![]() |
İzlediğimiz bütün filmler bize temkinli olmamızı söyler: Okuduğumuz romanlar bile bazen bize temkinli olmayı fısıldar: Temkinli olmak, başta hayatın zorluklarına karşı bir direnme biçimiydi belki fakat zamanla bir zırha dönüştü ve o zırhın içinde biz, gitgide daha az hareket eder olduk. Daha az inanır, daha az güvenir, daha az sever, daha az hisseder olduk. Çünkü temkinli olmak bizi iyileştirmedi; içimize kapattı. Bizi bilgeleştirdi mi? Hayır. Kuşkulandırdı. Peki bizi cesur mu yaptı? Hayır. Yalnızlaştırdı. O kadar temkinli olduk ki selam vermemeye başladık. Yolda ağlayan bir çocuğa yardım edemeyecek kadar temkinliyiz artık. Bravo! “Ya başıma bir iş gelir, ya...” Öyle bir noktaya geldik ki artık insanlar yardım istemekten utanıyor. Evet utanıyor. Çünkü temkinli toplumda açık vermek zayıflık sayılır. Çünkü temkinli bir insan, öncelikle kendini korumalıdır, öyle değil mi? Ama acaba neyi koruyoruz bu kadar özenle? Kalbimizi mi? Onu zaten yıllar önce kırdık. Gururumuzu mu? Oysa kimse gerçekten görmüyor bile bizi. Hayatımızı mı? Belki. Fark ettiniz mi? Ve biz, bütün bu temkinlilik çağının ortasında, elimizi uzatmaktan, göz göze gelmekten, bir tebessüm paylaşmaktan korkar olduk. Şimdi size, temkinsiz yaşayın diyemem. Sadece şunu hissediyorum: Bu günlerde herkes “İnsanlık öldü” diyor ya. ..... İşte o umudu hatırlatan bir şiir ile bitirmek istiyorum. GÜNEŞİN İLK IŞIĞI Bak, güneş geldi usulca Az sonra kuşlar cıvıldar neşeyle Sonra kış gelir, beyaz bir örtü serer Dünya ne kadar güzel böyle ..... Hoşça kalın.
Yabancıya güvenme, kalbini açma, kapını kilitle, telefonunu takip et...
Evinin köşesine güvenlik kamerası yerleştir, gözlerin hep tetikte olsun. Çünkü kötülük pusudadır ve sen onu fark ettiğinde artık çok geçtir.
Aşk acıtır, dostluklar yara açar, masumiyet yalnızlığa mahkûm eder...
Çocukluk düşleri, büyüdüğünde birer kandırmacaya dönüşür.
En sevdiklerin en büyük hayal kırıklıkların olabilir.
Bu yüzden adım atmadan önce üç kez düşün, konuşmadan önce yutkun, gülmeden önce içinden ağla...
Evet, temkinli olmayı çok iyi öğrendik. Hatta öyle çok öğrendik ki artık bazı temel insanlık görevlerini yerine getirmemek için gerekçe hâline getirdik.
Ya’ların arasında boğulurken insanlığımızı susturduk.
Ama bu hayat, temkinli oldukça biraz daha eksiliyor.
Artık iyi niyet bir tür saflık. Cesaret delilik.
Samimiyet tehlikeli bir açıklık.
Sevgi ise şüpheli bile değil; doğrudan kriminal bir vaka.
Gülümsemeyi unutmuş yüzler, sarılmak yerine selamlaşmayı bile riskli bulan insanlar olduk. Oysa ki bazen, hayatın en güzel şeyleri biraz dikkatsizlik ister.
Bir zamanlar güven, insanın doğasında vardı. Şimdi ise temkin, bir refleks gibi içimize kazındı. Ne oldu da birbirimizden bu kadar sakınır olduk?
Belki de insanlık ölmedi; sadece temkinli oldukça içimize gömüldü.
Belki de insan, temkinli oldukça değil; temkinsizce birbirine inandığında yeniden insan oluyordu.
Ama yine de, bütün bu karmaşanın ortasında, dünya bize hâlâ bir şey söylüyor:
Her şeye rağmen, güzellik var. Işık var. Umut var.
(Seyhan Korkmaz)
Akşam olur, ay belirir sonra
Yıldızlar da katılır yanına
Doğanın bu güzel şarkısını bozma
Ah, ne hoş böyle!
Kediler gerinir tatlı bir keyifle
Oradan bir çocuk gülümser içtenlikle
Bu güzelim manzarayı sakın bozma
Ah, ne güzel böyle!
Yağmur damlaları, kar taneleri iner
Ama bahar yakındır, kapıyı aralar
Ağaçlar da "az kaldı" der gibi çiçek açar
Bu güzelim tadı kaçırma
Ah, ne tatlı böyle!
Çocukların sesi, kuşların neşesiyle
Yağmurun serinliği, karın beyazlığı, baharın müjdesiyle
Kedilerin mırıltısı, güneşin sıcaklığıyla
Girmeyin bu güzelliğin arasına
Ah, ne huzurlu böyle!
Sonuç:
Keşke bu kadar temkinli olmak zorunda kalmasaydık.