E-posta :
  Şifre :
    ► Üye olmak istiyorum
    ► Şifremi Unuttum

Hiç Bu Kadar İyi Analiz Edilmemişti... KÜRTLER APO'YU NEDEN SEVER?

Habertürk yazarlarından Ece Temelkuran dün yayınlanan yazısında Kürtler'e ve Kürt sorununa dair cesur ifadeler kulland

1.04.2010 - 11:51
Hiç Bu Kadar İyi Analiz Edilmemişti...

Habertürk yazarlarından Ece Temelkuran dün yayınlanan yazısında Kürtler'e ve Kürt sorununa dair cesur ifadeler kullandı. Sorunun temeline inen Temelkuran, Kürt meselesinin çıkış noktasını ve Kürtler'in Abdullah Öcalan'a olan bağlılıklarını konu alan bir yazı kaleme aldı.

İŞTE O YAZI..

ZULÜM, isyan ettirmez. İnsanın kendinden büyüktür sabrı. Ama zulüm, insanı insanlıktan çıkarır. İnsan sefaletini görür, utanç biriktirir. İnsan zulme değil bu utanca katlanamaz. Utançtan kaçmak için bütün yollar tükendiğinde isyan başlar, ondan önce değil. Kalabalıklar, liderlere değil bu utancın dayanılmazlığına iman eder. İşçiler de, yoksullar da, halklar da, işgale uğramış ülkelerin ulusları da ayaklanarak bu utancı savmak isterler.

GERİLLA OLMAKTAN BAŞKA BİR SEÇENEK KALMAMIŞTIR
Mazlum ayağa kalktığında ilk öğreneceği ders, zalim kadar sert olma mecburiyetidir. O sertliğe anlam katmak için kendi şiirini ve destanını da yazacaktır. İnsanı, söz harekete geçirir. Destanlar, kahramanlar, mitler, kültler zamanla birikir. Direniş, bir hayat alanına dönüşür. Artık dışarıda kalanlar, halkın değil, utancın parçasıdır. Çark, çalışır. Otorite, direnişçiyi şeytanlaştırdıkça dönüşüm hızlanır. Artık Diyarbakır’daki bir çocuğun ‘gerilla’ olmayı istemekten başka çok az seçeneği kalmıştır...

KÜRT'ÜN HİKAYESİ SUSTUĞU YERDE BAŞLAR
Olup biteni anlatmak için çok geçtir. Ayağa kalkmanın nedeni olan o eski, ilk hikâyeyi anlatmak için her zaman çok geçtir. Bir Kürt’ün hikâyesi sustuğu yerde başlar. Acı hikâyesini anlatırken bir yerde durup “Neyse...” der. Sonrasını kaldıramayacağınızı düşünür. Ortadoğulu bir gelenektir, en korkunç şeyleri anlatırken gülmeye çalışacak, sizi güldürmek isteyeceklerdir. İnsan ‘dağılırsa’ bir daha toparlanamayacağı için, Diyarbakır’da nice kan hikâyesi şakalar arasında anlatılır. Birbirlerine anlatmazlar bunları, nasılsa herkes aynı yerden geçmiştir. Ötelerden gelen kimse de öncesini sormayınca... Anlatılmaz yani aslında hikâye. Neyse...

APO'NUN SAÇ TELİ İÇİN 20 YIL HAPİS
Bu, hikâyenin “Neyse”den sonraki kısmıdır. Apo’nun bir saç teli için 12 yaşında çocuklar niye 20 yıl hapis yatar, delikanlılar niye bir gün ortadan kaybolup dağa gider, bu insanlar Newroz’da neden dökülürler meydanlara, o lastikler şehrinizin kenar mahallelerinde niye yakılır, gökdelen sahibi olacak kadar ‘asimile olmuş’ bir Kürt işadamının bile niye sesi titrer mesele çocukluğuna gelince ve Kürtçe yemin etmek için Meclis kürsüsünde niye bir ömür hapis yatılır? Anlatılanlar, yaranın öfkeye dönüşüp silahlanmadan önceki halidir. Tam kalbidir.

