CUNTA ANAYASASINDAN DEMOKRATİK SİVİL ANAYASAYA: TAŞLI YOLLAR
Adnan Küçük

 

 

Türkiye’de gündem çok çabuk değişebiliyor. Bir bakmışsın en şiddetli ve gerilimlerin en üst düzeye çıktığı tartışma ortamında, birden farklı bir gündeme geçilebiliyor.

Sözde Cumhurbaşkanı, militan kaymakam, vali, hâkim, beşinci kol faaliyetleri vb. tartışmalarla siyasi gerilimin en üst düzeye çıktığı bir ortamda Cumhurbaşkanı Erdoğan 01.02.2021 günü yapılan kabine toplantısından sonra şu açıklamaları yaptı:

“Belki de şimdi Türkiye’nin tekrar anayasayı tartışmasının vakti gelmiştir. Cumhur İttifakı’ndaki ortağımızla bir anlayış birliğine varmamız halinde önümüzdeki dönemde yeni anayasa için harekete geçebiliriz. Türkiye’de sorunların kaynağının 1960’dan beri darbeciler tarafından yapılan anayasalar olduğu ortadadır. Anayasa çalışması milletin gözü önünde ve tüm temsilcilerinin katılımı ile olmalıdır ve milletin takdirine sunulması gereklidir. Ülkemizin bu fırsatı kaçırmasından üzgünüz”. 

Bu yöndeki açıklamaya, Cumhur İttifakı içinde yer alan MHP’den tam destek geldi. 

Muhalefet partileri de, aslında yeni anayasa yapılması gerektiğine inandıklarını, ancak yapılacak yeni anayasada “güçlendirilmiş parlamenter sistem” yapılanmasına yer verilmesi şartıyla yeni anayasa yapımını destekleyeceklerini belirttiler.

Yeni Anayasa İhtiyacı

Yeni demokratik sivil bir Anayasanın yapılmasına ihtiyaç olduğuna ilişkin hissin varlığı, yeni anayasa yapım süreci açısından çok önemlidir. Çünkü, ihtiyaç hissetmeden bir şey yapılmaz. Nasıl ki, insanlar acıkmadıklarında yemek, susamadıklarında su aramıyorlarsa, yeni anayasa yapılması yönündeki arayışların başarılı olması için de, geniş toplumsal ve siyasi kesimlerin yeni anayasanın yapılmasına zaruri bir ihtiyacın olduğuna inanmaları gerekir.

Partiler adına yapılan açıklamalara bakıldığında, aslında tüm partilerin, yeni anayasa yapılmasına zaruri derecede ihtiyaç olduğu yönünde açıklamalar yaptıkları görülmektedir. 

Peki yeni Anayasaya niçin ihtiyaç duyulmaktadır, mevcut anayasa revize edilerek yola devam edilemez mi? şeklindeki bazı sorular ilk elde akıllara takılmaktadır. 

Bu sorulara cevap olarak, üç gerekçe ile yeni Anayasanın yapılmasının mutlaka zaruri olduğu söylenebilir.

Birincisi, 1982 Anayasası “darbecilerin yaptıkları bir anayasa” olma vasfını hala sürdürüyor. Burada asıl mesele, sadece bu Anayasanın, kendisini yapan iradeye bağlı olarak “darbecilerin Anayasası” olması vasfını sürdürmesi değildir. Bu anayasadaki vesayetçi otoriter ruh hala devam etmektedir. Bu ruh sona ermedikçe, demokrasi hayata geçirilemez.

