Sayın Murat Karayalçın’ın söylemini dikkatle okuduğumuzda, söyleşide de dile getirildiği gibi 1995'te Dışişleri Bakanlığı, Başbakan Yardımcılığı ve dönemin soldaki büyük partisi SHP'nin Genel Başkanlığını yapmış çekirdekten yetişme bir siyasetcinin tecrübelerini, azmini, CHP'yle birleşme sonucu gösterdiği fedakarlığı ve içinden geldiği sol söyleme vefasını görmemek elde değil. Tüm bunlara karşın, tespit/teşhis ve öngörülerindeki saplanmışlığı halen İtalyan anlayışının “zeytin dalı” üzerinden fala bakarak formüle etmeye çalışmasını doğrusu yakıştıramadım, o tecrübeye yakıştıramadım. Oysa Türk solunun asıl problemi çok açık ve basit; milletle barışık olmak. “Barışmak” demiyorum, “barışma”nın arka planında halen tarafların terk etmedikleri, hesaba yattıkları hesaplar gizlidir. “Barışık olmak” ise, benimsemeyi, olguyu içselleştirmeyi, bir eski deyimle “hem hal” olmayı kapsar ki, sol söylem bunu başaramadığı sürece, “muktedir kudret” olmayı sürdürse bile “iktidar” olmayı ancak rüyasında görür. Sayın Karayalçın’ın da ifade ettiği gibi, korkulardan beslenme, korku imparatorluğu gibi cafcaflı içi boş balonlar uçurma bugüne kadar bir sonuç vermediyse; o zaman bu halkı sevmek, onunla olmak çok mu zor? Ve Türk solunun kırılma noktası olacağı ifade edilen 2009 Mart’ı bir milat olacaksa, bu miladın mimarları kimler olacak şimdiden bunun kavgası mı veriliyor, yoksa larvanın etrafına örülen kozada başka hesaplar mı var? Bunlar halkla daha açık yüreklilikle paylaşılmadıça, bu devri alem turunun varacağı nokta, başladığı nokta olacaktır. Yani kırk yamalı sol bohça ve parti baronlarının koltuklarında iktidar iddiasından uzak, kaykılıp keyfini sürdürecekleri muhalefet rahatlığı.. ve bu “ittihat”, “ittifak” ve “iltihak” hikayeleri daha çok uzar gider.