Kürt meselesini bildiğimizi sanıyoruz, oysa hiçbirimiz bilmiyoruz bir Kürt nasıl büyür. Çocukluk yaraları ya büsbütün susmaya ya da bağırmaya nasıl dönüşür. Kürt olmayan biri yaşananları anlayabilir mi? Bu, o uzun cevaba bir giriştir

ÇOCUKLARA EVLERDE AJANLIK YAPTIRILDI
ALTI genç avukat, gülüyorlar. Konu, ilkokul hatıraları. “Tuvalet” denemediği için ilkokulda üç yıl yenen “taze badem dalından” sopa, “her bir Kürtçe sözcük için birleşmiş parmak uçlarına bir cetvel” uygulaması, çocuklara evlerde Kürtçe konuşulmaması için yaptırılan ajanlık... “Biz nasıl iş güç sahibi olduk” diyor Mahsuni, “Bazen hayret ediyorum düşününce”.

“Bilmiyorlar” diyorum, “Anlatsanıza, Kürt bir çocuk nasıl büyür?” Öfkeleniyor Ahmet:

“Ben onca şey yaşamışım. Anam babam kardeşlerim... Bir de bunları anlatmak zorundayım, öyle mi? Bundan büyük aşağılanma var mı? Bir de ispatlamak zorundasın çektiğin acıyı.”

BÜTÜN KÖYE DAYAK
Söz yumuşuyor, “sıkışmayı” anlatıyorlar. PKK tarafından öldürülen, çok sevdikleri öğretmenlerini, sonra aynı öğretmenin ölümü yüzünden askerden, “konuşturulmak” için yedikleri dayağı. Ne zaman düşse sesleri, biri muhakkak gülünecek(!) bir şey söylemek zorunda hissediyor kendini:

“Köpeklere taktılar bir ara. ‘Aldığımız istihbarata göre, gerilla gelince köpek havlamıyor, asker gelince havlıyor’. Haydi bakalım bütün köy dayağa!”

‘SIRITAN ÖKÜZE DÖNDÜK’
Başka bir gülünç(!) hikâye: “Otobüsle köye gidiyorum. Asker durdurdu. Yanımdaki yaşlı adam hemen çıkardı kimliğini. Ben de kızdım amcaya, daha sormadan kimlik çıkardı diye. ‘Yiğenim’ dedi, ‘Sen yaşlı öküzün hikâyesini bilir misin? Yaşlı öküzü pazara çıkarmışlar. Her gelen dişine bakıyor. Sonunda öküz kimi görse sırıtmaya başlamış. Bizi de öyle ettiler!’ Ne anlatalım şimdi biz sana! Böyle sessiz bir kuşakla silahların Arasında...”

Yaşayabilmek için unuttukları hikâyeler birbirini çağırıyor gülüşme arasında: “Feyzo’yu hatırlıyor musunuz? Hani bütün köyü dövüyorlardı yine. Sıra Feyzo’ya geldi. Asker soruyor. ‘Feyzi sen misin?’ Feyzo bağırıyor: ‘Allah etmesin komutanım!’” Kahkahalar arasında buz gibi bir cümle: “Yani sonunda insan ‘Benim’ demeye korkar, anladın mı? Neyse...”