Başlangıç kısmından son maddeye kadar birçok anayasal hüküm burada yaptığımız belirlemenin delilini teşkil etmektedir. Anayasanın Başlangıç kısmındaki “milliyetçilik”, “medeniyetçilik”, “Türkiye Cumhuriyeti’nin refahı, maddi ve manevi mutluluğu”, “çağdaş medeniyet düzeyi”, “milli menfaat”, “tarihi ve manevi değer”, “milli gurur ve iftihar”, “milli sevinç ve keder”, “milli kültür”, “medeniyet” vb. ANAYASAL kavram özelliğine sahip olmayan çok sayıda -bir kısmı ideolojik içeriğe sahip- kavramlar, anayasaya ruhunu vermeye devam etmektedir. Bu kavramlar, toplum bilimi ve siyaset sosyolojisinde çok önemli ve makbul olarak kabul edilebilirler. Fakat bunlar, hem anayasal kavramlar değildir, hem de tamamen belirginlikten uzak kavramlardır. Matematik, fizik vb. kitaplarda yer alan çeşitli formüllerin Tarih, Edebiyat vb. ders kitaplarında yer almaları ne kadar yersiz ise, bu kavramların Anayasada yer almaları da o kadar yersizdir. Nitekim uygulamada, bazı hak ve hürriyetin aşırı şekilde sınırlandırılması burada sözü edilen soyut kavramlara dayandırılmıştır. 

İkincisi, 1982 Anayasası günümüze kadar 19 kere değiştirildi. İlk değişiklik 1987’de, son değişiklik 2017’de yapıldı. Bu Anayasanın yapılmasını takip eden günlerden itibaren yeni Anayasa yapılması yönünde sürekli çabalar ve söylemler olmuştur. 1990’lı yılların başlarında bu yönde ilk teşebbüs gerçekleşti; Mecliste grubu bulunan partiler, Meclis Başkanlığına yeni anayasa taslakları sundular. Ama bu çabalardan olumlu bir sonuç ortaya çıkmadı.

İkinci önemli çaba 2007 yılında gerçekleşti. AK Parti, Prof. Dr. Ergun Özbudun, Prof. Dr. Levent Köker, Prof. Dr. Yavuz Atar, Prof. Dr. Fazıl Hüsnü Erdem, Doç. Dr. Zühtü Arslan (şimdi Profesör) ve Doç. Dr. Serap Yazıcı’dan (şimdi Profesör) teşekkül eden Bilim heyetine bir Anayasa taslağı hazırlattı. Ama, bu teşebbüsün de arkası gelmedi.

2012-2014 yılları arasında TBMM’de, grubu bulunan partilerin (AK Parti, CHP, MHP ve HDP) eşit (üçer üye) sayıda milletvekili ile katıldıkları bir Anayasa Uzlaşma Komisyonu oluşturuldu. Bu Komisyon takriben 25 ay çalıştı. 60 madde üzerinde mutabakat sağlandı. Fakat AK Parti’nin başkanlık sistemini öngören öneriyi getirmesi üzerine görüşmeler kitlendi, muhalefet partili üyeler bu öneriyi reddettiler ve Komisyon dağıldı. Belki de şimdiye kadar yeni anayasanın yapılması yönünde gerçekleştirilen en somut çaba bu idi. Ama bu çaba da başarısız kaldı. Bu başarısızlıkta, Anayasada yer alacak her bir madde üzerinde uzlaşının sağlanabilmesi için “oy birliği” şartının aranmış olmasının etkili olduğu söylenebilir. 

Mevcut TBMM Başkanı Prof. Dr. Mustafa Şentop, Uzlaşma Komisyonu çalışmalarına üye sıfatıyla katılmakta idi. Şentop, bu çalışmaların akim kalmasını şu ifadelerle belirtmiştir: 

“Komisyon yeni Anayasa yapımı için bir araç olmaktan çıktı, bir engel haline geldi”. Bu değerlendirmenin temel gerekçesi “uzlaşı için oybirliği” şartının aranmasıdır.

1982 Anayasasını nicelik ve nitelik olarak en kapsamlı bir şekilde etkileyen 2017 Anayasa değişikliğidir. Halkoylamasında %51,41 çoğunlukla kabul edilen ve 18 maddeden oluşan bu Anayasa değişikliğinden Anayasanın 69 maddesi değişen ölçülerde etkilendi, 21 madde yürürlükten kalktı. Anayasanın toplam madde sayısı önce 177’den 176’ya (1995 yılında), sonra 175’e (2004 yılında), 2017 Anayasa değişikliği ile de 154’e düştü. Bu değişiklikle parlamenter sistemden başkanlık (Cumhurbaşkanlığı) sistemine geçilmiş oldu.

