Yorumcu Gülay hanımefendi oldukça kapsamlı bir analitik soru ve sorunlar kümesi ile karşı karşıya getirdi bizi. Şahsıma yönelttiği ve cevaplamamı istediği sorularından önce, aramızdaki ortak paydayı not edeyim ki, neden atıştığımız belli olsun. Gülay hanımefendinin babası ile meslektaşım, anacak O, benden bir hayli kıdemli. Sanırım çatışma ve uzlaşma noktalarımız bu mesleki genetiğe(!) dayanıyor. Yani genetiği ile oynanmamış, hormonsuz bilgi akışındaki çatışma ve çakışmalar bizim tartışmalarımız. Geleim asıl konuya;
1-Becerebilirsem bazı yanlışları ve eksiklikleri sırasıyla ele almalıyım diye düşünüyorum. Diyanet İşleri Başkanlığı’nın yozlaştığını düşünmüyorum, sistemin dominant tahakkümünden çıkarılıp özerk bir kurum haline getirilmesini düşünüyorum. Hem de devlete yük olmayan, DİB’nın din algısını benimseyenlerin maddi ve mali yükünü taşıyacakları bir yapı olarak. 2-Köy Enstitülerini İnönü katletti, Menderes defnetti; bir Köy Enstitüsü menşeli babanın kızı olduğunuza göre, Hasanoğlan Köy Enstitüsünün kapatılışı ile başlayan süreci, 1948de açılan İmam Hatip Kursları ile aynı yıl İlahiyat Fakültesi kuruluşunu bilmeniz gerekir. 1940’ların devleştirilen Milli Eğitim Bakanı ve Köy Enstitülerinin fikir babası İsmail Tonguç İnönü tarafından görevlerinden neden azledilip ,Köy Enstitülerinin köküne kibrit suyu dökeceği açıkça bilinen Reşat Şemsettin Sirer Milli Eğitim Bakanlığına getirildi. Sirer, 1947’de “tüm köy enstitülerinin kuruluş özelliklerinin ortadan kaldırıldığını, bu okulların sıradan bir köy okulu olduğunu” söyleyerek, tarihi içinde 1.398’i bayan, 15.943’ü erkek toplamda 17.342 öğretmen 7.300 sağlık memuru ve 8.756 eğitmen yetişmiş olan bu kurumun katilidir. Bu katli Demokrat Parti’ye maletmek, haksızlıktır, iftiradır. İmam Hatip’lerin açılışı konusundaki bilgilerinizde bu paralel bağlam içinde gerçeği yansıtmıyor. Yukarıda tarihleri verdim. 3- İmam Hatip Liseleri, “kuruluş amacını aştı mı, aşmadı mı” tartışması on yıllardır hep devam ettirilen kasıtlı bir tartışma; bu konuda doğru, yansız, objektif ve bilimsel karar verebilmenin en kestirme yolu; bu okullardaki mecburi derslerin haftalık/yıllık dağılımları ile, uygulanan müfredatın klasik bir devlet lisesi müfredatı ile karşılaştırılması “taraf” veya “karşıt” her vicdan sahibini açıkça tatmin eder. İmam Hatip Liselerinde uygulanan müfredat klasik devlet lisesi müfredatına ek olarak meslek bilgisi içeren derslerin eklenmesi/yüklenmesi ile oluşturulmuştur. Nitekim Üniversite sınav sonuçları bunun en açık karinesi değil mi? Köy Enstitüsü mensuplarının “sistemi sorguladıkları” için kapatıldığını düşünebilen bir aydın olarak, İmam Hatip Liseleri’nin 12 Mart muhtırasından sonra, 1978 Ecevit hükümeti döneminde, 1980 ihtilalinden sonra Hasan Sağlam döneminde ve en son 28 Şubat post modern darbenin hatırası 8 Yıllık Temel Eğitim Kanunu çerçevesinde olmak üzere defalarca “hallaç pamuğu” gibi lime lime edilmek istendiğini nasıl açıklayacağız. Eğer bunlar sistemin “munis/itaatkar” çocukları iseler, bunlar üzerinde oynanan bunca çirkef oyunu nasıl izah edeceğiz. Sırasıyla; DP, CHP(Ecevit dönemi), MHP, ANAP, MNP, MSP, RP, FP, Ak Parti gibi tüm siyaset odakları, hep bu kurumsal kimlikten taşmış, toplumun içine sinmiş düşünce akımına “tebelleş oluyorlar” ama hakim olamayacaklarını tespit ettiklerinde ilk darbeyi onlar vuruyorlar, üzerinde düşünülmeye değer mi değmez mi sizce? 4-Statükonun sorgulanması karşısında Sayın Başbakan Recep Tayip Erdoğan’ın ekonomiye bakış açısındaki size çarpık gelen örneğin hesabını bana soruyorsunuz. Ben bu sitede(Turktime) Sayın Başbakanın efsaneleştiğini, partisine kapatılma davası açıldığında, Nehru’yu Gandi’yi Mandela’yı ve Mao’nun “uzun yürüyüşü”nü iyi incelemesini ısrarla tavsiye eden uzun uzun yorumlar yazdım. Halen de aynı düşüncedeyim(ki, bu ayrı bir konu). Daha dün(19.08.08), yine bu sitede aynı Başbakan ve Sayın Cumhurbaşkanı’nın toplumun “varlıklı” kesiminin dışında kalan işçi, memur, Bağ-Kur emeklilerine sadece “ÖTENAZİ” alternatifli bir yaşam dilediklerini de dile getiren benim. Şeriat istemi, Soros yaftalaması ve Fethullah örgütlenmesi ise, bir çamur edebiyatının alameti farikası haline getirildi. Örneğini kendimden biliyorum; aynın ikinci yarısını mucizeler yaratarak(haşa !) tamamlayan bir emekli öğretmen olarak bu sitenin kimi yorumcuları tarafından bu anılan yaftaların hepsine muhatap kılındım. Canları sağolsun! Düşüncelerime adam gibi -sizi tenzih ederim- karşılık veremeyenler, hep bu çamur edebiyatına baş vuruyorlar. (İronik algım; Bu Şetiatçılar, Soros Vakıfları, Fonlar, Fethullah örgütleri gibi ulufe dağıtan körlerin-sağırların, neden bu kadar kör ve sağır olduğunun hikmetini bana çözecek bir dost arıyorum).. Onun için bu peşin ve genellemeli “çamur edebiyatı” sahiplerine PARANOYAK” bir klinik vaka gözüyle bakıyorum. 5- Yorumlarınızın 12. ve 13. bloktaki yorumlarınızdaki her kelime ve imla işaretine hiç mi hiç itirazım yok. Sadece “nefret”in bir iç kemirgen olduğunu ve ondan sakınmanızı, bu sitedeki yazışma dostluğumuzdan aldığım imtiyazla tavsiye ve tasvip etmediğimi bilmenizi isterim. 6-Yorumunuzun 14 nolu blokunu da sizinle uzun uzun tartışmak isterdim ki, bu herhalde imkansız; ben, sözü çok uzattığım için Editörlerin afarozuna uğramayı göze alamıyorum. Sizde şair Fikret’in Aşiyan’ı gibi bir Aşiyan’a çekilme niyetinde olduğunuzu yazmışsınız. İnzivanızın kısa sürmesi dileklerimle, sizi üzdüysem bağışlamanızı, tekrar dönecek olursanız sizinle yazışmaktan/tartışmaktan mutlu olduğumu bilmenizi isterim.