![]() |
Cahiliye dönemlerim diye tanımlayabileceğim yıllardı. Geçmişte Ankara'nın Sıhhiye semtindeydi Sağlık Bakanlığı. O dönemde gazetelerin sıkça verdiği promosyonların çar-çur edildiğini tespit ettim. Bakan Bey beni Afyonkarahisar'dan yayın yapıyor sanmıştı. Daha sonraları Türkiye yazarlar birliğinin başkanlığını da yapan, tanınmış şair ve romancı İbrahim Ulvi Yavuz, beni sakinleştirmek için "Çay iç, buyur şöyle" diye sürekli başka konular açmaya çalışıyordu. Bakan ve özel kalem müdürü ayakta bana karşı yapılacak hamleyi tartışıyorlardı! Sonra basın müşavirine "Promosyonların nereye gittiğini Talat Beye derhal belgele!" diye yanımda talimat verdi. Farkında olmadan gazetecilik sınırlarını aştın. Sanki benim siyasi hasmım gibi oldun! Ne demekti, "Siyasetçi, babasının katilini affediyor ama siyasi rakibini affetmiyor!" Vedalaşma vakti gelmişti. Jacques Ranciere, "Cahil birinin bir kez yaptığını bütün cahiller; her zaman yapabilir. Çünkü cehalette hiyerarşi yoktur." der. Bu muhteşem sözün dibine, cahillik ve zekânın bulaşıcı olduğunu da ekleyebilirim.
Eski Sağlık Bakanlarından Halil İbrahim Özsoy'a ilişkin sert yazı ve konuşmalar yapıyordum.
Şimdi Valilik olan yer.
Özsoy'u bu usulsüzlüğü düzeltmesi için uyarmama rağmen beni geçiştirince, seçim bölgesi olan Afyonkarahisar'da yayın yapan Armoni FM isimli yerel radyoya canlı bağlanıp "Saçı olmayan kel Özsoy, nerede promosyonlar? Adamsan çık karşıma! Beceremiyorsan çek git!" diye küstahça, cahilce konuşma yaptım.
Bu konuşmam yıldırım hızıyla bakana ulaşınca, bir cahillik de Bakan yaptı ve Afyonkarahisar emniyet müdürüne "O radyoyu derhal basın, yayını yapanı da karakola çekin!" talimatı verdi.
(Dönemin bazı gazeteleri manşetten verdi bu olayı. Kupürleri halen saklarım. Lordlar Kamarası kitabımda da bu olayın bir kısmını yazdım.)
Oysa radyoya makam katının bir alt katından telefonla bağlanmıştım!
Bu gelişmeleri öğrenince, hırsla makamına çıktım.
Ağzımda sigara, elimde teneke kola, yaka bağır açık.
Cahiliye döneminin zirvesinde, tam eşkıya gibi Sağlık Bakanı Halil İbrahim Özsoy'un özel kalem müdürü, İbrahim Ulvi Yavuz'un yanına çıktım.
Olgun adamdı Ulvi Bey.
Beni Afyonkarahisar'da zannettiği için görünce şaşırdı.
Cahil nobranlığı ile "Bakan Bey beni arıyormuş. Polisleri yormasın. Ben geldim. Açıver kapıyı da görüşelim!" dedim.
"Abi, aç şu kapıyı da gireyim!" deyince, Bakan’a bilgi vermek için içeriye girdi.
Bir süre sonra bakan korumaları geldi özel kaleme. Biri yanıma, ikisi karşıma oturdu.
Birbirimizi tanıyorduk.
Baktım bana resmi davranıyorlar, ben de onlara karşı suratımı astım.
Benim için gelmişlerdi!
Bir hayli vakit geçince, kapıya doğru hamle yaptım, korumalardan birisi önüme geçmeye çalıştı ama kapıyı açmıştım.
Korumalar da içeri girmek isteyince, Bakan, göz işareti ile çıkın dedi.
Hemen arkasından da özel kalem müdürü hızlıca çıktı ve odada Özsoy ile baş başa kaldık.