Bütün bu değişiklikler neticesinde 1982 Anayasasının bütünlüğü kalmadı. Tabiri caizse “yamalı bohça”ya döndü. Anayasada birbiri ile çelişen hükümler ortaya çıktı. 

Mesela, Anayasanın 105. maddesinde, “Cumhurbaşkanı hakkında, bir suç işlediği iddiasıyla …Yüce Divana sevk kararı verilebilir” denilerek, Cumhurbaşkanının görevi ile alakalı olsun ya da olmasın herhangi bir suç işlemiş olması Yüce Divana sevk için yeterli görülürken, Anayasanın 148. maddesinde AYM’nin Cumhurbaşkanını, görevi ile ilgili suçlardan dolayı Yüce Divan sıfatıyla yargılayacağından söz edilmektedir. Farklı maddelerde yer alan bu iki hüküm arasında esaslı çelişkiler mevcuttur.

Bazı maddelerin içerisinde de çelişkili ifadeler vardır. Anayasanın 76/2. maddesinde “taksirli suçlar hariç toplam 1 yıl veya daha fazla hapis cezasına hüküm giyenler milletvekili seçilemez” denilerek, taksirli suçlardan hüküm giymenin milletvekili seçilmeye mâni olmadığı belirtilirken, aynı maddede “kısıtlı olma”nın milletvekili seçilmeye mâni olduğu belirtiliyor. Medeni Kanun’un 407. maddesinde “1 yıl veya daha uzun süreli özgürlüğü bağlayıcı bir cezaya mahkûm olan her ergin kısıtlanır” denilerek, taksirli suçlardan 1 yıl ve üzeri hapis cezasına mahkûm olanların kısıtlanarak milletvekili seçilme yolu kapatılmıştır.

Anayasadaki kavramlarla sonraki yıllarda yapılan kanunlardaki kavramlar arasında ciddi kopukluklar meydana gelmiştir. Anayasanın 76. maddesinde milletvekili seçilemeye mâni haller arasında “kamu hizmetinden yasaklılık”, “En az ilkokul mezunu olmamak”, “ağır hapis cezasına hüküm giymiş olmak” da sayılmaktadır. Oysa yeni Türk Ceza Kanunu’nda “kamu hizmetinden yasaklılık” şeklinde bir suç ve “ağır hapis cezası” yaptırımı yer almamaktadır. 05.01.1961 Tarih ve 222 Sayılı İlköğretim ve Eğitim Kanununda geçen “İlkokul” ve “ortaokul” ibareleri, 16.08.1997 tarih 4306 sayılı Kanununla “İlköğretim okulu” olarak değiştirilmiştir (md. 8). Artık 222. Sayılı kanunda “ilkokul” ifadesi yer almamaktadır. Ama, Anayasada “ilkokul” kelimesi hala varlığını sürdürüyor. 

Temel hak ve hürriyetlere ilişkin hükümlerin dokusunda da bozulmalar meydana geldi. Bir örnek vermek gerekirse, “seyahat hürriyeti”, 2001 Anayasa değişikliği öncesine göre, hem 13. maddede belirtilen genel sınırlama sebepleriyle (Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğü, millî egemenlik, Cumhuriyet, milli güvenlik, kamu düzeni, genel asayiş, kamu yararı, genel ahlâk ve genel sağlık), hem de Anayasanın 23. maddesin öngörülen özel sebeplerle (suç soruşturma ve kovuşturması ve suç işlenmesini önlemek) sınırlandırılabilir. Anayasanın 13. maddesinin ilk metninde seyahat hürriyetinin “genel sağlık” sebebiyle sınırlandırılması mümkündü. 2001 Anayasa değişikliğiyle 13. maddedeki genel sınırlama sebepleri kaldırıldı, temel hak ve hürriyetlerin sadece “Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak” sınırlandırılması esası benimsendi. Bu değişikliğe göre, “seyahat hürriyeti”, sadece 23. maddede belirtilen “suç soruşturma ve kovuşturması sebebiyle ve suç işlenmesini önlemek” sebebiyle sınırlandırılabilir. Bu durumda, seyahat hürriyetinin “genel sağlık” sebebiyle sınırlandırılması anayasaya aykırıdır. Bu sebeple, “korona salgını” döneminde uygulanan “sokağa çıkma ve şehirlerarası seyahat yasakları”, “genel sağlığın korunması” şeklindeki sınırlama sebebinin yer almadığı 23. maddeye aykırıdır.

