Atatürk’ün sofrası… Erdoğan ve Gül… Bir de Akşener!
Talat Atilla


 
Abdullah Gül etliye sütlüye pek karışmayan, uygun zamanı bekleyen, anahtar teslimi makamları seven bir devlet adamı.

İçindeki fırtınaları pek göstermediği için, mülayim algısı vardır.

Gece uykuya yatmadan önce, “Kime kötülük yapsam acaba?” diye düşünen bir devlet adamı değildir ama, “Kime iyilik yapsam! “ diye de uykularını da kaçırmaz…
Ürkektir.
 


Bir dere dile gelse ve Gül'e, "Buyur geç!" dese... 
 
Gül'ün derenin dibini görmesi de yetmez, dereye girmeden önce suyun ısınmasını da bekler...
 Sonra ancak bileklerine kadar ayağını suya sokar.
Belki!

 
İşte bu Abdullah Gül’ü; zemheri ayazda, üstelik çivileme suya atlaması için motive edenlerin bir miktar mesafe aldığı görülüyor.
 
(Gül’ün dar bir çevresi var; Eski TMSF Başkanı Ahmet Ertürk, Osman Çangal ve Sedat Bozkurt gibi…)
 
ESKİ HABERİN YENİSİ OLMAZ!
 
Gül’ün Cumhurbaşkanı adayı olmak istediğini flaş başlığı ile geçiyor bazı yazarlar.
 
Bu eski bir flaş!
 
Ayıptır söylemesi; Bu satırların yazarı 4 ağustos 2016 tarihinde kanıtlarıyla yazmıştı. Üzgünüm geç kaldınız!
 
(http://www.turktime.com/yazar/gul-bombasi/14195/)
 
Gül meselesi biraz karışık.
 
Bir kişi istediği makama aday olamaz mı? Bunun neresi ihanet?” diyenlerle…
 
Erdoğan’ın sinerjisi ile genel başkan, başbakan, Cumhurbaşkanı oldu. Erdoğan istemeseydi bu makamlara gelemezdi. Bunun adı nankörlük!” diyenlerin çatışması var.
 
Bombanın fitili; Gül’ün son çıkan KHK’yı eleştirmesi üzerine, Erdoğan’ın, “Yazıklar olsun” kelimesi ile ateşlendi.


 
Doğrusu Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, “Yazıklar olsun” kelimesi biraz sert oldu ama ona bu kelimeyi söyletecek bilmediğimiz veriler nedir bunları bilmeden çok sağlıklı yorum yapmak zor.
 
ATATÜRK SOFRADA DİLLERİ ÇÖZERDİ!
 

 
Sizi Atatürk’ün sofrasına götürerek meramımı anlatayım;
Atatürk Çankaya Köşkü’nde yemekli-rakılı sohbetler yapardı.
 
Gizli-saklı değil, aleni…
 
Falih Rıfkı Atay’ın anılarına göre Atatürk’ün sofrası yalnızca Çankaya’da değil; Florya Deniz Köşkü, Dolmabahçe ve Yalova’daki Köşkte de kurulurdu.
 
Milletimden bir şey saklamam” diyerek…
Sanılanın aksine Atatürk sürekli içerek zevk-ü sefa için yapmazdı bu yemekli toplantıları.
 
Yalnızca dostunu değil, düşmanını da çağırırdı.
Savaş ve kritik günlerde Atatürk hiç içmezdi. Diğer günler rakısından küçük bir yudum alır, meyveye hiç dokunmaz, çerezi bitirirdi.
 
Günde 3 paket sigara, 15 kahve içen Atatürk; Kılıç Ali’nin aktardığına göre sofrada eğri duran çatal bıçağı bizzat düzeltir, ondan sonra sofraya otururdu.
 
Akşam yemeği Atatürk’ün; meşe fırında hafif sararmış, dinlenmiş rakıyı havaya kaldırması ile başlardı.
 
Havaya kaldırdığı rakıyı bazen hiç içmez, bazen birkaç yudum alır bırakırdı.
 
Sarı leblebiyi fırınlanmış severdi.
 
