![]() |
Sokrates, Platon'un anlatımına göre patlak gözlü, basık burunlu, sarkık dudaklı ve göbekliydi...
Gece görseniz 'tövbe bismillah!' diyeceğiniz Sokrates'in 2500 yıl önce, yüzü gibi ürkütücü (tövbe. tövbeee!..) ama ruhu rehabilite eden "Endişelerinizden kurtulmak istiyorsanız, yaşamaktan en çok korktuğunuz şeyin bir gün başınıza geleceğini kabul edin." sözünden habersiz olan coğrafyamız, aslında 'Yok kardeş, o kurtarmaz!' diyorsan. Orhan Baba'dan "Bir teselli ver!" de olabilir... Hazır mıyız? Sadece TSK'yı anlatmakla başlasam bile. Bir kaç konuda minik başlıklar vererek başlıktaki konuya geçeyim müsaadenizle... Modern Türkiye tarihinin ilk darbesi, Mahmut Şevket Paşa'nın 1913'de Bab-ı Ali baskınıyla başladı... Korkmayın! (Darbeler tarihinden bir kaç satır yazdım diye harıl harıl Müslüm Baba'nın 'Yıkıla yıkıla yaşayan benim! ' parçasını aramayı bırakın, asıl mevzuya yaklaştık! ) Velhasıl biz, acılara tutunan, tutunduğu acıların trampleni ile başka boyuta geçen. 1400 yıldır kaderin dahi tarifini yapmayı geciktiren, belki de beceremeyen, kaderci bir milletiz... Kaderi uzaktan kumandalı bir arabaya benzeterek yaşamak, islam coğrafyasının sadece bin yılına mal olmadı! Şarkı sözlerine, genlerimize işleyen bir sosyolojiden bahsediyorum. Oysa, Kuran'ın açık beyanlarına göre Allah kaderi Şura Suresi 30. ayeti ile çok net tarif etmişti; Allah Kuran'da kaderi açıkça "Karar vermek..." olarak açıklıyor. Yani, karar verdiğimiz zaman kaderimiz başlıyordu. Ayetin bu açık hükmüne rağmen Allah'a meydan okumaya yine devam ettiler! İşte bu ayeti, insan iradesine vurulmuş bir kelepçe gibi sunarak, Allah'ın insana verdiği en büyük nimet olan aklı işlevsizleştirerek, insanın hareket kabiliyetini kilitlediler. Ve kaderi anlamamız Allah, zamanın ötesinde. Bizim doğuştan- ölüme kadar ne yapacağımız ya da yapmayacağımızı biliyor ve hepsini önceden yazdı. Bu arada arka fondan bir parça müzik gelmeden yazı okuyamam' diyorsanız... Nerede kalmıştık? Evet, aldığım bilgilere göre son anda bir değişiklik olmazsa, DP Lideri Gültekin Uysal'ın önerisi ile 6'lı masa deprem bölgesinde toplanacak. Daha önce yazılıp çizildiğinin aksine 6'lı masada millet İttifakının Cumhurbaşkanı adayı gündeme dahi gelmeyecek! Sadece deprem başlığı ile bir araya gelecekler. Yazı çok uzadığı için detayları bir sonraki yazıya bıraktım ama İyi parti genel başkanı Meral Akşener'in, Cumhur ya da Millet ittifakı fark etmez.
tarih boyunca tam da bu duyguyla barışık yaşadı.
Üzerine toz değmemiş bilgileri yazmaya geçmeden önce fonda, Ahmet Kaya'nın "Sen benim neler çektiğimi nereden bileceksin!"
şarkısını tavsiye edebilirim.
Buyurun...
O kadar uzar ki.
Sıkılıp, yazıyı yarım bırakır gidersiniz!..
Arkasından 1960-1980 darbeleri derken...
1971 -1997'de hükümetleri istifaya zorlayan örtülü darbeler geldi...
5 muhtırayı da sicillerine ekleyen ordumuz, şimdilik (!) köşelerine çekildiler...
(*15 Temmuz kalkışmasını asker kılıklı hainler yaptığı için tasnif dışı bırakıyorum.)
Osmanlı'yı saymıycam!
Şanlı ve kahramandı ecdadımız ama sadece
lll. Mehmet çoğu bebek 19 kardeşini boğdurarak öldürdüğü için 35. Padişah Mehmed Reşad, kılıç kuşanma merasiminin ardından dedelerinin kabirlerini ziyaret ederken, III. Mehmed'in kabrine "Ben çocuk katilinin kabrini ziyaret etmek istemiyorum." diye gitmedi! Bu da bana göre ecdadın ilk vicdani reddiydi!
