DİNİN AYRIŞTIRICI DÖNEMİ
Bülent Kuşoğlu

Düşünün lütfen; Cuma namazı için Müslüman vatandaşlar camide toplanmış, huşu içinde bir araya gelmişler, ancak Cuma vaazı veya hutbe sırasında tartışma çıkıyor ve bazıları namazı beklemeden protesto ederek kalkıp gidiyorlar. İbadet için bir araya gelen müslümanların cami içinde kavga etmelerine neredeyse ramak kalıyor.  

Bu inanılmaz durum 30 Ağustos Cuma günü bazı camilerimizde yaşandı. 30 Ağustos günü hutbe ve vaazda Büyük Taarruz’dan, Atatürk’ten ve Kurtuluş Savaşı şehitlerinden bahsetmeyen imamların olduğu bazı yerlerde tartışmalar yaşandı. İster ümmet, ister millet, ister toplum deyin ama sonuçta kalben bölünmemiz, ruhen ayrışmamız gittikçe keskinleşiyor. “Onlar Müslümansa ben değilim” diyenlerimiz her iki cenahta da gittikçe artıyor. Aslında 30 Ağustos’ta yaşanan bu durumlar 15 Temmuz yıl dönümlerinde vaazda siyasi ölçüyü kaçıran bir çok imamın camisinde de yaşanıyor ve yaşanacak… 

Gerginliğin kökeni dini bir konu değil, aslında siyasi. Ancak, yine de toplumun din anlayışı, daha doğrusu İslam ve yaşam anlayışı gittikçe farklılaşıyor dememiz yanlış olmaz. Bu farklılık hemen her alanda ortaya çıkıyor. Günlük yaşantımız, iş yaşantımız veya daha farklı bir ifade ile hayatlarımız farklılaşıyor… 

“Keşke Yunan kazansaydı” diyebilen bir kitle önderinden sonra geçen hafta bir başka kanaat önderi yazar, “Avrupanın atası Romayı Anadoludan kovmuş bir millet. Niğboluda, Kosovada, Varnada Birleşik Avrupanın kara ordularını, Prevezede donanmasını yenip Avrupanın başkenti İstanbulu fetheden bir millet. ‘Dünkü vilayetim Yunanı yendim’ diye bayram yapıyor. Kutlu olsun bari!”?diye Büyük Taarruz’u küçümseyerek twit atabiliyor. Kurucuları arasında Cumhurbaşkanı Erdoğan veya eski TBMM Başkanı Kahraman’ın olduğu bir vakfın şubesi ise gazetelere “Farkındayız” başlıklı şöyle bir ilan verebiliyor; “Son 100 yıldır ise bizi Anadolu’dan tamamen sürüp çıkarmak yerine ‘bizi bizlikten’ çıkarmanın daha kolay ve işe yarar olacağını düşündükleri için bir milleti millet yapan ne varsa hepsini iptal edip, yerine batının değer ve kurumlarını cebir ve şiddetle enjekte ettiklerinin farkındayız. Her şeye rağmen, milli ve yerli unsurların çaba ve gayretlerinin kaos ve darbelerle engellenerek, milletimizin kendisine biçilen dar gömleği çıkarıp atma mücadelesinin defalarca engellendiğinin veya geciktirildiğinin farkındayız. Lozan’da, 12 Adaları ve Misak-ı Milli sınırlarımızı elimizden alıp, üstüne üstlük bunu zafer diye bize dayattıklarının da farkındayız. İlerici gerici, sağcı solcu, Alevi Sünni, Türk Kürt fitnesi ile bizi yıllarca meşgul edip, içimizde derin yaralar açtıklarının da farkındayız. Çok partili sisteme geçtiğimizden beri, ortalama 1.2 yılda bir kurulup yıkılan hükümetlerle bizi oyaladıklarının farkındayız”  

Buna karşın devleti mevcut iktidarla bir tutan bir kitle de tepki olarak nerede ise ülkenin başarısız olmasını isteyebilecek hale gelebiliyor. Bazen milli takımın yenilmesi, bazen iktidarca yaptırılan havaalanın yağışta kullanılmaz hale gelmesi, bazen terörün artması bazılarını memnun edebiliyor. Çünkü, kutuplaşma çok derin… 

Benim görüşüm belli; ben Osmanlı’nın torunları olduğumuzu inkar etmem, gurur duyarım ama Atatürk’ün, atalarımla birlikte Yunan’ı yenmesini de asla küçümsemem. Yunan’ın arkasında emperyalizmin olduğunu iyi bilirim. Aslında yendiğimizin 7 düvel olduğunu gayet iyi bilirim. Cumhuriyet’i İslamcılıkları nedeniyle kötüleyenlerin iktidarından önce İslamın en seviyeli ve Müslümanın en saygın yaşatıldığı ülkenin Türkiye olduğunu da gayet iyi bilirim. Beni Müslümanlığımı kullanarak kimsenin kandırmasına müsaade etmem. Kendi ülkeme, devletime, dinime, kültürüme veya hiçbir değerime düşman olmam. Ben yabancı marka otomobile binerken rahatsızlık duyarım ama Beethoven ve Dede Efendi dinlerken mutlu olurum. Kompleksim yoktur. Geçmişte İslam uygarlığının Yunan ve Latin kültürü öğrenildikten sonra oluştuğunu bilenlerdenim. Arıca ben İslamın siyasi değil imani olması için gayret edenlerdenim… 

Hemen konu ile ilgili olarak Erdoğan’ı veya iktidarı suçlamak istemiyorum. Konu sosyolojik. Günün birinde böyle bir sorunla karşılaşacaktık. Örneğin, Avrupa, din savaşlarını yaşamış, aynı millet içinde farklı mezhepler ortaya çıkmış. İngiltere ve Almanya bu sorunu yaşayan ülkeler. İngiltere hala İrlanda sorununa bağlı olarak bu sıkıntıları yaşamaya devam ediyor. Ancak Avrupalılar sorunu ülkelerini bölmeden, toplum olarak yok olmadan aşmayı önemli ölçüde başardılar. Biz ne olacağız, nasıl başaracağız? 

Bir de konunun sosyolojik boyutu dışında küresel bir mühendislik projesi olma boyutu var. Türk halkı ve Müslümanlar camilerde birbirleriyle tartışmaya başlamadan önceki hedef aslında Türkiye’yi alevi-sünni, Türk-Kürt olarak bölmekti. Hedef cami cemaatini tartıştırmak veya bölmek değildi. 30 Ağustos’ta ortaya çıkan bu durum iyi olarak nitelendirilecek bir durum değil ama birilerinin hedefinin de gerçekleşmediğini gösteren bir durum. Çünkü, Atatürk’e cami cemaatinin sahip çıkması demek aynı zamanda alevi-sünni veya Türk-Kürt ayrışmasının başarısız olması da demek. 

Sorum şu;  

Devlet bu sorunun farkında mı? 

Farkında ise doğru çözümü ortaya koyabilecek mi?    

 



Sayfa Adresi: http://www.turktime.com/yazar/dinin-ayristirici-donemi/6170