Apo neden sevilir?
BATI’daki birinin Kürtlerle ilgili anlamakta en çok zorlanacağı şey Abdullah Öcalan’a duyulan eşsiz sadakattir. Üstelik kan hikâyeleri üzerine gülebilen bu insanlar sıra ona gelince bir tek fıkra uydurmamışlardır. Bir bakıma kutsaldır. Neden? Örgütü çok eleştirmiş biri olarak Nebahat anlatıyor: “Dilan diye Sasonlu bir kız vardı. Bir toplantıda, örgüt de, Öcalan da eleştiriliyor. Kalktı ayağa, bağırdı: ‘Öcalan’a laf ettirmem. Bizi o gelene kadar adam yerine koymadılar.’ Onun sayesinde adam yerine konduklarına inanmışlar.” Dağınık bir biçimde boyun eğerken birleşip direnmenin simgesi olarak kabul edildiği için ve bir daha dağılmak yok olmak anlamına geleceği için... Avukatlara soruyorum, ‘önderlikle’ ilgili ne düşündüklerini: “Onu hepimize ayrı ayrı soracaksın, ayrı bir yerde.” Birbirlerinden sıkılıyorlar sıra Apo hakkında konuşmaya gelince. Kolay değil. Saygı? Korku? Gülümsüyorlar. “Neyse” diyorlar, “Orayı geçelim.” Kürt siyasetinin en saygın isimlerinden birine soruyorum aynı soruyu. Şöyle açıklıyor: “Apo olmazsa bir değil on PKK olur. Kürt halkı birbirini ve Türkiye’yi kurşunlamaya başlar. Bizim hiçbir surette bölünmememiz için onun olması gerek.”


‘Kürt olduğumuzu döverek öğrettiler’
“KÜRTLERDE şoförün protokoldür, sen öne oturacaksın.”

Mahmut Ortakaya, Diyarbakır’da beni öne bindirmek için kapıyı açtığında gülerek anlatıyordu:

“Buralarda insan taşımacılığı kamyonla başladığı için, arkada da denkler ve hayvanlar olduğundan, Kürtlerde şoförün yanı hâlâ protokoldür. Geç bakalım.”

TÜRKLER'İN BİLMEDİĞİ EN ÖNEMLİ ŞEY
Doktor Ortakaya’nın, Türkiye İşçi Partisi kuruculuğundan Helsinki Yurttaşlar Derneği üyeliğine varan bir siyasi geçmişi var. Bu toprakta ne olmuşsa onda da olmuş. Tarihin üzerine yükselip olup bitenlere evrensel değerlerin serinkanlılığıyla bakan bir tabip, bir Kürt bilgesi demeli ona. Yeşilyurt köylülerine dışkı yedirilirken “Siz bu insanlara dışkı yedirirseniz biz onlara tuvaletten sonra el yıkamayı nasıl öğreteceğiz!” diyecek kadar dertle kıvamlanmış bir ‘teessüf dili’ var. Kürtler hakkında bilinmeyenlerin protokol incelikleriyle sınırlı olmadığını o da biliyor: “Türklerin bilmediği en önemli şey, Kürtlerin Türkleştirme serüveninde çektikleridir.”

Yeniden gülüyor: “Hıyarın bile GDO’suzunu istiyor. E o zaman Kürt’ün niye genetiğiyle oynuyorsun?” Bu gülüşme arasında epey zor oluyor ama gerilere, onun hikâyesine gidiyoruz nihayet: “İstiklal Marşı okunurken arkadaşım beni gıdıkladı. Hayvan bağırsağından kamçıları vardı. Bir ton dayak! Bak ben sana bir şey diyeyim: Ben o zaman Kürt olduğumu bilmiyordum. Kürt olduğumuzu onlar biliyordu. Şimdi anlıyorumonların bildiğini. Bize de döve döve öğrettiler.”

‘KÜRDÜM, DOĞRUYUM, ÇALIŞKANIM’
“Çocukları ırkçı yapmaya hakkımız yok” diyor Mahmut Hoca, “‘Kürdüm, doğruyum, çalışkanım’ kalıbına da dökemezsiniz çocukları.”

Ve kendi çocukluğunun nasıl bir kalıba döküldüğünü anlatıyor: “60 ihtilalinden sonra liste verdiler. ‘Bu köyde bu kadar silah var, bu silahlar gelmezse...’ Gelmeyince köyün erkeklerini soydular bir yere kapattılar. Sonra kadınları getirdiler. Birden erkekleri dışarı salınca... Böyle çok tiyatro oynatmışlar bize. Seyit Rıza’nın DersimKatliamı’nda söylediği gibi, ‘Ayıptır, günahtır, zulümdür.’ Ama sen yine de şöyle yaz... Neyse...” Nedir işte o ‘neyse’nin sonrası? “Yaz işte. Kürtlerin en yakın dostu Türklerdir. Ama bu dostluğun onurlu olması gerekir.”

