Okumayı çok seven bir millet değiliz bu bir gerçek, bu yüzden de ne tarihimizi ne de geçmişimizi pek doğru bilmiyoruz. Tarihimizi anlatan diziler çıktı da biraz olsun oradan öğrenir olduk geçmişte neler olduğunu! Günümüzde tarihimizi ne yazık ki kitaplardan değil televizyon dizilerinden öğrenir olduk. Doğru da anlatsalar içim yanmayacak ama neyse!
Şimdi kısa bir şekilde bakalım Cumhuriyet’imizin kaç günde ve nasıl kurulduğuna.
19. yy da başlayan ilk demokratikleşme hareketleri, gelecek yıllarda yeni gelişmeleri ve reformları da beraberinde getirerek meşruti yönetimin doğmasını sağlayacaktı.
Tanzimat Dönemi (1839-1876)… İlk kez kanun üstünlüğü prensibi benimsendi, Padişah (Abdülmecit) kendi yetkilerini az da olsa kısıtlayarak, anayasal düzene geçişte en önemli adımlardan birini hayata geçirdi. Ayrıca insan hakları konusunda yenilikler yapılarak batı tarzı mahkemeler ve okullar açıldı. Batı'yı anlayan nice aydın ve fikir adamları yetişti. Batı hukuk sistemi temel alındı.
Islahat Fermanı (1856)… Tanzimat döneminin devamıdır diyebiliriz. Yine batı medeniyetinin değerleri esas alınarak gayrimüslüm halka yeni haklar tanındı. Daha çok, azınlıklara yönelik yeni kararlara imza atılarak onların toplum hayatına daha fazla entegre olması amaçlandı. Gayrimüslüm halkın okul, banka, ticarethane, vb. gibi yerler açması, devlet memuru olabilmeleri, mahkemelerde herkesin diline ve dinine göre yemin edebilmesi bu ferman ile sabit oldu.
I. Meşrutiyet (1876-1908)… Cumhuriyet rejimine geçişte en önemli adımlardan birisi olarak düşünülebilir ve siyasi, idari alanda en radikal kararların ve uygulamaların bu dönemde alındığı bir gerçektir. Sultan Hamid (II. Abdülhamid) anayasal reformlar yapacağına söz verdiğinden dolayı Jön Türkler tarafından tahta çıkarıldı. 1876 yılında ilan ettiği Osmanlı'nın ilk ve son anayasası olan Kanun-i Esasi ile parlamenter bir sisteme, istemeyerek de geçmiş oldu yine istemeyerek yetkilerinde sınırlamaya gitmek zorunda kaldı. Bu yeni parlamenter (meclis temelli) sistemi, halk tarafından seçilen Meclis-i Mebusan ve Padişah tarafından seçilen Meclis-i Ayan oluşturdu. Halk ülke yönetiminde söz sahibi olmaya başlayarak Cumhuriyet rejimine giden yolda en etkili organ olmuştu.
İttihat ve Terakki Partisi önde gelen siyasi partilerdendi. Fakat yine son söz tek adamda Padişahta idi. Sultan Hamid Han dönemi yapılan reformların yanında “İstibdat Dönemi” olarak da nitelendirilir ki bu dönemde parlamentonun feshedilmesi, basına uygulanan sansür, hafiyelik teşkilatı ile halkın oldukça huzursuz edilmesi, gazete ve dergilerin kapatılması, ülkenin saraydan dikta yönetilmesi ve meclisin saf dışı edilmesi Sultan Hamid'in tahtını sallantıya sokmuştur. Despot bir yönetim anlayışını benimseyen Sultan Hamid, iktidarını korumak uğruna ülkenin tüm işletmelerini, kar getiren kurumlarını bir bir yabancılara teslim etmiştir. Keşke Kıbrıs'ı vermek zorunda olmasaydı. Şimdi Kıbrıs sorunu diye sorun olmayacaktı! Maalesef en fazla toprak kaybı da (yaklaşık 1,2 milyon kilometrekare) yine bu hükümdar zamanında oldu.
Halkın bu despot yönetime karşı birlik olarak icraata geçmesi kaçınılmazdı ve Sultan Hamid için bir son yaklaşmıştı. Halk iyiden iyiye yönetimde söz sahibi olmak, yani kendi seçtiği kişiler tarafından yönetilmek istiyordu.
1908-1918 döneminde Osmanlı Devleti'nin en üst düzey yöneticileri arasında yer alan ve Sadrazamlık da yapmış olan Talat Paşa, Sultan Hamid'in İstibdat Dönemi ile alakalı bakın ne diyor: “Kanuni Sultan Süleyman'dan sonra Osmanlı tahtında en uzun süre kalmış olan II. Abdülhamid Han, 31 Mart Olayı'ndan sonra Şeyhülislam'ın fetvası, Mebusan ve Ayan Meclislerinin oyuyla tahttan indirildi. 19. yüzyılda başlayıp 1923'e kadar gelen süreç içerisinde demokratik ve parlamenter bir tarzda yönetilmeye doğru giden Osmanlı'da halk, iyiden iyiye bu iki fikre sempati ile yaklaşarak, daha fazla demokratik hak talep etmekteydi.”
Türkiye Cumhuriyeti
Şimdi sözü Mustafa Kemal'in yanından ayrılmayan gazeteci Falih Rıfkı Atay'a bırakalım bakalım ne demiş Çankaya kitabında: “Nihayet 1923 Ekiminin son günleri gelip çatar, 28'i 29'a bağlayan gece, Mustafa Kemal'in sofrasında bir toplantı olmuştur. Ertesi gün Meclisten gelecekler, ''İşin içinden çıkamıyoruz. Böyle zamanlarda liderler vazifeden kaçmamalıdırlar, buhranın halledilmesi için Meclise yardım etmelisiniz,'' diyeceklerdir. Mustafa Kemal de kısaca devlet şeklinin Cumhuriyet olmasından başka çare olmadığını söyleyecektir. Şüphesiz onu Cumhur reisi yapacaklar. Rejim kanunu, hükûmete de artık normal kabine mahiyeti verecekler. O gece yemekte bulunanların çoğu, asker milletvekilleri idi. Aralarında Hariciye Vekili İsmet Paşa da vardı. Mustafa Kemal, sabaha doğru Ocak 1921 tarihli anayasanın birinci maddesinin sonuna şu fıkranın eklenmesine karar verdiler: ''Türkiye devletinin şekli, Hükûmet-i Cumhuriyyedir.''
Bir günde mi kurulmuş oldu acaba! Yukarıda da kısaca bahsetmeye çalıştığım gibi bunun bir alt yapısı bir temeli mevcuttur. Hiçbir şey bir günde olmadığı gibi Cumhuriyet’in ayak sesleri 19. asırdan beri gelmekteydi. Tarihimizi televizyon dizilerinden izleyenlere selam olsun!
Cumhuriyet’imizi ilan eden, uygulanmasında desteği olan ve emeği geçen herkesin ruhu şad olsun…