Özsoy; şakacı, güler yüzlü, iyi bir siyasetçi olduğu gibi aynı zamanda ruh ve sinir hastalıkları uzmanıydı!
Gülerek "Len anamı belledin, yetti gali!" diye oturacağım yeri gösterdi.
(Bugünkü köşe yazımı, rahmetli Bakan Özsoy'un az sonra söyleyeceği, siyasetin ruhunun fotoğrafını çekecek sözüne altlık olsun diye yazdım.)
Önce kahve ikram etti.
Bu hamleler "Seni ciddiye alıyorum!" stratejisi ve gergin ortamı sakinleştirmek içindi.
Yine gülerek "Len sana bi şey diycen, hemen sinirlenmiycen!"
"Buyurun tabi" dedim.
Devam etti.
- Len her şey tamam da, ne o saçı olmayan kel adam. Bak, baban yaşındayım sözlerimi yanlış anlama!
+ Anlamam.
- Emin misin?
+ Eminim dedim ya bakanım.
- Bak, hemen sinirlendin!
+ Bakanım, merak ettim söyleyecekseniz dinlerim, yoksa gidiyorum.
- Tamam, tamam. Sen çok gençsin.
+ Allah, Allah. Promosyonlar nerede deyince, hasım mı olduk?
- Hayır, bu soru gazetecilik ama saçı olmayan kel adam. Beceremiyorsan çek git, adamsan çık karşıma demen siyasi olur.
+ Ben öyle hiç bakmadım.
- Bir şey daha var. Bak, yanlış anlamak yok!
+ Anlamam.
- Hiç bir siyasetçi bunu söylemez ama bir siyasetçi babasının katilini affederken, siyasi rakibini asla affetmez!
Özsoy'un bu sözleri beynime atom bombası gibi düşmüştü.
Beni tehdit mi ediyordu?
Yoksa, babacan bir nasihat mi?
+ Tehdit ediliyorum sanki!
- Yok ulen, vallahi nasihat. Dava bile açmıycam.
14 Ağustos 2018'de vefat eden Bakan Özsoy'u vefatından 20 gün önce bir dostumla yattığı Ankara Üniversitesi Cebeci Hastanesi'nde ziyarete gittim.
Kanser olmuştu.
Doktor olduğu için öleceğini biliyordu!
Yattığı yerden kafasını kaldırdı. Beni gördüğüne sevinmişti.
Hal-hatır sorduktan sonra oğluna dönerek "Çok çektirdi bana. TV'de izliyorum. Her zaman adil olmaya çalışırdı, yine öyle." diyerek beni onore etti.
Helallik istedim.
- Hakkını helal et Sayın Bakanım. Sizi çok üzdüm.
+ Helal olsun. Senin de hakkın geçti. Uyarılarından istifade ettim.
- Helal olsun. Estağfurullah.
Hep mütevaziydi. Elini öpmek için hamle yaptım, ellerini geri çekmeye çalıştı ama takatsizdi. Zorla da olsa öptüm.
Ve 25 sene önce söylediği sözler, mıh gibi beynime saplandı.
Bugünün siyasetçileri böyle devam ederse ve ömrüm olursa bir 25 yıl daha çıkmayacak gibi!
Bulaşıcıdır, çünkü siyasetin kazanma hırsı hiç bir hırsa benzemez.
Yıkıcı, yakıcı, hatta kavurucudur.
Sahne tozu yutan sanatçı gibi, siyasetin gücünü yutan siyasetçiyi alandan çekmeyi, Demirel "Azı dişi çekmek!" olarak tanımlardı.
Rahmetli, 'narkozsuz çekmek' deseymiş, daha iyiymiş!
Bugün yaşadığımız ağır kutuplaşma ve adeta cahiliye dönemi gibi tutarsız, saçma siyasetin masum tarafı sadece vatandaş! İçinden geçtiğimiz süreç, en tehlikeli seçim olmaya aday görünüyor.
Elimde olsa gökyüzüne iki replik yazardım;
SAKİN OL VE ATEŞLE YAKLAŞMA!
TALAT ATİLLA'YI TWITTER'DA TAKİP ET!