Kederli bir es:
“Vicdan, insaf... Bunlar insanın hasletleridir. Okumuş olmaya gerek yok. Anlar yani, yaşanılanları bilse... İnsan, anlar.”

GÖKDELENİN TEPESİNDE ‘NEYSE’
İstanbul’un gökdelenlerinin en tepesinde bir Kürt, tuzu kuru. Bir elinde purosu, bir elinde verdiğimaaşların bordrosu. Ne derdi olabilir? “Susarsın” diyor, “En tepelerde adamlarla büyük paralar konuşurken birden televizyonda bir haber çıkar. Adamlardan biri Kürtlere bir küfür sallar ve sen susarsın. Tatsızlık çıkmasın diye. Ya da... Neyse...” “İnsan benim demeye korkar” yani. 7 yaşında cılız bir çocukken bir köyde ve 70 yaşındayken kalantor olsan bile bir gökdelenin tepesinde.

‘Her şey PKK ile başladı sanıyorlar, halbuki...’
“NE tuhaf” diyor Nebahat, Hasanpaşa Konağı’nda, “Hepimiz bu dili dayak yiye yiye öğrendik. Şimdi bu dilde edebiyat, siyaset yapıyoruz. Kim bilir, belki de yaralarımızı hiç anlayamayacağız.”

Nebahat Akkoç, Time Dergisi’nin yüzyılın 100 kahramanı arasında saydığı isimlerden. KAMER’in (Kadın Merkezi) kurucusu. Öğretmen eşi 80’lerde Diyarbakır Cezaevi’ne girdi, 1993’te de faili meçhul cinayete kurban gitti. İki çocuğunu yalnız büyüttü, onlarca kez gözaltına alındı, işkence gördü. Yani Kürt coğrafyasında PKK’ya da devlete de aynı mesafede duran bir insanın “normal” hayatını yaşadı.

“Türklerin bilmemesine en çok kırıldığın şey nedir?” diyorum. “PKK öncesi. Her şey PKK ile başladı sanıyorlar” diyor. “Halbuki...”

KÜRT ÇOCUK ONLARCA TOPLU DAYAK GÖRÜR
Silvan. Nebahat küçük, askerler arama yapıyor. Kısa saçlı kız kardeşini erkek sanıp evin altını üstüne getiriyorlar. Gittiklerinde Nebahat da peşlerinden diğer çocuklarla birlikte. Köy meydanını görmek için bir yere saklanıyorlar. Bütün köyün erkeklerini toplamışlar yerde süründürüyorlar, sonra dövüyorlar. “Bunu Kürt bir çocuk büyüyene kadar en az onlarca kez görür” diyor Nebahat, “Babasının dövüldüğünü, annesine küfredildiğini. Bu, PKK meselesi değil. O öfke orada zaten.” O da aynı şeyi söylüyor: “Çocuklarıma hayret ediyorum. Nasıl büyüdüler, nasıl iş güç sahibi oldular.”

Neden?
90’lar. Çocuklar üniversiteye hazırlanıyor. Nebahat bulabildiği en kalın siyah kumaştan perde alıyor. Polisler evde yok sanıp gitsinler. Çünkü eşinin ölümü için mahkemeye başvurmuş, durmadan gözaltına alınıyor ve her alınışında...

“Her seferinde işkence. Eve her dönüşümde çocuklar halimi görmesin diye... Neyse...”

