düşünmektir?”
“Emojilerle düşünmek,” dedim.
“Niçin?”
“Hem çok şey anlatıyorum hem de sansürsüz kalıyorum.”
Ne zaman sinirlense “Bir yudum daha hocam,” dedim, yatıştı.
O an anladım: Kahve, sadece uykusuzluğa değil, felsefi krizlere de iyi geliyor.
“Oho hocam, biz artık emojilerle düşünüyoruz, kahveyle düşünüyoruz, bazen de hiç düşünmeden düşünüyoruz. Felsefe çağ değiştirdi, düşünce biçimimiz evrimleşti. Ama kahve sağ olsun, hâlâ yaşıyoruz.”
Sonra fincanını yavaşça masaya koydu ve dedi ki:
Kafası artık iyice karışmıştı;
elinde defter, cebinde kahve paketi, omzunda varoluş sancısı... Kapıya yönelirken dayanamadım, kısık bir sesle sordum:
Bir an durdu, alnındaki kırışıklıklar bile düşündü.
“Hamlet mi?” dedi, “Şu bizim kararsız çocuk mu?”
“Evet hocam, ta kendisi,dedim. Onunla bir alıp veremediğim var.”
Sonra derin bir nefes aldı, gözlüklerini düzeltti:
“Tamam evladım, ama bak… O gelirse sınıfta sürekli ‘Olmak ya da olmamak’ diye sorup durur, sinirlenirim!” dedi.
“Merak etmeyin hocam, bu sefer kahveyi duble yaparım, ikiniz de olursunuz.”
Peki Hamlet geldi mi? Geldiyse ne dedi, “olmak mı, olmamak mı, yoksa üçüncü bir seçenek mi var?
Merak etmeyin, o hâlâ sahne arkasında prova yapıyor.
Ama çok merak ettiyseniz, belki bir başka yazıda perdeyi aralarız.