Bunlar ilk elde akla gelen çelişkilerdir. Anayasanın, hem kendi hükümleri içerisinde, hem de kanunlarla Anayasa arasında var olan kopukluklar, bu Anayasanın ne kadar yetersiz, tutarsız ve tamamen bütünlükten uzak hale geldiğini göstermektedir.

Cumhurbaşkanı Erdoğan bu konuda şunu söylemiştir: “Değiştirile değiştirile iç bütünlüğünü ve tutarlılığını kaybeden bu anayasayı bir kenara bırakıp yeni sivil bir anayasa üzerinde çalışmak, Türkiye’nin önünde 2053’e kadar uzanacak engin ufuklar açacaktır”.

Üçüncüsü son anayasa değişikliği ile parlamenter hükümet sistemi terk edilerek başkanlık sistemine geçildi. Kısaca, parlamenter hükümet sistemi mantığıyla hazırlanan bu Anayasaya başkanlık modeli monte edildi. Bu işlemle, Anayasadaki hükümet sistemine ilişkin hükümlerle diğer hükümler arasında kopukluklar ve doku uyuşmazlıkları ortaya çıktı.

Bütün bunlar, yeni bir Anayasanın yapılmasını zaruri derecede gerekli kılmaktadır.

Yeni Anayasa Nasıl Yapılmalı

Yeni demokratik sivil Anayasanın yapımı sürecinde tüm siyasi aktörlerin rol alması önem arz etmektedir. Sadece belli kesimlerin iştiraki ile yapılacak bir Anayasanın toplumun bütününü kapsayan ve bütününün sahipleneceği bir Anayasa metni olamaz. 

Cumhurbaşkanı Erdoğan da bu konuya ilişkin şu açıklamaları yapmıştır: “Elbette böylesine kapsamlı bir çalışma, ülkedeki tüm kesimlerin içinde yer almasıyla anlamlı hale gelecektir. Süreci sabote etmek yerine, olumlu katkıda bulunmak isteyen tüm grupları, herkesi yeni anayasa çalışmalarının içinde görmek istiyoruz”. TBMM Başkanı Prof Dr. Mustafa Şentop da “Meclis'teki tüm partilerin bu tartışmanın içinde olması doğru olacaktır” demiştir.

Diğer yandan, Mecliste temsil olunan partilerde yeni bir Anayasanın yapılmasının mutlaka gerekli olduğu konusunda sahici bir inanç ve kanaatin de var olması gerekir. “Yeni Anayasa yapmak istiyormuş” gibi görünenlerin sayısı arttıkça, yeni bir Anayasa yapılamaz.

Yeni anayasanın yapılması konusunda bazı partilerin kapsamı “kırmızı çizgileri”nin olması, yeni anayasa yapımını zorlaştıran bir diğer etkendir. Bunu zor da olsa aşabilmenin yolunu aşağıda izah edeceğim. 

Cumhur İttifakının Başkanlık (Cumhurbaşkanlığı) hükümet sistemi konusunda katı bir şekilde ısrarlı olacağı görülmektedir. Nitekim Erdoğan bu konuda şu açıklamayı yapmıştır: 

“Bu Anayasa, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi başta olmak üzere ülkemize kazandırdığımız tarihi atılımların üzerinde inşa edilecektir”. 