YORUMLAR
Toplam 1 yorum var, 1 adet görüntüleniyor. Onay bekleyen yorum yok.
Üye girişi yapmadınız. Misafir olarak yorum ekleyebilirsiniz. Üye olmak için tıklayın.
  Yorumcuların dikkatine…

İmlası çok bozuk,
Büyük harfle yazılan,
Habere değil yorumculara yönelik,
Diğer kişilere hakaret niteliği taşıyan,
Argo, küfür ve ırkçı ifadeler içeren,
Bir iki kelimelik, konuyu zenginleştirmeyen,

yorumlar KESİNLİKLE YAYIMLANMAYACAKTIR.
ramazan Akbudak 1 Nisan 2010 Perşembe 13:29

1937 den beri Türkiyede siyasetci cikmamistir.O günden bu güne ne kadar siyasetci varsa mezardan cikartilip mahkeme edilmeli.Ne oldu ?Bu gün verdiklerimizi otuz,kirk yil önce versek ne kaybederdik?Yetmis yil Hitler mantigi devam etti.Simdi verilen her sey pkk nin defterine arti olarak geciyor.Ya bunca insan kaybi,aci,hüzün?Türkiyene tek noksani Lider yetistirememesi. Türkiye kocaman bir insaat,usta yok.

Yorumu oyla      18      10  
KATEGORİDEKİ DİĞER HABERLER
General Dostum Turktime’a Konuştu: Taliban Güçlendi Ama Onları Ben Yok Ederim!
Hamid Karzai ile ittifak kurup seçimlere girmek için Afganistan’a dönen ...
E.Albay Türemen: Karadayı Darbe Konseptine Uymayan Subayları Ankara’dan Uzaklaştırdı!
Karadayı darbe hazırlığı için subayları nasıl fişledi? Darbe konusunda ...
Büyük Yangından Önceki Son Röportajı Turktime Yaptı… Özbey: İstanbul Kötü Yönetiliyor!
Birkaç gün önce yanarak kül olan Avrupa’nın en büyük gösteri merkezi İstanbul ...
 
Adnan Oktar Turktime’a Konuştu: Said-İ Nursi'yi Atatürk Konusunda Yanılttılar!
Evrim teorisine karşı onlarca eseri, şatafatlı hayatı ve ilginç çıkışlarıyla ...
Erhan Göksel: Teslim Bayrağı Çeken Büyükanıt Divan-ı Harp’te Yargılanmalı!
Sınır ötesi harekat yapıldığı zaman aslında sanıldığı gibi bir harekat ...
Fatih Karaca: Tuncay Özkan Grubun’dan Kimseyi İşten Atmadık, Kendileri Ayrıldı...
Aralarında Kanaltürk ve Bugün Gazetesi'nin de bulunduğu Koza-İpek Medya ...
 
Emniyet Genel Müdürü Köksal: Gazeteciler İçin Özel Dinleme Yok…
Türk basınının lokomotif gazetelerine dahi röportaj vermeyen Emniyet Genel ...
Kızılay Başkanı Küçükali Turktime'a Konuştu: Veli Küçük'ün Kızılay’dan İhale Aldığını Sizden Öğrendim!
Kızılay Genel Başkanı Tekin Küçükali'den Turktime'a çarpıcı açıklamalar: ...
Türköne Konuşuyor: Eşimle Aram Kötü Olursa, Ak Parti'ye Muhalefet Ediyorum… MİT İşe Yaramaz, İlhan Selçuk Faşist, Çatlı Arkadaşımdı... Türkeş Bana Komünist Derdi…
Zaman’dan başka gazetede yazmam… Çok yakında medya savaşı çıkacak… Milliyetçilik ...
 
SOSYAL MEDYADA TAKİP ET
FACEBOOK'TA TURKTIME
TWITTER'DA TURKTIME
 
KATEGORİLER
FOTO GALERİ
VİDEO GALERİ
ETİKETLER
  •KÜNYE
  •İLETİŞİM
  •REKLAM
 
 
  •Güncel
  •Siyaset
  •Dünya
  •Medya
  •Magazin
  •Spor
  •Kültür
  •Sağlık
  •Ekonomi
  •Dünya
  •Spor
  •Kültür
  •Ekonomi
  •Sağlık
  •Medya
  •Siyaset
  •Güncel
  •Dünya
  •Spor
  •Kültür
  •Ekonomi
  •Sağlık
  •Medya
  •Siyaset
  •Güncel
  •Aktüel
İstanbul
İsrail
Sağlık
Acun Ilıcalı
TCMB
İstanbul Başakşehir
İstihdam
haşim kılıç
madenci