Üst Akılın Himayesinde Bakan ve Milletvekili Olmak!
Bülent Kuşoğlu

Bilirsiniz, bazen insan moralsiz olur, kendini gereksiz hisseder, yaptıklarının bir anlamı olmadığını düşünür. Çok olumsuz ve tehlikeli depresif bir duygudur. Milletvekilleri işlevleriyle ilgili olarak böyle bir dönem yaşıyorlar diye düşünüyorum. Yasama organı olan TBMM, ülkeyi idare eden organ değildir ama fikri sorulan, sorgulayan, denetim yapan organdır. Yürütme erkinde olanlar kadar olmasa bile yasama erki üyeleri de güç kullanmaktan haz duyarlar. Ancak dediğim gibi TBMM üyeleri şimdilerde bu hazzı yaşamanın dibindeler. Türkiye, tarihinin çok kritik bir dönemini yaşıyor ama milletvekillerinin özellikle de iktidar milletvekillerinin olayların gelişimi, sorunların çözümü konusunda bilgileri yok, görüşleri alınmıyor, etkileri yok. Çıkması gereken kanunlar konusunda bile esameleri okunmuyor. Moralsiz ve depresifler…
Bu durum yalnız milletvekilleri için geçerli değil ki. Bakanlar için de benzeri bir durum var. Çıkacak kanunlar, yapılması gereken işler, çoğu zaman bakanların inisiyatifinde değil. Bakanların da benzeri bir şekilde işe yaramazlık, gerekeni görüp de yapamama halet i ruhiyesi içerisinde ve moralsiz olduklarını tahmin ediyorum.
Ne demek mi istiyorum?
Meclis ve Hükümetin üstünde bir üst akıl var demek istiyorum.
Moralsiz ve depresif olmanın tek sebebi bu değil ama Saray belirliyor her şeyi…
Son zamanlardaki Türkiye Varlık Fonu’unun kurulması ve çalışmasından tutunda servet ve vergi affı kanununa kadar hemen her şeyi belirleyen Saray. Saray yani Cumhurbaşkanı Erdoğan ve ekibi… Sadece çıkarılması gereken kanunları değil, iç ve dış politikayı da belirleyen her türlü önemli görülen kararı alan onlar. Birkaç kere Meclis’e gelen kanun tasarısının ilgili bakanlıktan gelmediğini de gördük. Ancak samimi olarak bir şey söyleyeyim; Bakanlıkların işine karışılması Türkiye açısından da, AKP açısından da hep yanlış sonuçlar doğuruyor ve doğuracak…
Geçenlerde bir yazımda bahsettiğim Mehmet Öğütçü’nün “Yeni Büyük Oyun Neresindeyiz Nereye Gidiyoruz?” adlı kitabında “Ukrayna’yı hesaptan çıkartmayalım” alt başlıklı bölümde çok dikkatimi çeken şöyle bir paragraf vardı;
“Hala aynı sistem mi bilemiyorum ama o zaman Cumhurbaşkanı Kuçma, bürokrasi üzerindeki otoritesini çifte dikişle sağlama almak için kendi tayin ettiği bakanların altına, ancak kendisinin görevden alabileceği (yine her biri, bir diğerini denetleyecek) üçer ‘devlet sekreteri’ atıyordu. Böylece Bakan’ın ayak dirediği konularda kendi devlet sekreterlerini devreye sokuyordu. Bu durum, bürokraside tam bir kaos yaratmış, tüm kritik konular Cumhurbaşkanı’nın onayı alınmadan ilerleyemez hale gelmişti.”
Bizde bakanların altında devlet sekreterleri yok ama bakanlıkları Saray’dan izleyen kadrolar var. Ancak asıl önemlisi Saray’ın onayı olmadan iş yapmamak gibi bir gelenek, psikolojik bir hava oluştu. Bu nedenle de Cumhurbaşkanı ile ilişkileri nispeten zayıf bakanlar sürekli ofsaytta kalıyorlar. Bu durum bazı bakanların pek umurunda değil veya sorun yaratmak istemiyor görünmeye çalışıyorlar... Ancak sonuç Ukrayna’dakine benzemeye çoktan başladı bile…
Beni doğrulayan en son tespitim Katar olayı ile ortaya çıktı. İktidarın, TBMM İktidar Grubunun, Başbakanlığın ve Dış İşleri Bakanlığı’nın hiç aklında yokken Saray’ın talimatı ile normalde birkaç yıl sonra kanunlaşacak olan Katar ile ilgili 2 uluslararası anlaşma geçen hafta aniden Meclis gündemine alınarak kanunlaştırıldı. AKP milletvekilleri gerçekten şaşkınlardı. Öne çekilme nedenini anlayamadılar. Niçin Katar’a asker gönderdiğimizin nedenlerini kimse onlara açıklayamadı. İlgili Bakan veya bir Hükümet temsilcisi çıkıp da bilgi dahi vermedi. Irak, Barzani’nin referandum kararı ile bölünüyorken buna ses çıkarılmayıp Katar konusunda aşırı söylemde bulunulması ve taraf olunması onları moral olarak dibe itti. Muhalefet en azından eleştiri yapabiliyor, ancak iktidar milletvekilleri bunu dahi yapamadıkları için sıkıntıdalar.
Kendilerini işe yaramaz hissetmelerinin ana sebebi Saray ama başka sebeplerde var. “FETÖ” Davası nedeniyle yaratılan toplumsal sorunlar karşısında çaresiz kalınması bunlardan birisi. Daha sonra ise dönemlerinin ilk aylarında 2’inci bir seçim, bir Parti içi darbe, dış mihraklı 15 Temmuz darbesi, takibinde referandum olması ve erken seçimin sürekli kafalarının üstünde bir kılıç gibi sallanması diğer sebepler. Her an “Fetöcu”lukla suçlanma ihtimali ise işin cabası…
Kişiler depresyona girdiğinde psikiyatristler neler önerir, hangi ilaçları verir bilmem ama milletvekillerine deneyimlilerce verilen tavsiye “halka gidin” şeklindedir. Özellikle taşra ilaçtır. Halka ziyaret gerçekten milletvekiline moral verir, kendisini ve yaptığı işi önemsetir. İktidar milletvekilleri bu dönemde maalesef bu tavsiyeden yaralanma konusunda bile şansızlar, zira çok sıkıntılı bir konjonktürdeyiz ve yapılan hataların hesabını taşrada dahi halka vermek çok zor…
Şu son 2 aydır gerçekleştirilemeyen kabine değişikliği ise iktidar milletvekillerinin son beklentileri, zira 2019’dan sonra Meclis’ten kimsenin bakan olma şansı bile yok…
Zaten Saray’ında Meclis’e çok minneti yok. Saray yapılması gereken 2 binden fazla uyum yasası değişikliğinin önemli olanlarını Meclis’e bırakmadan OHAL KHK’ları ile kendi halledecek…
İşin esası şu ki; Seçim kazanmış Başbakan gerekçesiz şekilde adeta bir darbeyle Saray tarafından değiştirildiğinde sessiz kalan milletvekilleri depresyona girmeyi çoktan hak etmişlerdi…



Sayfa Adresi: http://www.turktime.com/yazar/ust-akilin-himayesinde-bakan-ve-milletvekili-olmak/5487