Millet İttifakının da “güçlendirilmiş parlamenter sistem” konusunda katı bir şekilde ısrarlı olacakları, yapılan açıklamalardan anlaşılmaktadır. 

Her iki tarafın da bu konuda kendi önerilerinde çok katı oldukları görülmektedir. Tarafların üzerinde uzlaşamayacakları daha başka konular da muhtemelen olabilecektir.

Belki de yeni anayasa yapımını en çok zorlaştıracak konu hükümet sistemi olacaktır.

“Peki bu zorlukları aşmanın yolu var mıdır”? şeklinde bir soru akla takılmaktadır.

Şayet taraflar, yeni demokratik sivil anayasanın yapılması konusunda, insanların hava ve suya ihtiyaç duydukları düzeyde ihtiyaç duyuyorlarsa ve halkın çoğunluğunun iradesi bağlamında demokrasiye inanıyorlarsa, bu sorun aşılabilir. Şöyle ki:

2012-2014 yıllarında yeni Anayasa yapılmasına ilişkin yürütülen çalışmalarda kabul edilen yöntem terk edilerek yeni bir yöntem belirlenmelidir. Bu yeni yöntem şöyle olmalıdır.

Her şeyden önce yeni Anayasa taslak metninin hazırlanmasına yönelik çalışmalar TBMM bünyesinde oluşturulacak bir komisyon (Anayasa Uzlaşma Komisyonu) yoluyla oluşturulmalıdır. Meclis harici çalışmaların başarılı olma şansı zayıftır.

TBMM bünyesinde oluşturulan Anayasa Uzlaşma Komisyonu’na, TBMM’de grubu bulunan partiler, eşit sayıda değil, TBMM’deki üye sayıları oranında temsilci göndermelidir.

Bir madde üzerinde mutabakat sağlanmasında ölçüt olarak “oybirliği” değil, Komisyon üyelerinin üçte iki, beşte üç gibi nitelikli çoğunluğun sağlanması şartı aranmalıdır. Bu usulün benimsenmesi neticesinde, bir yandan oybirliği şartının aranması şeklindeki imkansıza yakın zorluğun aşılması kolaylaşacak, diğer yandan da tarafların bir şekilde uzlaşmaları teşvik edilmiş olacaktır.

TBMM’de grubu bulunmayan partilerden tek başına ya da birleşerek belli bir oy oranına (%1, 2, 3 vb. olabilir) sahip olanlara Komisyona, oy hakkına sahip olmaksızın gözlemci olarak katılma ve görüşlerini beyan etme imkânı tanınmalıdır.

Ayrıca, Uzlaşma Komisyonunda ilgili akademisyenlerden ve sivil toplum örgütlerinin temsilcilerinden de destekleyici olarak faydalanılmalıdır. 

Bu şartlarda muhtemelen bazı maddeler üzerinde uzlaşılacak, bazı maddeler de uzlaşma harici kalacaktır. Önce, üzerinde uzlaşılan bütün maddeler bir paket olarak TBMM’de kabul edildikten sonra halkoyuna sunulmalı. Bu maddelerin TBMM’de ve halkoylamasında kabul edilmesi halinde ikinci aşamaya geçilmelidir.

İkinci aşamada, üzerinde anlaşılamayan hükümler iki paket halinde hazırlanmalı ve birlikte halkoyuna sunulmalıdır. Seçmenler halkoylamasında oy verirken, evet-hayır şeklinde değil de, birinci (A) ve ikinci (B) paketlerinden herhangi birine oy vermek şeklinde oyunu kullanmalıdır. Bu şekilde yapılacak ikinci halkoylaması ile kabul edilen metin, ilk kabul edilen metne eklenerek Anayasanın yapılması süreci tamamlanmış olacaktır.

Nitekim benzer bir uygulama 1993 yılında Brezilya’da yaşandı. Bu ülkede Anayasaya konulan bir geçici madde ile hükümet sisteminin belirlenmesi konusunda referandum yapılması öngörüldü. Bu hüküm uyarınca “hükümet sistemi, parlamenter sistem mi, yoksa başkanlık sistemi mi olsun” şeklinde bir referandum yapıldı. Yapılan bu referandumda, hükümet sisteminin “başkanlık sistemi” olması yönünde bir sonuç ortaya çıktı( ).