Yoğurt, limonlu fava, üstüne zeytinyağı gezdirilmiş haşlanmış kuşkonmaz da masadan eksik olmayan mezeler arasındaydı.

Degerli okurlar Atatürk enginarı hiç yemedi! Hastalığının ilerlediği bir dönemde bu sebzenin karaciğere iyi geldiğini öğrenince pişirilmesini istedi. Ama bu siparişten kısa bir süre sonra komaya girdiği için enginarın tadını hiç öğrenemedi Atatürk…
 
Sabah 5’ten önce yatağa girmediği için sabahın ilk ışıklarına kadar sohbetler sürerdi.
 
Kendisine az, konuklarına çok rakı ikram eden Atatürk, gecenin ilerleyen saatlerinde konuklarının dilini çözerdi.
Kravatlar gevşetilir, ceketler çıkınca;
 
Ağızdaki baklalar da masaya dökülür, Atatürk notlarını alırdı.
 
Kim dost, kim düşman!
 
Hepsini çözerdi…
 
Sizi Atatürk’ün sofrasına taşımamın nedeni;
 
Erdoğan’ın, “Yazıklar olsun” sözlerini duyunca, acaba dedim;
 
Erdoğan, bu sözü söylemeseydi de, varsa etekteki taşların dökülmesini mi bekleseydi!
 
50 artı 1…
 
Bu barajı aşmak için dışarıda olduğu gibi içeride de iktidara yönelik tereddüt izhar edenleri kazanmak için biraz daha çaba harcanabilir miydi?
 
İktidar cephesinin elini güçlendiren en önemli argüman;
 
Dışarıda ve içeride Erdoğan’a yönelik saldırılarda Abdullah Gül’ün derin sessizliği!
 
İsviçre’de alnına silah dayanmış Erdoğan fotoğrafına da sessiz kalmıştı Gül..
 
Belli ki bir birikmişlik, bir hayal kırıklığı var Erdoğan’ın…
 
Erdoğan kendisini haklı gördüğü anda gözü kararıyor, dengeleri çöp kutusuna attıran işte bu haklılığına çok inanma güdüsü…
 
Siyasetin yazılı olmayan kuralları bize temkini fısıldarken, Erdoğan’ı coşturuyor.
 
Erdoğan’ı diğer liderlerden ayıran da bu özelliği sanırım.
 
 
AKŞENER’İN SİYASETİ
 


İyi Parti Genel Başkanı Meral Akşener; konuşması, beden dilini senkronize kullanması gibi özellikleri ile başarma potansiyelini bünyesinde barındıran bir siyasetçi.
 
Biraz teatral bir yanı da olsa halkı etkileyebiliyor.
 
Üstelik konjonktür olarak da şanslı.
 
Partiyi kurarken belki yeterli zamanı olmadığından olsa gerek büyük isimler bulamadı ya da getiremedi.
 
Dr. Aytun Çıray’ın partiye geçmesi, partinin merkez iddiasını sürdürmesini sağladı ama kurulmadan önceki o yüksek hava yok.
 
Akşener’in kafasının karışık olduğunu düşünüyorum.
 
Henüz siyaset yapma pratiğinin ana kolonlarını üslubuna ve partisine yerleştiremedi.
 
Başka konular da var.
 
Ümit Özdağ gibi isimler partide adeta kayboldu.
 
Erdoğan’ın partiyi muhatap alması tek kriterse, geçmiş olsun!
 
Hadi diyelim ki; bir ölçüde sokağı dalgalandırmak için Erdoğan’ın partiyi muhatap alması önemli…
 
İyi de çok kırıcı bir söz söylemeden bu mümkün değil!
Kırarak muhalefet iyi bir seçenek mi?
 
Akşener’in Erdoğan’la direkten dönen bir siyaset beraberliği ve eski hukuku  sertleşmenin önündeki en önemli psikolojik bariyerler...
 
İyi Parti vasatı aşmak istiyorsa, politik yol haritasını hiçbir argümana sıkışmadan sağlamalı.
 
Yoksa, iyi bir gelecekleri olmayabilir!



Sayfa Adresi: http://www.turktime.com/yazar/ataturk-un-sofrasi-erdogan-ve-gul-bir-de-aksener/5635