Muhtemelen ABD/Almanya yerine, dünyayı bizim yönetmemizi de engelledi!..
Emel Sayın'a "Kader böyleymiş, buymuş alın yazım." şarkısını söyleten, söylerken dinleyicilerin, "Buymuş alın yazım..." nakaratına, başlarını aşağı-yukarı kaldırarak onaylayan toplumsal kabülü anlatmaya çalışıyorum.
Hüzünlü ve pasif teslimiyetin fotoğrafını çekmek istiyorum.
"Başınıza gelecek her felaket, kendi yapıp ettiklerinizin bir ürünüdür. Bununla beraber Allah pek çoğunu bağışlıyor..."
Ne desin daha?
Belagatı yaratan Allah'a belagat ögretmeye çalışıyorlar!
Her karar bir kaderdi ama!
Yanlış kararlarından her zarar gördüklerinde "Ne yapalım, kader böyleymiş!" dediler...
Bu da Allah'a iftiraydı!
Çünkü...
Atalarının sözlerinde sabit kalmışlardı !
Oysa Allah Maide suresi 104. ayetiyle hepimizi uyarmıştı;
“Allah'ın indirdiğine, Peygambere gelin” dendiğinde, 'Atalarımızdan gördüğümüz şey bize yeter' derler. Ya onların ataları hiçbir şey bilmeyen ve doğru yolu bulamayan kimseler ise?.."
Paradoksa bakın!
Meydan okumayı, yine Allah'ın başka bir ayeti En'am, 59.'u öne sürerek yaptılar;
"Gaybın anahtarları Allah’ın yanındadır; başkası onları bilemez. Karada ve denizde ne varsa hepsini O bilir. O’nun bilgisi dışında dalından bir yaprak bile düşmez. O, yerin karanlıkları içindeki bir tek tâneyi, yaş ve kuru ne varsa her şeyi bilir. Bütün bunlar, gerçeği tüm netliği ile gösteren apaçık bir kitapta yer almaktadır."
Kelepçeye kilidi de "Cüz'i irade insanın kendi yaptıklarıyla kaderini belirlemesi, Külli irade ise Allah'ın belirlediği kader" diyerek vurdular.
bilerek- bilmeyerek engellendi.
Elbette her an yaratma halinde olduğu için istediği ilham ve vesile ile istediği kadar dokunur.
Farz edelim ki...
Allah'tan bir dilekte bulunduk ve bu dileğimiz, Allah önceden ne yapacağımız ya da yapmayacağımızı bilerek yazdığı levhi mahfuz'da yok!
Ne yani?
Levhi mahfuz da yok diye, bu dileğimiz olmayacak mı?
Elbette olur, olacak inşallah.
Çünkü...
Allah'ın lütuf ve keremi levhi mahfuzu da aşacak kadar sınırsızdır.
Siler ve yenisini yazar.
Kimin haddine karışmak!
Delil mi?
Rahman Suresi 29. Ayet'e buyurun o zaman...
"O her an yaratma halindedir."
(İçinizden bazılarının "Yakında Kocatepe'ye imam olarak atanırsın artık:)) " şakalarını hissediyorum ama bu satırların yazarının en büyük unvanı sıradan adam olmaktır. Rahat olun!
Sadece Sosyal Bilimler dahil iki yaşamı kuşatan kitapları dikkatli ve sağlama yaparak okumaya meraklıyım!.. )
Muazzez Ersoy'un "Kader diyemezsin, sen kendin ettin..." iyi gelebilir!
Yazıyı uzatınca başlığı bile unuttunuz değil mi?
Haklısınız.
Hatırlatayım...
Başlığı "Masa deprem bölgesinde toplanacak, siyasi depremde Akşener kazanacak!.." diye atmıştım.
Montaigne'nin "Çatabilirsen önce fikirlerime çat, sonra bana." dediği türden iyi bir fikir bu...
Uysal'ı kutlarım.
Masa, depremden zarar görenlere, belediyeleri aracılığıyla neler yapabileceğini...
İktidara gelirlerse, nasıl bir deprem politikası izleyeceklerini...
Kriz masasıyla liderlere sağlıklı bilgi akışı sağlanması konularını görüşecekler.
Büyük depremin siyasi haritayı değiştirme potansiyeline sahip olduğu ortada.
Önümüzdeki seçimin kaybetse bile kazananı olacağını yazabilirim.
Meral Hanımın Erdoğan'ı aramasını sadece siyasi nezaket olarak değerlendirenlere, şimdilik Heraklit'in "Beklenmeyeni bekle! " sözüyle yanıt vermekle yetineceğim!
Dostlar.
Kısmetse yine görüşelim!
TALAT ATİLLA'YI TWITTER'DA TAKİP ET!