Burada halkın sağduyusuna ve iradesine güvenmekten başka bir çıkar yol yoktur. Aksi halde halktan korkarak Anayasa yapımına yanaşmamak, hem anayasa yapımı konusundaki samimiyetsizliği, hem de demokrasiye ve halkın iradesine olan inançsızlığı ortaya koyacaktır.

Bu yol zor, taşlı ve dikenli görünüyor. Fakat, taraflar hakikaten halkın çoğunluğunun iradesine ve demokrasiye mutlak olarak inanıyorlarsa ve yeni bir anayasanın yapılmasına hava ve su kadar ihtiyaç duyuyorlarsa, aşılmayacak hiçbir sorun ve uyuşmazlık yoktur. Amerika’da, kurucu babaların, kurucu Anayasanın yapımı konusunda ortaya koydukları inanç ve kararlı çabaları neticesinde nasıl çok derin ihtilaflar aşıldı ise ülkemizde de benzer şekilde bir uzlaşıya ulaşılabilir. Yeter ki Amerika’daki kurucu babalarda olan Anayasa yapma inancı ve iradesi ülkemizdeki siyasi partilerde ve tabanlarında da mevcut olsun. 

Esasen 1961 Anayasasının yapılmasında, 27 Mayıs cunta yönetimi ile bütünlük içerisinde baskın olarak CHP’nin iradesi etkili olmuştur. Bu vesileyle bu Anayasanın sahibinin 27 Mayıs cuntacıları ile CHP olduğu söylenebilir. Bu sebepledir ki, CHP’nin 1961 Anayasasından hiçbir şikâyeti olmadı. Hatta CHP’lilere ve sol akademisyenlere göre, Türkiye’nin ilk ve tek LİBERAL ANAYASASI 1961 Anayasası idi.

1982 Anayasasının yapımında ise hiçbir siyasi parti rol almamıştır. Bu sebeple 1982 Anayasasının bir tek sahibi vardır, o da 12 Eylül Cunta yönetimidir. Hiçbir demokratik siyasi irade bu anayasanın yapımında rol almış değildir. Bu sebeple bütün toplumsal ve siyasi kesimler, 1982 Anayasasından şikâyet etmişler ve bu Anayasanın Türkiye’nin en otoriter anayasası olduğu belirmişlerdir.

Ama aslında vesayetçi ruhu temsil etmek noktasından 1961 ve 1982 Anayasalarının birbirlerinden pek fazla bir farkı yoktur. Nitekim 1961 Anayasası uygulamalarında, seçilen üç Cumhurbaşkanının da GENERAL olması sebebiyle vesayetçi yapı tam etkili olmuştur. 1982 Anayasası döneminde de vesayetçi uygulamalar 28 Şubat döneminde tavan yapmıştır.

Artık yeni demokratik sivil bir anayasanın demokratik asli kurucu iktidarın sahibi olan “halk” tarafından yapılması zamanı geldi. Halkın temsilcilerinin (mevcut TBMM) kabul edeceği yeni Anayasa metninin halkoylaması yoluyla kabul edilmesi neticesinde, bu Anayasa, “toplumsal sözleşme” manası ile uyumlu hale gelmiş olacaktır. 

Bu şekilde kabul edilen bir anayasa, halkın serbest iradesi ile bütünleşmiş olacaktır. Bu şekilde hem anayasa ile bütünleşen demokratik cumhuriyet halkın bağrında kökleşmiş, hem anayasal istikrar ve anayasal bütünlük sağlanmış, hem de artık vesayetçi güçler bu yolla büyük ölçüde geriletilmiş olacaktır.



Sayfa Adresi: http://www.turktime.com/yazar/cunta-anayasasindan-demokratik-sivil-anayasaya-tasli-yollar/6581